Attila İlhan öleli sekiz yıl olmuş

Haberin Devamı

Attila İlhan’la tam da şiirlerindeki gibi bir havada tanışmıştım. Sağnak bir yağmur yağıyordu. Henüz meslekteki ilk yılımdı. 13 yıl önce olmalı. Müdavimi olduğu Divan Pastanesi’nin kapısından ürkerek girmiştim. Üst-baş sırılsıklam, paçalarımdan sular süzülüyor. Şefkatli bir ifadeyle başını kaldırışını hatırlıyorum, o meşhur şapkası başında... “Geciktim, özür dilerim” demiştim, “Sorun değil çocuğum, ben de gazete yazımı yazıyordum.” Baktım, inci gibi bir yazı. “Ne güzelmiş yazınız, hiç hata yok” dediğimde, “Ben yazılarımı da şiirlerimi de önce aklımda yazarım, kalemi elime aldığımda aslında yazı çoktan bitmiştir. Yani başkaları gibi kağıt ve kalemle, kendini zorlaya zorlaya yazan şairlerden değilim.” Bu son cümleyle Attila İlhan’ın gerek poetik gerekse de ideolojik açıdan sık sık tartıştığı İkinci Yeni şairlerini başta Ece Ayhan olmak üzere taşladığını elbette anlamıştım. Üstelik birkaç ay önce Ece Ayhan’ı Çanakkale’deki evinde ziyarete gitmiş bir röportaj yapmayı başarmıştım.
O röportajda da ben hiç konuyu getirmediğim halde dönüp dolaşıp Attila İlhan’a gelmiştik.
“At üzerinden inmeden sevişmeyi” öğütleyen Ece Ayhan, “Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk” diyen Attila İlhan’ı kast ederek şöyle demişti: “Biz insanla kapıştık. Ama o ısrarla ‘Sultan Galiyev’ diyor hâlâ.” O yağmurlu gün, Attila İlhan’a Ece Ayhan’ın bu sözlerini aktarmıştım. Şöyle demişti; “Cemal’i (Süreya) ve Turgut’u (Uyar) ondan ayırırım. Her ne kadar şiir anlayışlarımız uyuşmasa da severim onları. Ama Ece’nin ne yazdığı, ne söylediği anlaşılıyor. Madem bir şeylere karşısın, şunu açıkça söylesene, duyalım.” Bu iki büyük şair durup dururken bile konuyu birbirlerine getirip, kıyasıya eleştiride bulunsalar da, inanın onları dinlerken seslerinde ne bir şiddet vardı ne de uzlaşılmaz öfke. Bunu yazmak istedim, çünkü Attila İlhan’ın cenazesinde her kesimden insan olduğu, askerler de geldiği için kendisi bazıları tarafından çok sert anılmıştı. Hatta ismi lazım değil, kendisini Müslüman düşünür olarak tanımlayan bir şairimiz ve felsefe hocamız onun için “Yaşasaydı Ergenekon’dan içeri olurdu” bile demişti. Oysa Attila İlhan her ne kadar Sultan Galiyev diyen milliyetçi-sosyalist bir çizgiyi benimsese de kimsenin o yıllar yan yana bile görünmek istemediği Ahmet Kaya’nın Yusuf Hayaloğlu’ndan sonra şiirlerini en çok bestelediği şairdi. Hani, Kürtçe klip çekmek istediği için linç edilmek istenen ve ülkeden gitmek zorunda kalan, büyük vicdan azabımız Ahmet Kaya’nın...
O yüzden bizlere “gece trenlerine binerken” dikkatli olmamızı öğütleyen “Üçüncü Şahsın” şairinin ölümün sekizinci yılında şunları demeyi borç bilirim: “Bir şair popülerleştikçe edebiyatından yitirir. Çünkü şiirleri slogan gibidir. Ancak bazı şairlerin şiirleri toplumun geniş kitleleri tarafından ezbere bilindiği halde, poetik (şiir sanatı) açısından da kıymetlidir. İşte onlar, şairliğin en üst mertebesinde otururlar ve asla ölmezler ve bu tür şairlerin sayısı inanın hiç fazla değildir.”

DİĞER YENİ YAZILAR