“Zihinde fotoğraf makinesi gibi mekanik bir gözlemci yoktur. Her gözlem bir yaratıdır, her hatıra bir yeniden yaratıdır.” –Oliver Sacks, Mars’ta Bir Antropologİnsanlar ikiye ayrılır derler.Bazıları gözlemlemeye, bazıları yaşamaya gelmiştir bu dünyaya.Bazıları izleyicidir, bazıları oyuncu.Hem oyuncu hem izleyici olmaya kalktığınızda ise sıradan bir insandan çok yorulur bünye.Nekahat dönemi ister.Mola ister.Ben şurada durayım, sen orada biraz oyalan der.Benim bünye de öyle bir bünye.Ne izlemekten, ne de oynamaktan vazgeçemiyorum.Ve bu bazen, bir tiyatro oyuncusunun, seyircinin arasına karışıp hikayeyi interaktif bir noktaya çekmesine benziyor.Ben öyle yaşıyorum.Yaşadıklarımdan geriye kelimeler kalıyor, cümleler kalıyor…İnsanlar gidiyor.İnsanlar unutuluyor.Anlılar kalıyor.Geçen hafta kar münasebetiyle eve hapsolduğum bir gün, evde sakladığım eski fotoğraf kutusunu karıştırdım.Bir zamanlar yazarak profil çıkarmayı sevdiğim kadar insanların fotoğraflarını çekmeye de meraklıydım.Şimdi hayatımda olmayan bir sürü suret çarptı gözüme.Bir sürü bölük pörçük anı…Bir sürü hikaye.Atmaya kıyamamışım.O kadar çok şeyi attım ki evden üstelik…Nedense o anılara kıyamamıştım.Topladım bir sürü fotoğrafı.Ben diyeyim 200, siz deyin 300 tane.Aldım elime.Çıktım yağan kara.Çaktım çakmağı yakmaya başladım fotoğrafları.Tam yolun ortasında.Sonra durdum başında.Bir sigara yaktım.Geçip giden her şeyin arkasından el salladım.Şimdi işler daha kolay sevgili dostlar…Şimdi siliyorsun o fotoğrafları telefonundan, bilgisayarından, sosyal medyandan, kapanıyor konu.Eskiden öyle değildi.Eskiden birbirimizin hayatlarında, kağıt üzerinde iz bırakırdık en azından.Şimdi o kadar bile etmiyor değerimiz.Bu yüzden, hepimiz, adını koyamadığımız tuhaf bir boşluk, tamamlanmamışlık, yalnızlık duygusu içindeyiz.Yaşadığımız hiçbir şey yeterince kayda geçmiyor sanki artık.Geçip gidiyor.Silinip gidiyor.Eskisinden kolay unutuluyor.Hatırası, hatırı kalmıyor.Ve yine de şöyle düşündüm fotoğrafları yakmadan önce…“Ama bunlar anı… Belki sahibi saklamak ister…”Hemen sonra cevap verdi kafamdaki ses…“Aman canım! Bana ne milletin anılarından! Herkes kendi anılarına sahip çıksın… Derdi bana mı kaldı?”Derdi size mi kaldı?Unutun gitsin hatırlanmak için çaba sarf etmeyen, anılarına sahip çıkmayan insanları.Ve kaybettiğiniz zamana üzülmeyin.Onunla harcanmasa, başkasıyla harcanacaktı.GEÇEN HAFTADAN KALAN 5 ŞEY1- DRONINGKaraköy’ün yeni kulübü Drone’u sonunda ziyaret ettim. Cuma gecesi oldukça keyifli bir kalabalık, DJ Mono’nun müzikleri eşliğinde eğleniyordu. Bakın, ben kulüp müziği sevmem. Bir süre sonra başım dönmeye, sinirlerim gerilmeye başlar. Ancak o kadar iyi ve kaliteli bir set vardı ki, inanılmaz ama gerçek, dans ettim. Mekandaki kitlenin kalitesi de bence eğlenme biçimini oldukça etkiliyor. Sess’in deneyimli işletmesinin yeni mekanı Drone, bu konuda da oldukça başarılı. Ipçıs dım çıs, oturacak yer yok, kim kız bu yandaki acayip tipler, güvende miyiz acaba, kaygıları olmadan eğlenceye evet diyoruz. Ben dekorasyonu ve kulübün rahatlığını da beğendim. Germeden kasmadan, keyifle eğlenmek için bire bir. And so… It’s Droning time!2- KAPUSKALI FOTOĞRAFBu Kim Kardashian gacısının ilgi çekmek için yaptıkları yemin ediyorum, yurdum wanna-be’sine örnek. En son Paris’te otel odasında soyguna uğramış, bilmem kaç milyon dolarlık takısı çalınmıştı. Bir de kafasına silah dayamışlardı. O olaydan sonra sosyal medyaya ara veren Kim’in kocası Kanya West’de tımarhanelik olmuştu. İkisi, boşanma iddialarına rağmen sonunda toparlanıp geri döndü. Kim, sosyal medya hesabında kocası ve veletleriyle tuhaf filtreli fotoğraflar paylaştı arka arkaya. Ancak bence en dikkat çekici fotoğraf, Kanya West’in mutfakta kapuska yerken çekilmiş fotoğrafıydı. Sevgili Arzüm, ne biliyon yemeğin kapuska olup olmadığını diyen dostlara… Yemek kapuska mı bilemem ama parasını göstere göstere soyguna davet çıkaran Kim’in sonunda akıllanıp fakir ayağına yatmaya niyet ettiği ortada. Yersen!3- DENİZ AKKAYA GÜZEL Mİ?