Ah yalan dünyada

Haberin Devamı

Özen Yula’nın yazıp yönettiği “Bakarsın Bulutlar Gider”, adım adım yükselen bir gerilim, görülmek istenmeyen ama itiraf edilmek için çırpınan bir gerçek üzerine kurulu. Sağlam bir metin, heyecanlı ve yetenekli oyuncular, ayakkabılarınızı çıkarıp terlik giyme ihtiyacı hissettiren bir sahne ve sahici kostümler...

Kenan Ece ve Selen Öztürk’ün kendi kişilikleri dışındaki bambaşka iki kişiye dönüştüğü “Bakarsın Bulutlar Gider” bir muammanın aydınlatılması üzerine kurulu. Yani aslında bir polisiye.

Bizleri, Anadolu Kaplanları ya da İslami burjuvazi olarak tanımlanan “yeni sınıftan” bir eve konuk ediyor.

Son yıllarda birbiri ardına yükselen sitelerden biri burası. Belki bir TOKİ evi. Perdeler, koltuk minderleri, sehpa örtüleri her şey beyaz ve altın yaldız iplik işlemeli. Pembe-beyaz bir kız çocuğu odasının sarı-beyaz yetişkin hali gibi. Yani işin içine altın hissi katılmış. Dışarıdan bakanlar sadece o altın yaldızlı prenses tüllerini görsün diye perdeler sıkı sıkı ve özenli çekilmiş. Tek kırışıklık yok. Duvarda ise bir erkek resmi. Sanki bu eve ait değilmiş gibi duruyor. Ne çerçevesi, ne bakışları, ne giyimi... Biri gelmiş de asıp gitmiş gibi, öyle uyumsuz, öyle yabancı.

Az sonra öğreniyoruz ki, fotoğraftaki kişi Betül’ün intihar eden eşiymiş. Orhan bir gün, şehrin bir diğer ucundaki, Bakırköy’deki bir apartmanın çatısından aşağı bırakıvermiş kendini. Bunları da Betül’ün Kaya ile konuşmasından anlıyoruz. Kaya kim mi? Bence çok iyi bir soru. Orhan’ın esnaf arkadaşı, Betül’le ilgili her şeyi biliyor ama Orhan Betül’e Kaya’yı hiç anlatmamış. Kaya’nın Bakırköy’deki o apartmanda evi varmış, Orhan intiharından önce bu eve girip çıkmış. Şimdi Betül’le konuşuyor. Orhan’ın bıraktığı bir emaneti getirmek için gelmiş.

Betül soruyor; niye Bakırköy’deki apartmandan kendini attı, sen niye buradasın? Sonra araya kalp kırıklıkları, Betül’ün intikam alır gibi yaptığı alışverişler, çocukluğundan beri beklediği hayalleri, hayal kırıklıkları giriyor. Sonra sorular önemsizleşiyor, derken yine bir duvar gibi, hayallerin önüne dikilen bir duvarın harcı gibi Betül’ün ağzından ısrarla dökülmeye başlıyor.

Bazı gerçekler vardır bir muammadır; gözün gördüğü, kalbin hissettiği hatta dilin söylediği. Buna rağmen aklın reddettiği gerçekler. Akıl gördüğünü itiraf ederse kendini yitireceğini sanır. Sonraları “Kondurmak istemedim” denir böyle durumlar için. Ama o gün gelene kadar, bir suça ortak olmuş gibi susulur. Çünkü her şey bir suç gibi yaşanmış, bir suçmuş gibi saklanmıştır. Belki de, ortadaki tek yanlış gerçeğin saklanması, bir yalana sığınılmasıdır. Ama bu kişilerin başka şansları var mıdır, işte bundan da emin değilim. Tıpkı Özen Yula’nın kimseyi yargılamayan yaklaşımında anlatmaya çalıştığı gibi. O yüzden biz de yazımızı, Yula’nın oyununun kapattığı gibi, Neşet Ertaş’ın “Yalan Dünyası” ile kapatalım: “Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu/ Sana karşı benim hayalim çoğdu/ Felek bulut oldu üstüme yağdı/ Yaşları gözüme dolan dünyada”.

DİĞER YENİ YAZILAR