Boğucu yaz sıcakları galiba bitti. Havalar az da olsa serinledi. Eskiler “Ağustos’un yarısı yaz, yarısı kış” derler. Bu yıl yaz bölümü hem çok sıcak geçti hem uzadı. Gene de sonbaharın yakında bir yerde olduğunu hissettiren işaretler beliriyor.
Yazın son günlerinden yararlanıp genel bir değerlendirmeye başladım. Şeker Bayramı’na bir şey kalmadı. Ardından referandum geliyor. O arada ekonomide fazla hareket olacağını sanmıyorum.
Geçen yazıda kriz döneminde ve sonrasında bozulan ezberlere değindim. Enflasyon, faiz, kur vs. temel göstergelerin geçmişten farklı davranışlarına işaret ettim. IMF anlaşması ve Mali Kural tartışmalarını hatırlattım. Tahmin ve tavırlarımı hatırlattım.
Bugün madalyonun öbür tarafına bakmak istiyorum. İnsan gayri ihtiyari önceliği tutturduğu tahminlere veriyor. Halbuki tutmayanlar da var. Onları da pertavsız altına almak, yanılgının kaynaklarını aramak gerekiyor.
Otomotivde kuyruklar
Dün gazetelerde otomotiv sektörü haberleri yer aldı. “Git showroom’a, al arabanı çık” eskide kalmış. Satıcı firmaların önünde kuyruklar oluşmuş. Pek çok modelde bir, iki ay sonrasına tarih veriliyormuş. Satışlar rekor kıracakmış.
Biraz irdeleyelim. Dayanıklı tüketim harcamalarının canlı seyrettiğine işarettir. Araç alımında peşin para enderdir. Kredili satışların ağırlıktadır. Nitekim son aylarda kredi hacmi hızlı artıyor. Demek ki tüketici gelirinin üstünde harcama yapıyor.
Talep iyidir, ekonomiyi canlandırır diye düşünebiliriz. Ama bir sorun var. Otomotiv pazarında yerli üretimin payı yüzde 25’in altındadır. Yani talebin dörtte üçü ithalata gidiyor. Borçla yaratılan iç talep AB’nin otomobil üreticilerine yarıyor.
Bu örnek 2010 sonbaharında Türkiye ekonomisinin en büyük açmazını özetliyor. İç talep canlanıyor ama aşırı değerli TL bu talebi iç üretim yerine ithalata yönlendiriyor. Aynı anda ihracatı köstekliyor. Canlı iç talebe rağmen büyüme yetersiz kalıyor. Dış açık patlıyor.
Krizde kaçan fırsat
Bunu neden anlattım? Çünkü TL’deki bu değer artışını öngöremedim. Tam tersine, kriz ve sonrasında iktisat politikasının temel amaçlarından birinin döviz kurunda gerekli düzeltmenin sağlanması olacağını düşündüm. Kuru hep daha yüksek tahmin ettim. Yanıldım.
Aslında gerçekler kriz öncesinden ortaya çıkmıştı. Aşırı değerli TL ile Türkiye ekonomisi ancak iç taleple büyüyebiliyordu. Oluşan dış açıkları ise uzun dönemde sürdürmek olanaksızdı. Döviz kurunda mutlaka bir düzeltme gerekiyordu.
Bu açıdan, küresel kriz bir fırsattı. İç ve dış talep çökmüş, enflasyon gündemden düşmüş, sermaye hareketleri tersine dönmüştü. Daha rahat bir ortam olamazdı. İktisat politikasının küçük bir desteği rekabetçi kura geçmek için yeterli olabilecekti.
Ama destek gelmedi. “Şunu yaptık, bunu ettik” argümanları beni hiç ikna etmiyor. İngilizler “pastanın kanıtı yenmesidir” derler. TL’nin bugünkü değeri, kritik dönemde rekabetçi kur için gerekli çabanın gösterilmediğine yeterli kanıttır. Gerisi boş laftır.
Yazık oldu; önemli bir fırsat kaçırıldı. Düzeltme belirsiz bir tarihe atıldı. Düzenli olması ihtimali azaldı. O arada ithal araçlar için uzun kuyrukların oluştuğu bugünlere gelindi. Konu çok önemlidir; devam edeceğim.
Döviz kurunu tutturamadım
Haberin Devamı