Ömrümüz son 20 senedir, Deniz Akkaya’nın estetik operasyonlarını konuşmakla geçiyor. Şimdi moda, sosyal medya üzerinden Deniz’e çirkin demek. Neymiş efendim, o kadar ameliyatı kim geçirse güzel olurmuş. Deniz Akkaya’yla özel bir hukukum, ahbaplığım yok. Ancak hatırlatmak isterim… Bu kadın, 90’ların top modellerindendi. Özel hayatını beğenirsiniz, beğenmezsiniz… Magazin programındaki tavrını doğru bulursunuz ya da bulmazsınız –ki ben doğru bulmayanlardanım- ama güzelliğini tartışamazsınız. Kadın 39 yaşında ve hala fit. Hala güzel. Diyeceksiniz ki, başlangıçta böyle değildi. Hanginiz başlangıçta böyleydiniz ki? Deniz, her kadının güzel olma hayalini besledi ortaya çıktığı günden beri. Ben sonuca bakarım. Kadın güzel mi? Güzel. Estetik operasyonlarını hiç inkar etti mi, ediyor mu? Hayır. Çok konuşmayınız. Geçiniz… Başka derdiniz?4- DOĞA RUTKAY’LA HER ŞEY BU MASADASevgili Doğa ile yıllar evvel karlı bir kış günü tanışmıştık. Ve Doğa, bu sene yine karlı bir kış gününde, harika bir programa başladı. Bloomberg HT’de yayınlanan Her Şey Bu Masada, konuklarının ağzına lafı tıkmayan akışı, Doğa’nın samimi üslubu ve sanata geniş yer veren yelpazesiyle, bence şu an televizyonlarda tek ve örnek bir iş. Geçen hafta bir diğer sevdiğim arkadaşım Melisa Doğu’nun da oynadığı Nereye Gitti Bütün Çiçekler oyununun ekibiyle çektiği bölüme denk geldim. Muazzamdı. Bilmeyenler için, Doğa ve Melisa neredeyse bin yıldır kanka. Ve evet, birbirlerine çok benziyorlar. Doğa’nın programı hafta içi her akşam saat 20.00’da. Melisa’nın oyunu ise Mamart Tiyatro grubuyla geziyor. Oyunu detaylı biçimde izledikten sonra yazacağım. Merak edenler, gösterim mekanlarını ve tarihlerini Instagram/mamarttiyatro sayfasından takip edebilirler.5- MECLİSTEN ÇALINAN 60 BİN LİRALIK MİKROFONMecliste geçtiğimiz hafta anayasa görüşmeleri sırasında büyük kavga çıktı. Milletvekilleri birbirine girdi. O beriki beni ısırdı dedi, öbürü filanca boğazımı sıktı dedi… Bildiğiniz mahallede çocuklar arasında geçen top kavgası sanırsınız. Neyse, olaylar sırasında nasıl becerdilerse kürsüyü sökmüşler. O arada da kürsüdeki 60 bin liralık mikrofonu biri hacılamış… Ay pardon! Anı olarak almış. Vekillerimizin birbirlerine kafa göz dalarken sergilediği bu civan mertliği, memleket meselelerini çözerken de sergilemelerini umut ederiz. Mesela gavurun teki, ülkemize lolo mu yaptı… Yürüsün gitsin önden biri dövsün gelsin. Tabiy… Siyaset ne içindir? Bugünler için. Kaba kuvvete devam genşler! Her şeyi aynen öyle çözersiniz… İnanıyom ben size… Kesin çözersiniz!Hayırlı, mutlu, huzurlu, mümkünse aşklı meşkli haftalar.Maillerinizi bekliyorum.
“Artık hayal edecek pek bir şey bulamıyorum. Belki çok meşgulüm. Belki de yeteneklerim köreliyor. Ve dinlenme seanslarım artık eskisi kadar rahatlatıcı geçmiyor. Eskiden kendimden geçerdim. Kendimi çiğneyip geçerdim. Ama şimdi, bedenim çelikten bir duvar gibi. Kırıp geçmenin imkanı yok. Cahilleştikçe sertleşiyorum. Demek ki yükselişimmiş benim görülmezliğime neden. Demek, zihnimden bir dev yaratmammış beni şeffaf yapan.” –Hakan Günday, Kinyas ve KayraDünya avamlığın yükselişine şahit oluyor dostlar.Amerika seçimlerini cahil cahil bağıran, göz göre göre ırkçılık yapan Trump’ın kazanması bile bunun ispatı.Bir şey ne kadar basit, ne kadar ucuz, ne kadar içi boşsa o kadar değer görüyor.Belki insanları bu rahatlatıyor.Belki de insanlar içlerindeki ucuzluğu bu yolla dışa vuruyor.Ruhunun ucuzluğunun ete-kemiğe bürünmüş halini buluyor karşısında, onu sahipleniyor.Avamı seviyor insanoğlu.Avama yüz veriyor.Avamı yüceltiyor.Üstümüze üstümüze sağdan soldan cahillik yağıyor.Ne kadar az bilirse insanlar, o kadar çok konuşuyor.Daha geçen gün, Golden Globe’un moda yorumculuğuna soyunmuş biri.Bütün tasarım elbiseleri, neye dayandığını bilemediğimiz son derece kişisel zevkine göre gömerken, arada moda konusundaki bilgisizliğini attırmaktan da çekinmemiş.Nicole Kidman, Alexander McQueen “markalı” bir elbise giymiş o gece.Bu arkadaşımız, Alexander McQueen’in de hata yapabileceğini yazmış.Elbisenin estetik açıdan muhteşem olmasını bir kenara koyuyorum...Müsaadenizle 10 sene moda editörlüğü ve yazarlığı yapmış olmamı da bir kenara koyuyorum...Güncel ve genel bir bilgiyi atlamayı affedemiyorum.Alexander McQueeen hata yapamaz.