Geçen pazar çıkan “Yunanistan mağdur mu?” yazıma beklemediğim bir tepki geldi. Maalesef araya büyüme ve enflasyon verileri girdi. Ama fevkalade önemli bir konuya işaret ediyor. Geri dönme ihtiyacını duydum. Krugman’ın çözüm reçetesi şöyle idi:
“Almanların ve Avrupa Merkez Bankası’nın bir an önce esas kendi davranışlarının değişmesi gerektiğini anlamaları, yani daha çok harcamaları ve daha yüksek enflasyonu kabul etmeleridir. Yoksa Yunanistan tarihe başkasının kibrinin mağduru şeklinde geçer”
Gelen “Victim Yunanistan” başlıklı mesajı harfiyen aktarıyorum (paragrafları birleştirdim).
“Yunanistan ve başka güney memleketleri çok borç yemiş. Akdeniz’den çözüm önerisi yapıyorsunuz: Almanya enflasyon yapsın. Enflasyon Yunan’ın borcunu ve Alman’ın birikmiş parasını değersizlendirsin. Alman Rum’un borcunu ödemiş olsun. Yiyici milletler dayanışması. Siz o kafada olduğunuzdan Almanlar da Türkiye’yi birliğe istemiyor. Sükan (ben de Almanya’da yaşıyorum ve Yunan’ın borcunun benim paramla ödenmesini istemiyorum)”
Neden önemsediğim sanırım çok açık. Okuyucum Türkiye kökenli ama Alman toplumunun bakışını içselleştirmiş. Bütün tezleri kullanıyor. Akdeniz, yiyici millet, Türkiye karşıtlığı, Alman vergi mükellefi... Merkel’de somutlaşan zihin haritasını iyi yansıtıyor.
Alacaklının açmazı
Alacaklı-borçlu ilişkisi daima çok boyutludur. Nasreddin Hoca hikâyesi tam oturur. İki taraf da haklıdır. Alacaklı geri almak üzere para vermiştir. Kontratın yerine getirilmesini ister. Borçlu ödeme gücünü kaybetmiştir. Sözünü tutması olanaksızdır.
Ahlaki açıdan alacaklı haklıdır. Özdeyişler bunu yansıtır. “Borç yiyen kesesinden”, “ayağını yorganına göre uzat” vs. Borçlu ödeme gününün geleceğini hesaplamalıydı. Borcun üstüne yatmak ahlaken tasvip edilemez.
Siyasi boyut daha sorunludur. Özellikle ırkçı söylemden kaçınmak gerekir. Sık duyulan güneyin kuzeyden daha az çalıştığı iddiası yanlıştır. Tersine, yıllık çalışılan saat Yunanistan’da (Türkiye’de vs.) Almanya’dan (Hollanda’dan vs.) yüksektir.
Ekonomi ise alacaklıyı zor bir açmazla karşı karşıya bırakır. Bankacılar iyi bilir. Borçluyu suyun üzerinde tutmak hayati önem kazanır. Çünkü borç gelirden ödenir. Gelir üretimle elde edilir. Borçluyu üretemez hâle getiren alacaklı hiçbir şey alamaz.
Borçlu bir şirket üzerinden gidelim. İflasta sabit varlıklar hurda fiyatına satılır. Markalar kaybolur. Yetişmiş insan gücü ve bilgi dağılır. Borcun cüzi kısmı karşılanır. Ya da şirketin üretimi sürdürmesi sağlanır. Borcun daha büyük bölümü ödenir.
Üzüm ve bağcı
AB’de bölge-içi borçların nihai alacaklısı Almanya’dır. Yani fatura sonunda Alman vergi mükellefine çıkacaktır. Bu konuda hiç tereddüt olmaması gerekir. Kendisine fiili maliyetini iki yaklaşımdan hangisini seçtiği belirleyecektir.
Bağcıyı dövebilir. Güney ülkelerini batırır. Alacakların üzerine bir bardak su içer. Herkes kaybeder. Ya da üzüm yemeyi dener. Güney ülkelerini kurtarır. Alacağının bir kısmını siler. Gerisini tahsil eder. Asgari zararla atlatır. Herkes kazanır.
Okuyucumun mesajı Almanya’da ilk seçeneğe desteğin gücünü gösteriyor. Bence hatalıdır. Ama alacak da, karar da onların; bir şey diyemem.
Almanya’nın seçeneği
Haberin Devamı