Gelişmiş ekonomilerde mali piyasaları kasıp kavuran likidite krizinin birinci yıldönümünde küresel konjonktürün sorunlarına bakmaya devam ediyoruz. Bundan önceki yazılarda ağırlığı para politikalarına verdik. Enflasyon ve döviz kurları ile bağlantısını gördük.
Bugün reel ekonomiye bakıyoruz. İki hususu özellikle vurgulamak gerekiyor. Bir: Zenginliğin kökeninde teknoloji, eğitim düzeyi, sermaye birikimi, verimlilik, vs. reel etkenler yatar. İki: İktisat politikalarının amacı reel ekonomide arzulanan sonuçların sağlanmasıdır.
Bu gerçekler mali piyasaların ya da para politikasının önemsiz olduğu anlamına gelmez. Piyasa ekonomilerinde mali sistem hayati bir işleve sahiptir. Ancak asla reel ekonominin yerini alamaz.
Küresel dengesizlik modeli
Birkaç yıldır israrla tekrarladığımız bir gerçek var. 1990’ların başında itibaren küresel ekonomide çok ciddi reel dengesizlikler birikti. Yaşanan sorunların kökeninde bunlar yatıyor. Dengesizlikleri ortadan kaldırmadan sorunların çözüme kavuşması mümkün değildir.
Hangi dengesizlikler? Çıplak gözle görünenle başlabiliriz: Dış açık ve dış fazlalar. Bir tarafta başta ABD olmak üzere sürekli dış açık veren ülkeler yer alıyor (Türkiye bu grupta). Diğer tarafta ise başta Çin ve diğer Asya ülkeleri olmak üzere dış fazla veren ülkeler var. Son dönemde petrol ihracatçısı ülkeler de bunlara katıldı.
Basit bir model kullanalım. Küresel üretim ve talebin ülkeler arasında dağılımını düşünelim. Üç tür ülke olabilir. Bir: Talebi üretiminden düşük ülke (dış fazla). İki: Talebi üretiminden yüksek ülke (dış açık). Üç: Talebi üretimine eşit ülke (dış denge).
Üçüncü grup bu noktada ilgi alanımıza girmiyor. Diğer ikisi arasındaki ilişki ise çok ilginç: İlkinin ürettiğini ikincisi tüketiyor. Nasıl? İşte bu noktada devreye mali kesimi sokabilirsiniz. Bir şekilde ikinci ülkenin üretimden elde edilmeyen gelirle harcama yapabilmesini mali sistem sağlıyor.
Şimdi dengesizliğin düzeltilmesine geçelim. Dış açıklı ülkenin tüketimini üretimine eşitlediğini düşünelim. Dış fazlalı ülkede de talep ve üretim eşitlenecektir. Önünde iki yol vadır: Ya üretimini kısacak ya da iç talebini aynı oranda artıracak.
Olayın bu boyutunun doğru kavranması son derece önemlidir. ABD’nin dış açığını kapatması ancak dış fazla veren ülkelerde ciddi yapısal dönüşümlerle mümkündür.
Düzeltmenin neresindeyiz?
Küresel konjonktüre bu açıdan bakınca ne görüyoruz? İç talepte durgunluk ve doların değer kaybı ABD’nin dış açığında büyümeyi durdurdu. Milli gelire oranında küçük bir gerileme de ortaya çıktı. Ancak hâlâ yıllık 700 milyar dolar civarında dış açığı var.
Başta Çin, dış fazla veren ülkelerin tavrı ise şimdilik belirsiz. Yakın geçmişte büyük başarı ile uyguladıkları ihracata yönelik sanayileşme/büyüme modelinden vazgeçecekler mi? Vazgeçebilirler mi? Direnirlerse dünya ekonomisine ne olur?
Lafı uzatmak istemiyorum. Reel ekonomi perspektifinden bakınca küresel sorunların hızla çözülebileceğine inanmıyorum. Küresel düzeltme henüz başlangıç safhasında. Bence beklenenden çok daha uzun sürecek, daha sancılı ve sıkıntılı geçecek. Haberiniz olsun...
Küresel düzeltme üzerine
Haberin Devamı