Çünkü yedi sene önce öldü.Şubat 2010’da intihar etti Alexander McQueen.Evinde ölü bulundu.Dünya ayağa kalktı.Hollywood ayağa kalktı.Yani küçük bir haber değil bu.Modadan anladığını iddia eden birinin bilmesi gereken çok temel bir bilgi.Coco Chanel’i yaşıyor sanmak gibi...En az Küçük Emrah’ın Mozart dinler misin sorusuna, zamanında verdiği “Dinlemem ama Türkiye’ye konsere gelse giderim” demesi kadar acıklı.Alexander McQueen genç bir moda dahisiydi.Elbette hata yapardı.Ancak ölüp gittikten sonra adına yapılan hataları pek umursadığını sanmıyorum.Bir başka cehaleti de Instagram üzerinde yakalıyorum.Bir takım kızlarımız var biliyorsunuz...Göğüsler, burunlar, her bir şeyler yapılmış...Dekolteler zirve...Göndersen Vivid’de işe alırlar...Öyle bir iddia.Profillerinde de “Kün fe yekün” yazıyor.Nedir o?Kuran’da sık sık geçen bir cümle.“Ol der ve olur” anlamına geliyor.Çevirisi bu yani.Instagram’da ise bambaşka bir şifreymiş bu başlarda.Bakın, iyi dinleyin...Çünkü duyduklarım karşısında başta ben bile şok oldum.Eskort hizmeti veren kızlar, bunu bir şifre olarak yazıyorlarmış Instagram profillerine.Yani kızlar ve müşteriler arasında bir kodmuş bu.Sonradan herkes yazmaya başlayınca...Yani gerçekten inanan insanlar yazınca...Şifre değişmiş.Yeni şifre ne, emin değiliz...Bir takım duyumlar alıyoruz.Netleşince bildireceğiz ki sakata gelmeyiniz.Rabbime sığınacağım derken, birilerinin eline düşmeyiniz, tatsız mesajlarla yüzleşmeyiniz.Düşünsenize, bir grup malum iş çalışanı kendi arasında din üzerinden şifre kullanıyor, ki bu başlı başına korkunç.Sonra korkunçluk büyüyor...Çünkü onlardan gören ve konuyu kavrayamayanlar da cahilce aynı şifreyi profillerine yazmaya başlıyor.Ve ortalık karışıyor.Siz siz olun, Instagram profillerinize Kuran’dan bir şey yazarken iki kere düşünün.Her durumu istismar eden manyaklar var aramızda çok şükür.Ve din, en kolay istismar edilen şey.Olmaması gereken bir biçimde!Ayrıca da anlamını bilmediğiniz şeylerin yazılı olduğu şeyler giymeyin...Emminin tekinin üstünde “I love my husband” (Kocamı seviyorum) yazan tişörtle belediye otobüsüne bindiğini unutmadık daha.Unutturmayacağız.Az konuşan insanları severim ben...Gün geçtikçe bu sevgimin nedenini daha iyi anlıyorum.İnsan ne kadar az konuşursa, cahilliği o kadar az belli oluyor.Ya bilmediğiniz konuda konuşmayın ya da az konuşun ki, ne bildiğiniz ne bilmediğiniz belli olmasın.Çenenizi kapalı tuttuğunuz sürece, dünya güvenli bir yer.ALLAHIM SEN AKLIMI KORU!- INSTOŞ’TAKİ YEMEK VİDEOLARIBu Instagram’daki yemek videolarına inanılmaz kuruluyorum. Sanki görüntüsü muhteşem, tadı iğrençmiş gibi geliyor bana. Ayrıca o ne öyle ya mıncık mıncık... Bakın, nimetle o kadar oynanmaz. Niye? Günah çünkü.- TUZUN NUSRET’LE SINAVIGavurların sosyal medyadaki yeni eğlence konusu Nusret. Bildiğiniz, bizim etçi Nusret. Videoları caps yapılıyor. Bir numaralı eğlence malzemesi haline gelmiş adam dünyada. Olayın ortaya çıkması geçen hafta ünlü popçu Bruno Mars’ın Nusret’in klasik yılan dansıyla eti tuzladığı bir fotoğrafını Twitter’dan paylaşmasıyla ortaya çıktı. Altına yazılan yorumlar, gülmekten hepimizi kırdı geçirdi. Yine gavura karşı, tek bilek, tek yüreğiz çok şükür. Tabii lan! Nusret’i sana mı yedircez Bürünö! Yedirmeyik!- DOLARIN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİTek bir sorum var: Nabdınız genşler? Bozdurdunuz mu dolarları? Avro olmuş 4 lira, dolar olmuş 3,89... Kapıda açlık... Kapıda kriz. Bakalım ne halt edeceğiz?- PARTİ KUR OY VERELİMSağolsun arkadaşlarım beni severler. Hemen her tahminimin doğru çıkması, baktığım falların dakkasında gerçek olması ve benden gizlenen her şeyi hissedebildiğim için ayrı hürmet ederler bana. Allah razı olsun. Abartmayalım... Geçen gün “Parti kur oy verelim” dedi bir arkadaşım. Dedim, deme öyle... Aklıma aynen böyle gazlanıp sandıktan acıklı bir oy sayısıyla çıkan Emine Ülker Tarhan geliyor. Hoca ve filler hikayesi bu. Asla değişmez. Aman Arzüm kurtar... Bizi fillerden. Kurtarmıyorum arkadaş! Ezilsin çimenler!