AB ve Türkiye

AB’nin ellinci yılını değerlendiriyoruz. İlk iki yazıda bir Avrupa federalistinin perspektifinden AB’nin geçmişine ve geleceğine baktık. Olumlu şeyler söyledik. Sıra AB’nin Türkiye ile ilişkilerine geldi

Haberin Devamı

AB’nin ellinci yılını değerlendiriyoruz. İlk iki yazıda bir Avrupa federalistinin perspektifinden AB’nin geçmişine ve geleceğine baktık. Olumlu şeyler söyledik. Sıra AB’nin Türkiye ile ilişkilerine geldi.

Ortak Pazar 1957’de kuruldu. Hemen ardından Yunanistan ve Türkiye’nin özel ilişki arayışı başladı. Türkiye’nin Ortak Pazar üyeliğine geçişini düzenleyen ilk anlaşma 1963’te imzalandı. Teorik olarak AB’nin yedinci ya da sekizinci üyesi olma hakkına tekabül ediyordu. Bu bakımdan, pazar günü Berlin’de gerçekleşen ellinci yıl kutlamalarında Türkiye’nin yer almaması çok acıdır. Yola bizimle beraber çıkan Yunanistan otuz yıl önce onuncu üye oldu. Türkiye’nin önümüzdeki otuz yılda otuzuncu üye olup olmayacağı ise hâlâ belirsiz.

İki farklı dönem
Neden böyle oldu? Kabahat kimin? Bu soruların cevabını vermek için 1963’ten günümüze geçen kırk dört yılı iki ayrı döneme ayırmak gerekiyor. Sonucu baştan söyleyelim. İlkinde kabahat Türkiye’nin, ikincisinde AB’nindir.

1963 yılında Türkiye’yi yönetenler gerçekten gümrük birliğine üyelik istiyorlar mıydı? Hayır. Ortak Pazar’la ilişkinin amacı önemli bir diplomatik forumu Yunanistan’a kaybetmemekti. Ekonomik boyutunu zamanı gelince düşünürüz yaklaşımı hakimdi.

1960’lar ve 1970’lerde Türkiye iç piyasaya yönelik sanayileşme deniyordu. Gerek siyasiler gerek iş alemi gümrük birliğinin tam zıttı korumacılık ve dış ticaret anlayışlarına sahipti. Yani gümrük birliği için hiç hazırlık yapılmadı. Kanıtı, 1970’lerin sonunda Yunanistan’la birlikte üyeliğe müracaat önerisini Ecevit hükümetinin reddetmesidir.

1980 askeri rejimi ilişkileri askıya aldı. Normalleşmesi için 1980’lerin sonunu beklemek gerekti. O arada Türkiye’de değişmiş, ihracata yönelmiş, piyasalarını dış rekabete açmıştı. 1989’da Özal üyelik hakkını talep etti.

O andan itibaren AB’nin Türkiye’yi oyalama taktikleri devreye girdi. Ortak Pazar AB’ye dönüşmüştü. Anlaşmadan doğan hakkın gümrük birliği ile sınırlı olduğu söylendi. 1996’da Türkiye üye olmadan gümrük birliğini gerçekleştirdi. Sonrası biliniyor.

AB’ye girecek miyiz?
İki soru iç içedir. Türkiye girecek mi? AB alacak mı? İlki o kadar ilginç değil; çünkü bizim irademizdir. Diğeri bizim kontrolümüz dışındadır. Ne yönde seyredeceğini anlamaya çalışmamız doğaldır. Birkaç önemli gördüğüm temayı kısaca özetlemek istiyorum.

Türkiye’nin üyeliği AB’nin geleceğinde bir mihenk taşıdır. Felsefi, siyasi, toplumsal, ekonomik vs. AB’nin geleceği büyük ölçüde bu karar çerçevesinde belirlenecektir. Türkiye karşısındaki her tavır bir AB vizyonuna tekabül etmektedir.

Türkiye karşıtlığında iki ana eğilim öne çıkıyor. Biri Hristiyan Avrupa isteyenlerdir. Nüfusu Müslüman Türkiye’ye Avrupa’da yer yoktur. Diğeri hızlı federalleşme arzulayanlardır. Büyük lokma Türkiye siyasi entegrasyonu zorlaştıracaktır.

Türkiye’ye desteği bu iki eğilimin karşıtları vermektedir. Değerler Avrupası isteyenler için demokratik Türkiye mutlaka AB’ye katılmalıdır. Keza Türkiye’nin üyeliği gevşek birliği tercih edenler tarafından yararlı görülmektedir.

Bu mücadele nasıl biter? Ben iyimserim. Çünkü Türkiye karşıtları çağın ruhu ile çelişen bir zemine oturuyor. Bizlerin hayatını zorlaştıracakları kesindir. Ama Türkiye’nin üyeliğini engelleyecek manevi ve maddi gücü toparlayabilmeleri ihtimali bence yoktur.

DİĞER YENİ YAZILAR