Yargıya olan güven aşınmışsa...

Haberin Devamı

Hiçbir kurum, hiçbir dönemde toplumun yüzde yüz güvenine mazhar olmamıştır. Olması da zaten beklenmez. Ancak bazı kurumlar var ki onlara duyulan güvenin aşınmaması, aşındırılmaması son derece önemli.

Toplumsal güven konusunun önemli olduğu kurumların başında hiç kuşku yok yargı geliyor.

Bu zaten genel kabul gören bir doğru. Öteden beri iktidarıyla muhalefetiyle siyasetçilerin de toplumsal kanaat önderlerinin de hatta sıradan insanların da dile getirdikleri genel bir gerçek. Basmakalıp “et-tuz” örneği de hep verilir bu konudda. Bu örnekle, yargı, haksızlığa uğradığını düşünen bireyler açısından olduğu kadar, kamu düzeni ve toplumsal barış ve istikrar için de yargının son sigorta işlevi gördüğü anlatılmak isteniyor.

O nedenle, kuvvetler ayrılığı kuralının önemi vurgulanıyor, bağımsız ve tarafsız yargı üzerine hararetli tartışmalar yapılıyor.

Ama yargının tutumu hemen her dönemde tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Ya, “bağımsızlığı” tartışma konusu ediliyor ya da “tarafsızlığı”...

Özellikle son yıllarda ülke gündeminin en önemli maddeleri arasında yerini koruyan geniş kapsamlı siyasi davalar konu olduğunda tarafsızlık tartışması daha da alevleniyor.

Aslında belki sırf bu döneme ait değil, geçmiş dönemlerde de örneğin 28 Şubat sürecinde de, ondan önceki sancılı süreçlerde de yargının hakim siyasal rüzgarlara paralel bir duruş sergilediği yönünde çokça örnek bulunabilir.

Fakat bu dönem tartışma, çok daha ciddi boyutlara varmış durumda. Özellikle de özel yetkili yargı uygulamaları, daha doğrusu Silivri üzerinden yürüyen tartışma ister istemez siyasetle yargı kurumunu karşı karşıya getiriyor.

Dünkü adli yıl açılış töreninde Yargıtay Başkanı Ali Alkan’ın yakındığı siyaset-yargı gerilimleri ilk değil, son da olmayacak.

Ancak dün Ali Alkan’ın yakındığı son durum çok çarpıcı. Anamuhalefet partisi ile yargı arasındaki “Silivri” tartışması öyle sık rastlanabilecek bir örnek değil. Kılıçdaroğlu’nun özel yetkili yargı ile ilgili sözleri de yargının verdiği yanıt da normal, sıradan bir gelişme değil kuşkusuz.

O nedenle dün Yargıtay Başkanı üstü örtülü biçimde bu tartışmaya değiniyor ve Kılıçdaroğlu’nu uyarıyor:

“Yargı, üzerinden siyasi söylem geliştirilecek, popülizm yapılacak bir alan değildir...”

Kılıçdaroğlu’nun buna yanıtı elbette vardır. Fakat Ali Alkan’ın konuşması, eleştiri ve yakınmaları aslında genel doğruların, olması veya olmaması gerekenlerin altını çiziyor.

Fakat uygulamaya, özellikle de özel yetkili yargı alanındaki uygulamalara bakıldığında yargıya yönelik eleştirilerin tümüyle haksız ve yersiz olduğu söylenebilir mi?

Hayır...

Örneğin yargı tartışmalarını siyasal tartışma gündeminin ilk sıralarına taşıyan Silivri’deki uygulamalar...

Çifte standart iddiaları...

Bu davalardaki sahte; uydurma delil tartışmaları...

Bir önceki dönemde PKK terör örgütüne üyelik isnadıyla tutuklu yargılanan kişiyi, milletvekili seçilmesinden sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakan yargının, şimdi Haziran 2011’de seçilen Ergenekon, ve Balyoz davalarındaki tutuklu milletvekilleri için tutuksuz yargılama, adli kontrol mekanizmasını işletmemesi...

Ya da 15 yıl önce (28 Şubat) işlendiği iddia olunan darbe suçuyla ilgili yapılan tutuklamalar... Bu yargılama tutuksuz yapılamaz mıydı?

Bu ve benzeri tartışmalı yüzlerce örnek var. Ve ne yazık ki bu örnekler yargıya, yargı kurumuna olan güveni ciddi biçimde aşındırıyor.

Yargıtay Başkanı Alkan, bu tür iddia ve eleştiriler konusunda da şunu söylüyor dünkü konuşmasında:

“Yargıya yönelik şikayetlerin yaygınlık kazanması, her durumda şikayetin haklılığını göstermez. Hatta bazen şikayet sahiplerinin yaygınlaşmış haksızlıklarına işaret edebilir...”

Haklı olabilir Alkan. Ama bu doğru tesbit ne yazık ki, durumu değiştirmiyor. Silivri yargılamalarındaki iddia ve yaygınlık kazanan soru işaretleri yargı açısından ciddi bir güven sorunu haline dönüşmüş durumda bugün.

Çünkü bazı uygulamalar, akla ve mantığa uymadığı gibi vicdanlara da sığmıyor...

*****


Vatan 10 yaşında...

2000’li yıllar Türkiye’nin siyasi, iktisadi ve sosyal açıdan yaşadığı derin ve köklü değişim ve dönüşüm yılları oldu.

İşte bu değişim ve dönüşümün ivmelenmeye başladığı süreçte, 4 Eylül 2002’de yayın hayatına başladı Vatan Gazetesi.

Dinamik haberciliği, araştırma ve yorumlarıyla kısa sürede Türk basını içerisinde etkin bir yer edinen ve bu oldukça sancılı, kritik değişim ve dönüşüm sürecine ayna tutan Vatan bugün 10 yaşında. Dileğim, kuruluşundan itibaren görev yaptığım gazetem Vatan’ın tıpkı batı ülkelerindeki örnekleri gibi 100. ve sonraki kuruluş yıllarını da kutlayabilmesi...

DİĞER YENİ YAZILAR