- KEDİ BİLE KEDİ BİLE KEDİ BİLE VERİYOR SENDEN DAHA İYİ KARARLAR!Hande Yener’e selam ederek Deli Bile şarkısını azıcık değiştirdim. Bundan sonra o şarkı benim için Kedi Bile. Memleket gündeminden kafam yandıkça söylüyorum. İçimde hiç susmayan bir orkestra var. Şu yazdığımın yüzde biri sohbet potansiyelim yok mesela... Ne yapalım? Sıkılıyorum. Ayrıca belki de monolog seviyorum. Kendi kendime sayıklarken umarım rahatsız etmiyorumdur.Hayırlı hafta sonları, bol kahkahalı günler olsun.
"Sadece bir kere yaşarsınız. Eğer doğru yaşarsanız, bir kere yeterlidir." - Mae WestMadonna’nın Billboard Women of Music Ödüllerinde “Yılın Kadını” ödülünü alırken yaptığı konuşmayı bilmiyorum izlediniz mi...Altyazılı olarak viral bir şekilde dönüyor video.Ben izledim ve her kelimesinde tüylerim diken diken oldu.Önce size bu konuşmayı nakletmek, ardından da hissettiklerimi özetlemek istiyorum.“34 yıl boyunca bariz cinsiyetçilik, kadın düşmanlığı, aralıksız zorbalık ve bitmek bilmeyen tacizlere rağmen kariyerime devam etme konusundaki yeteneğimi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Bu işe başladığımda internet yoktu. Dolayısıyla insanlar, yüzüme söylemek zorunda kalıyordu. Karşılık vermemi gerektiren daha az insan vardı. Çünkü o zamanlar hayat daha basitti.New York’a ilk taşındığımda ergendim. Sene 1979. Ve New York oldukça korkunç bir yerdi. İlk yıl, kafama silah dayandı, bir çatı katında boğazıma bıçak dayanarak tecavüze uğradım ve evime o kadar çok hırsız girdi ki, kapıyı kilitlemeyi bıraktım. İlerleyen yıllarda, neredeyse tüm arkadaşlarım, AIDS’ten, uyuşturucudan ya da silahla vurularak öldürüldü. Hayal edebileceğiniz gibi, tüm bu beklenmedik olaylar, şu an karşınızda duran bu cüretkar kadına dönüşmem konusunda bana yardım etmekle kalmadı, aynı zamanda kırılgan olduğumu da hatırlattı... Ve hayatta kendine inanmanın dışında, asla güvenlik diye bir şey olmadığını. Ve anlamama yardım etti... Ben, kendi yeteneklerimin sahibi değilim. Hiçbir şeyin sahibi değilim. Sahip olduğum her şey tanrının vermiş olduğu bir hediye. Hatta başıma gelmiş ve hala gelmekte olan b.ktan şeyler bile birer hediye... Bana dersler vermek ve beni daha güçlü hale getirmek için.Şarkı yazmaya ilk başladığımda bir cinsiyet hakkında spesifik olarak düşünmüyordum. Feminizm hakkında da düşünmüyordum. Sadece bir sanatçı olmak istiyordum. Tabii ki Debby Harry (Blondie), Chrissie Hynde ve Aretha Franklin’den ilham aldım. Ancak asıl ilham perim David Bowie’ydi. O, erkek ve kadın ruhunu bir bedende bütünlemişti ve bu bana cuk oturuyordu. Ortada bir kurallar silsilesi olmadığını düşünmemi sağladı. Ama yanılıyordum. Evet, ortada kurallar yok. Eğer erkekseniz. Eğer kadınsanız, oyunu oynamak zorundasınız. Nedir bu oyun? Güzel olmanıza müsaade var... Ve sevimli... Ve seksi. Ama çok zeki davranmayın. Bir fikriniz olmasın. Statükonun dışında bir fikriniz, zinhar olmasın. Erkekler tarafından bir obje haline dönüştürülmenize ve bir kaltak gibi giyinmenize izin var. Ancak asla kendi kaltaklığınızı yaşama hakkınız yok. Ve asla, tekrar ediyorum asla, seksüel fantezilerinizi dünyayla paylaşmayın. Erkekler sizden ne olmanızı istiyorlarsa o olun. Ama daha da önemlisi, kadınlar siz diğer erkeklerin etrafındayken, kendilerini nasıl güvende hissedeceklerse öyle olun. Ve son olarak, yaşlanmayın. Çünkü yaşlanmak, bir günahtır. Yaşlanırsanız, eleştirilirsiniz, aşağılanırsınız. Ve kesinlikle şarkılarınız radyoda çalınmaz.