IMF ile bir Standby Anlaşmaları dönemi daha bitti. Bu dizi 1999’un sonbaharında başlamıştı. Sekiz buçuk yılı kapsadı. Hazırlık dönemini ve önceki daha gevşek ilişkiyi de katarsak on küsur yıla çıkıyor.
Türkiye’nin IMF ile gerçekleştirdiği istikrar programları içinde, artısı ve eksisi ile, hem en uzunu hem de en başarılısıdır. Bundan öncekiler daha kısa sürmüştü. 1958’i hariç tutarsak, sadece geçici ve kısmi bir istikrarla sonuçlanmıştı.
IMF’nin kamuoyunda ciddi bir kutuplaşma nedeni olduğu biliniyor. Bir kesim IMF’yi kayıtsız şartsız destekledi. Ekonomideki tüm olumlu gelişmeleri ondan bildi. Diğer kesim ise aynı kararlılıkla karşı çıktı. Tüm olumsuzlukları IMF’ye bağladı.
Bu tür tartışmalı konularda kendi tavrımı açıklamayı severim. Program zaten bittiğine göre pratik bir yarar beklemiyorum. İlişkinin eski hali ile sürdürülmesine karşı çıktığımı zaten yeni yazmıştım.
Siyasi irade esastır
Durum tesbiti ile başlayalım. Sekiz buçuk yılda Türkiye ekonomisi büyük mesafe katetmiştir. Enflasyon, bütçe dengesi, kamu borcu, bankacılık kesimi, yabancı sermaye girişi, vs. tüm göstegeler daha sağlıklı, daha az kırılgan bir ekonomiye işaret etmektedir.
“Kökten IMF’ci” kesime göre bu gelişmeler IMF sayesinde olmuştur. Aralarında IMF’siz kalınca hızla eski günlere geri dönüleceğine inananlar çoktur. İç dinamiklerin etkisi yok denecek kadar azdır.
Bu görüşe kesinlikle katılmıyorum. Birazdan IMF’nin olumlu katkılarına değineceğim. Bence bugünkü istikrarın esas belirleyicisi IMF değildir. Türkiye’nin iç dinamikleridir.
Başarının anahtarı içeride ekonomik istikrarı hedefleyen siyasi iradenin varlığıdır. Nedenlerine burada girmeye gerek yok. Seçmen popülizmden soğumuştur. Hükümetler mali disipline uymuş ve acıtan reformları hayata geçirmiştir. İstikrarın getiren bunlardır.
Tersten örneği yakın geçmişte bulabiliriz. 1994 başında ekonomide yangın çıkınca Çiller IMF ile anlaştı. Ama ortalık biraz sakinleşince programı yarıda kesip eski usullere dönmekte tereddüt etmedi. 1999 sonrasında olmayan budur.
IMF’nin sevap ve günahları
Ya IMF? İstikrara hiç mi katkısı olmadı? Bunu söyleyemeyiz. İki kritik katkısı öne çıkmaktadır. Bir: iktisat politikalarına güvensizliği kısmen hafifletmiştir. İki: geçiş döneminde kaynak sağlamıştır. IMF kredisinin 30 küsur milyar dolara kadar tırmandığını unutmayalım.
Her ikisi de enflasyonla mücadele sürecinin ekonomik ve toplumsal maliyetini düşürmüştür. Sıfırlanması zaten mümkün değildir. Ama Türkiye’nin aynı politikaları IMF onayı ve kaynakları olmadan uygulaması halinde çok daha ağır bir bedel ödenirdi.
Ancak bilançonun pasifi de kabarıktır. 2001 krizinde ciddi sorumluluğu vardır. Fatura sadece Ecevit hükümetine ve bürokrasiye çıkartılamaz. O zaman da yazdık ve söyledik. ABD’de bugün yaşananlar bu vargıyı doğrulamaktadır.
Keza, 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları da IMF güdümünde gerçekleşmiştir. Ekonominin gelip sıkıştığı “sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist büyüme” konjonktüründen kesinlikle IMF de sorumludur.
Neyse, bunun Türkiye’nin IMF ile son programı olmasını temenni ederek bitirelim.
IMF’yi değerlendiriyoruz
Haberin Devamı