Türkiye IMF ile yeni bir anlaşma yapmalı mı? Konu eski anlaşmanın sona erdiği ilkbahardan bu yana yoğun şekilde tartışılıyor. “Evet” diyenler kamuoyunda ezici bir çoğunluğa sahip iş alemi, finans kesimi, medya, iktisatçılar vs. IMF ile anlaşma istiyor.
“Hayır” kampında başı hükümet çekiyor. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın IMF’nin öne sürdüğü koşullara itiraz ederken kullandığı “ümüğünü sıkma” ifadesi tartışmayı renklendirdi. Popüler kültüre girmesini sağladı.
Doğallıkla, bana da soruluyor. İki farklı düzeyde cevap veriyorum. Biri siyasi konjonktürden kaynaklanıyor. Başbakanın yerel seçimlere IMF’siz girmek istediğini uzun süredir söylüyorum. Derinleşen küresel krize rağmen kararını değiştirmedi.
Diğerinin geçmişi 2004 yazına gidiyor. 2001’de Derviş’in gerçekleştirdiği üç yıllık anlaşma 2004 ilkbaharında bitince, içerideki “IMF lobisi” yine bastırmıştı. Ben karşı çıktım (26 Haziran-6 Temmuz 2004 arasındaki dört yazı). IMF’siz devam edilmesini savundum.
Koşullar önemlidir
Bir konuya baştan açıklık getirelim. IMF karşıtı değilim. Tam tersine, IMF’nin belirli koşullarda son derece yararlı bir kurum olduğunu düşünüyorum. Hangi koşullar? Yanlış politikalar sonucunda döviz sıkıntısına düşülmesi ya da kronik enflasyonla mücadele.
Her iki durumda IMF’den alınan destek, oluşmuş dengesizliklerin düzeltilmesinin ekonomik maliyetini ciddi şekilde düşürüyor. Zaten IMF’nin bu amaçla kurulduğunu hatırlatalım.
Bu bağlamda, Türkiye’nin 1999 sonunda ve 2001’de devreye soktuğu stand-by anlaşmalarını hararetle destekledim. Enflasyonla mücadele programını popülist eleştirilere karşı savundum. Hatta IMF’nin 2001 krizindeki rolünün bile fazla üstüne gitmedim.
Çünkü o günlerde IMF’nin katkı yapabileceği bir süreç yaşanıyordu. Yüksek enflasyon, devasa kamu açıkları ve patlayan kamu borcu iktisat politikaları tüm güvenin yitirilmesine yol açmıştı.
En somut kanıtı, IMF’nin tepe noktasında otuz küsür milyar dolar mali destek vermesine ve iktisat politikalarını doğrudan kontrol etmesine rağmen 2001’de ve sonrasında TL’ye saldırıların sürmesidir. Velhasıl o tarihlerde Türkiye’nin IMF’ye ihtiyacı vardı.
Popülizm korkusu
Aynı şeyi bugün için söyleyebiliyor muyuz? IMF ile yeni anlaşmayı destekleyen meslektaşlarla bu konuyu tartışıyoruz. Döviz rezervleri, enflasyon düzeyi, kamu borcu, dış borç, vs. temel göstergelerden hangisinin IMF’yi gerektirdiğini açıklamakta zorlanıyorlar.
Sonunda tüm argümanların dönüp dolaşıp aynı noktada düğünlendiği anlaşılıyor. “Bütün yollar Roma’ya çıkar” misali, Türkiye’de bütün korkular mali disiplinin sürdürüleceğine olan güvensizlikte birleşiyor. 2004’de aynı olayı gözlemiştim.
Çok ilginç buluyorum. Türkiye dünyanın en sıkı maliye politikasını fiilen dokuz yıldır (2008 dahil) uyguluyor. Ona rağmen herkes hükümetin ilk fırsatta popülizme kaymasını bekliyor. Dolayısı ile mali disiplin için IMF sopasından medet umuyor.
Elbette olay bu kadar basit değil eleştirilecek başka konular da var. Ancak yerim bitti onlar bir başka yazıya kaldı.
IMF ile anlaşma
Haberin Devamı