İlk ünlü olduğumda çıplak fotoğraflarım Playboy ve Penthouse dergilerinde basıldı. Zamanında para kazanmak için sanat okullarına verdiğim pozlardı bunlar. Seksi değillerdi. Tam tersine oldukça sıkılmış görünüyordum bu fotoğraflarda. Ki sıkılmıştım da... Ve insanlar, bu fotoğraflar ortaya çıktığında utanacağımı sandılar. Ama ben utanmadım. Ve bu insanları şok etti. Sonunda Sean Penn’le evlendiğim için yalnız bırakıldım. Ve sadece kıçıma vurduğu beyzbol sopasıyla kalmadım, aynı zamanda piyasadan da atıldım. Bir süre tehlike olarak görülmedim. Yıllar sonra boşanmış ve bekar olarak, -özür dilerim Sean- Erotica albümümü yaptım ve Sex kitabım yayınlandı. Her gazete ve derginin sürmanşetinde olduğumu hatırlıyorum. Hakkımda okuduğum her şey aleyhimeydi. O.spu ve cadı olarak adlandırılıyordum. Bir başlıkta beni şeytanla kıyaslıyorlardı. Dedim ki, bir dakika, Prince ortada file çorapla, topuklularla, ruj sürüp kıçını açıkta bırakarak dolaşmıyor mu? Evet, dolaşıyordu. Çünkü o bir erkekti. İşte o zaman tam olarak anladım ki, kadınlar erkeklerle aynı özgürlüğe sahip değiller. Paralize hissettiğimi hatırlıyorum. Kendimi toplamam zaman aldı. Kreatif hayatıma, hatta hayatıma dönmem zaman aldı. Maya Angelou’nun şiirlerinde, James Baldwin’in yazılarında ve Nina Simone’un müziğinde huzur buldum. Yanımda bana destek olacak bir kadın olmasını çok isterdim. Feminist yazar Camille Paglia kendimi cinsel bir obje haline getirerek kadınların ilerlemesine engel olduğumu söyledi. Eğer feministsen seksüelliğin yok. İnkar edeceksin. Ben de dedim ki s.ktir et. Ben farklı bir feministim, ben kötü bir feministim. İnsanlar benim çok tartışmalı biri olduğumu söylüyor, ancak sanırım benim tek tartışmalı tarafım, devrilmemek oldu. Bugün buradaki tüm kadınlara söylemek istediğim tek şey şu... Kadınlar o kadar uzun zaman ezildi ki, artık erkeklerin onlar hakkında söyledikleri her şeye inanıyorlar. İşlerini halletmek için bir erkeğin arkasına sığınmaları gerektiğine inanıyorlar. Çünkü onlar erkek. Çünkü onlar buna değiyor. Kadınlar olarak kedi değerimizi ve birbirimizin değerini takdir etmemiz gerekiyor. Kolkola duracağınız, arkadaş olacağınız, bir şeyler öğreneceğiniz, ilham alacağınız, iş birliği yapacağınız, destek olacağınız, destek göreceğiniz, sizi aydınlatacak, güçlü kadınlar arayın.Bugün bu ödülü almak değil, karşınızda durarak bu cümleleri kurabilmek benim için çok anlamlı. Beni seven ve bana inananlar, desteğinizin benim için ne kadar anlamlı olduğunu bilemezsiniz. Aynı zamanda şüpheciler, hayır diyenler, bana cehennemi yaşatanlar, neyi yapıp neyi yapamayacağımı söyleyenler, sizin inadınız beni daha güçlü yaptı. Daha çok direnmemi, zorlamamı sağladı ve beni bugünkü savaşçı haline getirdi. Bugün olduğum kadın haline getirdi. Teşekkür ederim.”Sanırım bu konuşma, benim gibi pek çok kadın arkadaşımın da gözyaşlarına boğulmasına neden olacak kadar etkiliydi.Üstüne ne yazsam, ne söylesem, hangi kelimeleri uç uca eklesem derdimi anlatabilirim bilmiyorum.Bir yazar, bir kadın yazar olarak, profesyonel kariyerime başladığımdan beri cinsiyetçilik ve aşağılanma ile yüzleşiyorum.Yazdığım kitapların edebi değeri görmezden gelinerek, safi görüntüm üzerinden yargılanıyorum.Kullandığım dil, saldırgan ve erkekleri aşağılayıcı bulunuyor.Yarattığım kadın kahramanların fazla burnunun dikine ve “erkek gibi” davrandığı söyleniyor.Yazdığım senaryolar, “burada kadın salak ve savsak değil” diyerek eleştiriliyor.Kadının gücüne inandığım ve cinsiyetçi toplum düzenini reddettiğim için, biraz ses getiren bir iş yazdığımda, ortalık bana kin kusan kadınlardan da erkeklerden de geçilmiyor.Girin ekşi sözlüğe bakın.Adımın başlığı altında, memelerimden, mna koyiim çok güzellerden, ne dediğini bilmiyor, erkekleri çok iyi tanıyormuş kezban, neyi savunduğu belli değillerden başka bir şey bulamazsınız.Sanırsınız, bir dizide üç bölüm görünüp mal mal konuşan biriyim ben...Ki onların daha kıymetli olduğunun farkındayım.Zira tıpkı Madonna’nın dediği gibi, kendilerine çizilen çizgide yaşıyorlar.Ben ve benim gibi insanlarsa tüm statükoyu reddettiğimiz için şeytanlıkla yargılanıyoruz.Bazen ben mi derdimi ifade edemiyorum diye düşünüyorum.Yooo...Ben derdimi çok net ifade ediyorum.Genellikle aptala anlatır gibi anlatıyorum ki, en gerizekalı insan bile anlayabilsin.Anlamak istenmiyor.Kişilik olarak, “ünlü” bir entelektüelin ya da zengin bir yapımcının seks partneri olmak karşılığında statü satın alacak bir tip değilim ben.Yalandan bir politik görüşü benimseyip, beyaz Türk solcuların arasına sığınamam.Belki de türümün nadir örneklerindenim bu konuda.Yükselmek için bir erkeğe, bir cemaate dahil olmaya ihtiyaç duymuyorum.