Demokratikleşme reformlarını tamamlayarak Avrupa Birliği'nden tam üyelik müzakereleri için aralıkta takvim alabilmek Başbakan Tayyip Erdoğan ve partisinin en önemli siyasi önceliklerinden biri. Bu siyasi hedefe dönük gerekli yasal ve İdari düzenlemeleri hayata geçirebilmek için hükümetin kararlılığından kimsenin kuşkusu yok.
Ancak AB'ye tam üyeliğin koşulları sadece Kopenhag siyasi kriterlerinden ibaret değil. Müzakerelerin başlayabilmesi için siyasi kriterleri tutturabilmek yeterli ama tam üyelik için ekonomik kriterlerin de uygunluğu gerekiyor.
İşte bu noktada 2005 yılı şubat ayında süresi dolacak olan stand-by anlaşmasından sonra IMF ile nasıl bir ilişki düzenine geçileceği önemli. Ki, bu sadece AB'ye tam üyelik için olmazsa olmaz koşullardan biri olan Maastrich kriterleri için değil, kısa vadede ekonominin izleyeceği rota açısından önem taşıyor. Ekonomide sağlanan nisbi istikrar ortamının korunabilmesi ve daha önemlisi de IMF'e önümüzdeki üç yıllık sürede yapılacak 26 milyar dolarlık borç geri ödemesi için önem taşıyor.
Mevcut koşullarda IMF'siz yola devam edebilmenin zorluğunu ekonomiden sorumlu bakanlar, bürokratlar ve muhtemelen Başbakan Erdoğan da çok iyi görüyor. Şubat 2005ten itibaren IMF ile yeni bir anlaşmanın kaçınılmazlığı kabul ediliyor. Ama nasıl bir anlaşma? İşte bu konuda hükümet henüz net bir karar verebilmiş değil.
Ekonomi bürokratlarının ve bazı AKP kurmaylarının önerisi, tıpkı bugün yürürlükte olan anlaşmanın benzeri, 8-10 milyar dolarlık taze krediyle desteklenen yeni bir stand-by.
Gerçekçi çözüm bu...
Ancak AKP kurmaylarını tereddüde sürükleyen, düşündüren, yakın geçmişte yaşanan dramatik bir sonuç var: 2001 krizinin ve ardından IMF ile yürütülen programın, Bülent Ecevit hükümetini oluşturan koalisyon partilerinin 2002 seçimlerinde barajda boğulmalarına, silinmelerine yol açması...
Bu örnek AKP'lilerin gözünü korkutuyor.
Bugün hükümet, ekonomik program hedeflerini, bütçede öngörülen faiz dışı fazla hedefini tutturmakla övünüyor ama öte yandan kamu yatırımlarında büyük ölçüde daraltmaya gitmenin yarattığı ekonomik ve sosyal sıkıntılan da elbette biliyor. Sıkı maliye politikalarının, ücret ve gelirler politikalarının yarattığı sosyal maliyetleri görüyor ve bunun 2006 veya en geç 2007 yılında yapılacak genel seçimlerde siyasi fatura olarak önlerine gelebileceğini de ihtimal dahilinde görüyorlar.
O yüzden IMF ile nasıl bir anlaşma yapılacağı konusunda net bir açıklama yapamıyor Devlet Bakanı Ali Babacan. "Hazırlıklarımız sürüyor, üç yıllık yeni bir program hazırlıyoruz" diyor.
Söylediğine göre de bu programın sosyal yönü ağırlıklı olacakmış. Yani dar gelirli kesimleri koruyacak, onların refah düzeylerini yükseltecek, işsizliği azaltacak, üretimi ve yatırımı artıracak bir program olacakmış bu...
Açıkça ilan edilmiyor ama hükümetin iki temel kaygısı daha var: Birincisi, yeni programı IMF dikte etmiyor, bizim hazırlayacağımız programı IMF kabul edecek demek istiyorlar. İkincisi de "Kemal Derviş'in programını sürdürüyorlar" takıntısından kurtulmak istiyorlar.
Onun için şimdi Ali Babacan'ın koordine ettiği bir "milli program" hazırlığı var.
Ancak, adına "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" da deseniz, "Milli Program" veya "Ak Program" da deseniz, son sözü yine IMF söyleyecek. IMF'in performans kriterleri de öyle çok esnek veya değişken değil...
Sosyal yönü kuvvetli program hazırlığı ve IMF
Demokratikleşme reformlarını tamamlayarak Avrupa Birliği'nden tam üyelik müzakereleri için aralıkta takvim alabilmek Başbakan Tayyip Erdoğan ve partisinin en önemli siyasi önceliklerinden biri
Haberin Devamı