Reyan Tuvi’nin Gezi direnişini anlatan ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ belgeselinin, sansüre uğrayarak Altın Portakal Film Festivali’ne alınmadı. İlk haber bu şekildeydi. Hal böyle olunca köşe yazarları, sanatçılar ve sosyal medya büyük bir tepki ortaya koydu. Tepkinin odak noktası; sansürün sanatla bağdaşamayacağıydı.
Ardından Reyhan Tuvi, “Bir İngilizce küfürü çıkararak” komite ile anlaştığını söyledi, hatta “sosyal medyaya olan kızgınlığının” da altını çizdi. Ancak onun bu açıklaması, bazı jüri üyelerini ve festivalin belgesel bölümüne katılan 10 yönetmeni ikna etmemiş olacak ki, yarışmadan çekildiler ve böylece festvalin belgesel bölümü de iptal edilmek zorunda kaldı.
Tüm bu olup bitenler için ben de birkaç şey söylemek istiyorum.
Reyhan Tuvi, bir yönetmen. Belgeselini istediği kurguyla, montajla istediği festivale gönderir ya da göndermez. Bu onun eseriyle arasındaki bağa ve sanatçı duruşuna, tavır tercihine kalmış. Ama kamuoyunun veya köşe yazarlarının da bir sanatçıyı, onun duruşunu ya da eserini eleştirme hakkı da sonsuzdur. Bu tür eleştirileri hakaret olarak yorumlamayı ise bir şanssızlık olarak yorumlamak isterim. Çünkü düşünce ve ifade özgürlüğünün bir sanatçının tüm hücrelerine sinmiş olması gerekir, bir ifadeyi, yorumu hakaret olarak yorumlamak ne yazık ki siyasetçilerin başvurduğu bir savunma mekanizmasıdır.
Şimdi küçük bir soru: “Sosyal medyada” kıyamet kopmasaydı yani kamuoyu baskısı olmasaydı, hatta çıt çıkmasaydı daha mı iyi olurdu? Özlediğimiz Türkiye bu mu? Böyle bir durumda Altın Portakal komitesi bu kadar uzlaşmacı olabilir miydi/ olur muydu? Keşke, kamuoyu desteğini arkasına alan Reyhan Tuvi, komiteyle olan görüşmelerini kamuoyuyla paylaşsa ve kamuoyunun samimiyetine inansaydı... Çünkü söz konusu, bir Gezi belgeseli. Ve Gezi sosyal medya üzerinden yayılan bir hareketti. Tuvi, bu şekilde davransa, belki o zaman siyasetçiler gibi sosyal medyadan şikayet etmek yerine sosyal medyayı arkasına alabilirdi.
Bu yüzden “Aslında her şey bir küfürün İngilizce çevirisinden kaynaklandı, istek üzerine ben de değiştirdim” mealindeki sözleri bir “açıklama” değil “aldatılmışlık” hissi yarattı. Açıkçası ben bu şekilde hissettim ve içimden şöyle dedim: “Madem mesele de çözümü de bu kadar basitti biz niye Altın Portakal protestocusu edildik?” Tabii Altın Portakal’ın RTÜK gibi küfür peşinde koşması da ayrı bir hikaye. Altın Portakal bir fastival, ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ de bir belgesel. Ya yarın öbür gün Türkiye’nin Küfür Tarihi üzerine bir belgesel çekilirse ne olacak? Benim bu işten anladığım başından sonuna kötü bir kriz yönetimi yaşandığı, kimsenin başlangıçta soğukkanlı ve ileri görüşlü davranmadığı, kamuoyu baskısı artınca da meselenin bir İngilizce bir küfüre mâl edildiği... Ve suçlunun da yine küfre; sosyal medyada edilen birkaç küfüre atıldığı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar saçma sapan, duruşu ve düzeyi olmayan bir tartışmaya konu olan bir belgeseli uzun süre izleyebileceğimi sanmıyorum. Çünkü heyecanım, hevesim, güvenim kaçtı.
Bir küfürlük mesele!
Haberin Devamı