Öyle bir yükselme türüyle ilgilenmiyorum.Yeteneklerimi, aldığım eğitimi, verdiğim emeği, yürüdüğüm yolları, çapımı biliyorum.Kendimi hangi konularda geliştirmem gerektiğini, eksik yönlerimi biliyorum.Kendimi eleştirmekten asla çekinmiyorum.Ne yaptığımı, neden yaptığımı çok iyi biliyorum.Asla öylesine adım atmıyorum işim konusunda...Birileri istiyor diye, bana, hayat görüşüme, dünyama ve inanışlarıma ters bir şey yazmıyorum.Birileri “bu tiple gitsin model olsun, edebiyatı bıraksın ırısbı” dediğinde pis pis sırıtıp işime bakıyorum.Susuyorum.Sineye çekiyorum.Kim bana ne yaparsa yapsın sineye çekiyorum.Ve sonra çektiklerimi çıkarıp herkesin ağzına yazdıklarımla vuruyorum.Neticede her sabah aynaya baktığımda, hayatta kararlarına en güvendiğim, en saygı duyduğum, ite bite baş eğmeyen, süper güçlü bir kadın görüyorum.Müsaadenizle kendimle gurur duyuyorum.Bir Madonna değilim elbette.Çıkarıp ödül veren de yok.Ancak ben bu kısa hikayede, yüzleştiklerimle baş etme gücüm adına kendime madalya takıyorum.Kimseden takdir beklemiyorum.Övgülere karnım tok.Kimseden akıl istemiyorum...Kariyerimi, şöyle yazarsam nasıl daha iyiye götüreceğim kimsenin meselesi değil.Yazarken daha az küfredersem bir kadın yazar olarak daha iyi yapacağımı duymaktan bıktım.Kitaplarımda herkes birbiriyle sevişiyormuş...Siz önünüze geleni gondiklerken iyi, ben gördüğümü yüzünüze vurunca mı kötü?Ev kızı gibi görünen samimiyetsiz gülümsemelerinizin ardında sakladığınız yılanları görüyorum “bazı” kızlar...Ve en entelektüel görünürken, içinde bir davar, bir hanzo, kadın düşmanı bir şerefsiz barındıran “bazı” oğlanlar...Hepinizi görüyor, eli arttırıyorum.All in!Sıkıyorsa devam edin.Ben buradayım.Beklerim.Bu hayatta kendini sürüden ayrı gören, kendi olarak varlık sürdürmek isteyen kadın-erkek herkese de bu tavrı tavsiye ederim.İnsanlar size kibirli, narsist, ukala, bencil diyecekler...Desinler...Birileri desin diye yaşamıyoruz hayatımızı.Hayat bizim.Keyif bizim.Bildiğimiz yoldan devam edelim.GEÇEN HAFTADAN KALAN 5 ŞEY1- HAMAMDA KLİPDemet Akalın’ın yeni klibi geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Ayla Çelik’in “Ah Ulan Sevda” şarkısına çekilen klipte Demet Akalın hamama girdi. Hamamda yapılan sayısız moda çekimini, çekilen onlarca klibi bir kenara koyup ilk hamamlı klibimizi hatırlayalım: Sibel Tüzün, Kaçın Kurası. Sene 1995. Planlar çok benzer. Renklendirme ve montaj gelişmiş. Yine de görüntüler güzel. Yolu açık olsun.2- DÜKKANA KEDİ GİRDİ BİZ GİRMEZÜK!Bu memleketteki kadar gerizekalı cahil insan dünyanın az yerinde, az bulunur. Geçen hafta kar diz boyunu aştı İstanbul’da. Neredeyse tüm mağazalar sokak hayvanlarına kapılarını açtı. Bunlardan biri olan Oysho’yu protesto eden bir grup dangalak gördü bu gözler. Neymiş efendim, kedi havluların arasında yatıyormuş, bir daha oradan alışveriş yapmayacaklarmış. Sen alma ulan barzo! Biz alırız. Teşekkürler Oysho. Opicik, paticik.3- TIEGEN&LEGEND ÇİFTİHollywood çiftlerini samimiyetsiz ve iş birliği yapmış şirket gibi algılıyorum maalesef. Bunların arasından John Legend ve Chrissie Tiegen’ı ayırıyor, bir kenara koyuyorum. Dünyanın en yakışan, en güzel çifti olabilirler. O çocuklarına baktıkça insanın üreyesi geliyor. Chrissie’ye zaten bitiyorum. Komik, eğlenceli, gerçek, organik bir kadın. Üstüne üstlük über güzel. Bizim ünlüler arasında muadili yok. Karı-koca birbirlerine gerçekten aşık oldukları her hallerinden belli. Çok yetenekli ve sevilmliler. Golden Globe’daki en güzel şey de onlardı yine tabii... Ay hiç ayrılmayın olur mu? Ölürüm.4- KAR YAĞDI BÖYLE OLDUHerkesin Instagram’ı kar fotoğraflarıyla doldu. Herkes diz boyunu geçen kara bir atlayıp Boomerang yaptı. Bir