August Strindberg’in “Açık Deniz Kenarında” adlı başyapıtı, halk ve aydın arasındaki kopukluğu, balıkçılık uzmanı Borg karakteri üzerinden ele alıyor.
Orhan Pamuk’un “Sessiz Ev”i için tarih profesörü Ahmet Kuyaş, “Okuduğum en iyi tarihi roman,” der. Pamuk’un ikinci romanı olan “Sessiz Ev” -benim de en sevdiğim romanlar arasında yer alır- ne yazık ki gölgede kalmıştır.
Oysa bu roman, Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme sancılarını bir ailenin hikâyesi üzerinden kaleme alırken, aynı zamanda modernizm-gelenek-ideolojiler-halkın çaresizliği ve çözümsüzlüğe olan bağlılığı üzerine düşünen, şu ana kadar yazılmış en zarif romanlardandır.
Romanın kahramanlarından Selahattin Darvinoğlu -kendisi ölmüştür ve biz onu hep ailenin diğer fertlerinin gözünden, onlarda bıraktığı anılardan, tepki ve tepkisizliklerden okuruz-, iflah olmaz bir aydınlanmacı, pozitivisttir. Bu dünyadaki her şeyin ama her şeyin bilimsel bir açıklamasının ve çözümünün olduğu inancına sıkı sıkı bağlıdır. Bilim ve zekâ her şeydir onun için. Bu yüzden kendini toplumdan dışladığı gibi halktan da üstün görür.
“Halka rağmen halk için” düşünen, öfkelenen ve bir o kadar da içlenen, bu aydın tipi en sonunda kendini “halktan” üstün görme yoluna sapar. Çünkü “halkın kendi iyiliği için olana” mesafeli durmasını kendine bir türlü anlayamaz ve açıklayamaz. Sonunda o çok bildiğimiz ve duyduğumuz cümleye sığınır: “Cahil kalmışlar.”
Ancak, bu cümle bile yetmez halka duydukları öfkeyi ve tepkiyi anlamaya. Tıpkı, ne kadar anlatmaya çalışsa da, elinden geleni yapsa da yakın bir arkadaşının kendine zarar vermesini önleyemeyen biri gibidir. Ve belki de bu nedenle duyduğu tepki halka değil kendi çaresizliğine, o çok inandığı aydınlanmanın, bilimsel gerçekliğin işe yaramamasına, onu çaresiz bırakmasınadır.
August Strindberg’in “Açık Deniz Kenarında” adlı başyapıtının kahramanı balıkçılık uzmanı Borg da böyle biri. Halka öfkeli, hatta ondan nefret ediyor. Doğal olarak halk da ondan nefret ediyor. Bir türlü kapanmayan bir mesafe bu. Kahramanımızın, kenarında durup açık denize bakar gibi baktığı…
Şöyle diyor romanın bir yerinde sevgilisine: “Halk benden niçin nefret ediyor?” Sevgilisi de, “Sen onlardan üstünsün çünkü!” diye yanıt veriyor. Kahramanımızın yanıtı ise hayli ilginç: “Buna inanmıyorum! Onların zekâsı benim üstünlüğümü anlamaya yetmez.”
Behçet Necatigil’in kılı kırk yaran bir çeviriyle yıllar önce Türkçeye kazandırdığı “Açık Deniz Kenarı”nda bir kez daha yayımlandı. Ancak bu kez, Necatigil’in çevirisini yaparken uzun uzun üzerinde düşünüp sonra vazgeçtiği bir isimle: “Açık Deniz Kıyısında” yerine “Açık Deniz Kenarında” olarak…
Behçet Necatigil’in 100’üncü yılı vesilesiyle, Selim İleri’nin “Sunuş” yazısıyla tekrar basılan “Açık Deniz Kenarı”nda, ülke ve dünya meseleleri üzerine çare ararken çaresizliğe düşenlerin, açık bir denizin kenarında kalakalanların hikâyesi. Okunmalı, kütüphanede şefkatle saklanmalı.