AB: Evet, Türkiye özel bir vak'a

Bunu Karma Parlamento Eşbaşkanı Lagendijk söylüyor ve ekliyor: Türkiye bir Malta, Kıbrıs ya da Çek Cumhuriyeti değil. Büyük bir ülke, tabii ki özel muamale görecek

Haberin Devamı

Avrupa Birliği konusunda Türkiye'de uzun süredir tartışılan konu, Türkiye'ye çifte standart uygulandığı, başka hiçbir aday ülke için öngörülmeyen koşulların Türkiye'ye dayatıldığı yakınması. Bu yakınmadan yola çıkılarak AB'nin Türkiye'yi bölmek istediği, zaten her şeyi yapsa da tam üye yapmayacağına kadar vardırılıyor.

Brüksel'de yapılan Karma istişare Komitesi toplantısının açılış konuşmalarına da bu hava bir ölçüde yansıdı. Bazı sivil toplum örgütü temsilcilerinden gelen sorular AB temsilcilerinde muhtemelen bu izlenimi uyandırdı. En sonunda Karma Parlamento Eşbaşkanı Joost Lagendijk, açık yüreklilikle "Evet size özel muamele yapılıyor" deme gereğini duydu. Hemen ardından da ekledi: "Bunu siz de biliyorsunuz, size özel muamele yapılıyor, çünkü siz özel vak'asınız. Türkiye bir Malta, Kıbrıs ya da Çek Cumhuriyeti değil. Türkiye çok büyük ülke, tabii ki özel muamele görecek. Türkiye tam üye olduğunda AB'nin yapısını, geleceğini değiştirecek büyüklükte."

Pamuk, Dink, Kaboğlu...
Evet, Türkiye'ye özel muamele yapılıyor, bazı kriterler konusunda daha titiz yaklaşılıyor. Ama Türkiye de AB'deki karşıtlarına malzeme üretmekte oldukça cömert. AB ile hemen her önemli toplantı öncesinde dikkatleri çekecek bir olumsuzluk meydana geliyor. Ankara'da Troyka Toplantısı yapılacak, üç gün önce istanbul'da gösteri yapan kadınlara polis meydan dayağı atıyor, ardından bir kaymakam çıkıp, Orhan Pamuk'un kitaplarının toplatılıp imha edilmesini istiyor. Son örnek önceki gün Ankara'da öğretmen eyleminde yaşananlar, Güvenpark'ta öğretmenlerin coplanması. Olli Rehn, bu olayı "polisin barışçıl bir gösteride şiddet uygulaması" olarak değerlendiriyor. Orhan Pamuk, Hrant Dink, İbrahim Kaboğlu haklarında açılan davalar da ifade özgürlüğü ile ilişkilendiriliyor.

Ve bu gelişmeler, Türkiye'nin anayasa ve yasa değişiklikleri ile gerçekleştirdiği demokratikleşme ve siyasi reformların kağıt üzerinde kalmasına, uygulamaya geçirilememesine örnek olarak gösteriliyor. Gerek Rehn, gerekse de Lagendijk, 'AB'deki Türkiye dostlarının elini güçlendirecek gelişmeler olmuyor" diye yakınıyor. 17 Aralık'tan sonra Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin ciddi olduğunun görülmesi üzerine Avrupa'da Türkiye'ye karşı muhalefetin arttığını vurgulayan Lagendijk, benzer bir durumun Türkiye'de de yaşandığının altını çiziyor: "Türkiye'de bugün bir yanda AB'ye tam üye olmasını isteyen reformcular var ama bir tarafta da buna karşı olan tutucu çevreler var. Karşı olanlarca bilinçli provokasyonlar yapılıyor. Ki bu o çevrelerin hâlâ iktidar sahibi olduklarını gösteriyor. Bazı şeyler kaza değil. Bu provokasyonların akılcı biçimde engellenmesi gerekir..."

Kürt sorunu
Bir başka mesaj da Güneydoğu ve Kürt sorunu ile ilgili geliyor. Başbakan Erdoğan'ın Kürt sorunu tanımı ve çözüme ilişkin ifadeleri AB cenahında takdir toplamış durumda. Ancak bölgedeki terör ve çatışma ortamının tırmanmasının AB sürecini olumsuz etkileyeceğinin altı çiziliyor ve hükümetin bu bölge için "Sürdürülebilir bir ekonomik ve sosyal kalkınma programı"nı zaman geçirmeden uygulamaya başlaması öneriliyor. Aslında bu eleştiriler Türk tarafı için de sürpriz değil. Bu dönem Karma istişare Komitesi'nin Eşbaşkanı görevini yürüten DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi'nin de, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun da yakındığı konular bunlar. Gerek Hisarcıklıoğlu ve Çelebi, gerekse de diğer sivil toplum örgütlerinin başkanları umutsuz değiller.

Avrupa kamuoyundaki Türkiye aleyhtarlığını kırmanın bir yolunun da kendilerinin yürütecekleri etkin lobi faaliyetlerinden geçtiğinin farkındalar. Sendika ve sivil toplum örgütleri ile daha yoğun bir ilişki ve işbirliği yürütmek ve kuvvetli bir imaj kampanyası ile rüzgarın yönünün değiştirilebileceğine inanıyorlar.

Ama tabii ki demokratikleşme reformlarının bir an önce gerçekten uygulamaya geçirilmesi, onların da ellerinin güçlendirilmesi gerekiyor...

DİĞER YENİ YAZILAR