de karla ilgili espriler döndü tabii. Benim favorim: “KAR YAĞINCA MİKROPLAR ÖLÜR DİYORLAR. İYİ MİSİN?” Hakikaten ya... Ölmedin mi hala sen?5- BEAUTY BLENDERBilmiyorum biliyor musunuz, makyaj blogger ve vloger’ları türedikçe, makyaj malzemeleri de çeşitlendi. Bu ürün de Amerika’da en popüler ürünlerden. Ürün dediğime bakmayın. Bildiğiniz yumurta şeklinde sünger. Gerçek süngermiş. İyi temizlemezsen içinde böcük oluyor hatta. Düşün, o kadar gerçek. Gerçek kesit mübarek! Neyse, bu ürün Türk piyasasına girdi. En ucuzu 49 TL. Stoklar tükenmiş şimdiden. Allah aşkına kızlar, bir makyaj süngerine 50 lira vererek akıl sağlığınızı koruyamazsınız. Değil ki daha güzel olmak! O nedir diye merak edenlere, şuradan girip bakın: www.beautyblender.com.tr
"Bütün özgürlüğü üstüne çullanmıştı yine. Özgürdü, her şeyde özgürdü, hayvan ya da makine olmakta özgürdü, olur ya da olmaz demekte özgürdü, mırın kırın etmekte özgürdü. Yalnızdı, korkunç bir sessizliğin ortasında, özgür ve yalnız, yardımsız ve mazeretsiz, bir daha dönmemecesine karar vermeye mahkum, her zaman için özgür kalmaya mahkum." -Sartre, Akıl Çağıİnsanları birbirinden ayıran ince çizgiler var.Samimiyet, o çizgilerden biri.Bir şeye sahip olmak, bir şeyi elinde tutmak ve başkasına kaptırmamak, samimiyet çizgisinin en kolay çiğnendiği yer herhalde.Şöyle düşünüyorum…Birini sevmiyorsunuz mesela…Ama uzun vadede faydanız var.Elinizde bulunması yanınıza kar.Kısa vadede işinize yaramayacak belki…Ama orada durması, idare edebildiğiniz sürece en çok işinize gelen şey.Sevmiyorum diyemiyorsunuz.Az görüşüyorsunuz, başka bahaneler üretiyorsunuz ama sevmiyorum diyemiyorsunuz.Üstelik zor şey seni sevmiyorum demek.Birinin yüzüne öyle uluorta, sevmiyorum da denilmez ki…Elbette bahaneler üretecek, kaçacak, saklanacaksınız bir yerlere.Elbette arada bir yemleyip oyalayacaksınız karşınızdakini.Asla tüm samimiyetinizle, seni sevmiyorum diyemeyeceksiniz.Haklısınız.Kendi açınızdan bakarsanız, haklısınız elbette…O arada karşı tarafa neler olacak?Bir okuyucu mektubu eşliğinde değerlendirelim…“Merhaba Arzum Hanım,Tüm yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. 24 yaşındayım henüz üniversiteden mezun oldum, doktorum. Benim geçen haftalarda bitirdiğim 1,5 sene sürmüş bir ilişkim var size bundan bahsetmek isterim. Beni çok önemseyen daima el üstünde tutan sevdiğim şarabı gittiğimiz restoranda bulamayız diye alıp arabanın bagajına atan, ben üzüldüğümde gözümden bir damla yaş gelse kendisini bundan sorumlu tutup gözlerindeki ışığı sönen bir erkek arkadaşım vardı. Gece dışarı çıktığı zaman mekana eski kız arkadaşı girdiğinde beni arayıp merak etme sevgilim içkimi bitirip kalkacağım diye haber veren biriydi. Tabi bu hikayeler uzak mesafe ilişki yaşarken oluyor. Sonra ben üniversiteden mezun oldum. Onun da yaşadığı kentte olan ailemin evine döndüm. Hani sizin bir yazınız vardı ya hayalet sevgililer diye sonra tüm hikaye oraya bağlandı. Sorsanız beni öyle çok seviyor ki, her FIRSAT bulduğunda yanıma geliyor. Her Allahın günü iş çıkışı eve gidip uyuyor ve ondan sonra o arkadaş dediği erkek güruhu ile nargile çay kahve derken gece yarılarına kadar oturuyorlar. Yanıma geldiğinde de artık geç oldu diyip bir şeyler saçmalayıp beni hemen eve bırakmaya çalışıyor. Arıyorum duyduğum cevaplar, şimdi garaja giriyorum, şu an yola çıktım, şimdi duşa giriyorum, şimdi yemek yiyorum, ŞU AN DİZİ İZLİYORUM seni sonra arıyım. Sonra aradığında da her zaman bir şey yapacak olup yeniden telefonu kapatıyor. Her gün beni alıp yarım saat kahve içmeye götürüyor ve beni görme işini ARADAN ÇIKARIYOR. Güç bela denk gelip de (Onun işleri kışın hiç yoğun değil 4’te çıkmış oluyor ve ben mecburi hizmete gitmedim şuan evde oturuyorum) yemeğe gidersek aramızda 10-20 dk aktif samimi bir sohbet olunca yeniden aşık oldum sana diyor. Sen benim yüzüme bakmıyorsun ki bana zaman ayırmıyorsun ki ayırsan bi bana dönsen göreceksin ben hala aynı benim çok aşıktın ya . Arkadaşlarımı süper ağırlıyor aramız mükemmelmiş gibi oluyor o an. Mesela bir arkadaşım geldi yemek yedik kızı havalimanına bırakacağız masada her şey mükemmeldi aramızdan su sızmıyordu beraber şarkı söylüyorduk. Sonra kızı bırakıp dönüş yolundayken modu düştü ağzından bir kelime bile çıkmadı. Bende birden rahatsızlandı sandım içtenlikle n’oldu iyi misin dedim. İyiyim ya çok yoruldum arabayı sen kullansana dedi. Tamam dedim geçtim direksiyona hadi kahve içelim öyle evlere gideriz dedim bilerek. Olmaz geç oldu diye bir şeyler zırvaladı. Ben eve geldim o da çok yorgundu ya arkadaşlarının yanına gitti gece bilmem kaça kadar.( Bahsetmeyi unuttum benimle evlenecekmiş annesiyle tanışmamı istedi o zaman meseleyi tam anlamamıştım ama bir terslik var diye sezmiştim tam hazır hissedene kadar gidemeyeceğimi söyledim. ) Bir gün telefonuna bakmak istedim Snapchat’te kimlerle konuşuyor diye en sık kullanılanlarda 4 tane kız ismi gördüm. En üst sıradaki nişanlıymış, diğeri bankacıymış, diğeri kankasının sevgilisiymiş(sonra eski sevgilisi dedi) diğeri de ilkokul arkadaşıymış. ARKADAŞLARMIŞ. Ben asla kimsenin kişilik haklarına saldırmam karakterimde yok kimseyle görüşmesine de karışmadım. Fakat sordum biz 1,5 senedir beraberiz her gün konuştuk sen bir gün bu samimi arkadaşlarından bir tanesiyle bile kahve içmeye gitmedim görüşmek buluşmak istemedin. Bu nasıl arkadaşlık? Her fırsat bulduğunda yanıma geliyormuş yoksa görüşürmüş. Bunu duyduktan sonra yüzüme yüzüme yalan söylediğini ilk defa tüm çıplaklığı ile gördüm sonra bitirdim zaten. Kendini dünyanın en yakışıklısı en önemli insanı olduğunu zanneden sadece kendi canı istediğinde katılımda bulunan küçücük şeyleri sanki bana jest yapmış gibi pazarlamaya çalışan, fingirdemek mubah yatağa girmedikçe gibi bir felsefe edinen, üzerimde hakimiyet kurmayı defalarca deneyen biri kaldı elimde. Çok uzattım biliyorum ama çok şey yaşadım. Size sormak istediğim tek bir şey var. Ne değişti? İlk zamandan bu zamana ben mi değiştim de olanlara sebep oldum? Dürüst ahlaklı ve sevgi dolu olduğuna yeminler edebileceğim bir adam nasıl böyle karaktersiz çıkarcı her kızdan hayranlık dilenen bir zavallıya dönüştü? Defalarca söyledim evlensek senden 5 çocuğum da olsa çeker giderim bana bu şekilde davranma benimle olacaksan emek vermeyi öylece kesemezsin diye. Dediğimi de yaptım en sonunda. Ama kalbimi en çok acıtan da ne oldu biliyor musunuz, bitti dediğimde biliyorum benim de kararım bu ama lütfen bana yarım saatini ayır konuşalım dedi. Onun da kararı buymuş. Hala kendi imajı hala kuyruğu dik tutmak benden büyük. Terk edilmemek ne oldu bi tanem ne seni bu kadar üzdü demekten büyük. Sen beni istemiyorsan ben seni hiç istemiyorum tavrını vermek her şeyden büyük. Yaşadıklarım yalan olamaz inanın benim ayakların yere basar. Anlamış değilim kafam çok karışık, çok sistematik bir insanım ama bu olayları ayrıştıramadım. Yazımın daldan dala atlaması da bu yüzden. Argümanlarınızla bir ışık tutun da ben şu aydınlanmayı yaşayayım. Sağlıkla ve huzurla kalın sevgiler...”Hoop, alın size ispatı.Kız doktor.Mükemmel eş olur bu kızdan.Ama oğlan o arada yediğine içtiğine bakıyor.Geziyor, dolaşıyor, kesinlikle başka kadınlarla birlikte oluyor ve kızı asla sevmiyor.Arada bir ağzına bir parmak bal çalıp idare ediyor ki kuş elden kaçmasın.Beraber az vakit geçirmeye çalışıyor ki, yalan söylediği ortaya çıkmasın.Açıklayabileceği bir şey yok.Sevmiyor.Ama kağıt üzerinde iyi görünüyor kız ona.İdare ediyor.Herkes birilerini idare etmiyor mu şu hayatta?Kağıt üzerinde iyi görünen ilişkiler, hayata geçince boşluk yaratmıyor mu bünyede?İnsanın gözü başkasına kaymıyor mu?Oluyor bunlar.İnsan şerefiyle yoluna gitmeyi beceremiyor.Erkekler bu konuda kadınlardan daha da beter.Sen terk et diye bekliyor.Bir terk et bak, nasıl hayatını yaşıyor.Okuyucuma tek bir sözüm var…Ayrıldın diye üzülme…Daha fazla zaman kaybetmekten kurtuldun diye sevin.Karşındaki adam seni resmen oyalamış, oynamış…Bazı erkekler böyledir.O kadar iyi oyunculardır ki, sizi gerçekten sevdiklerine ikana olur, suçu kendinizde aramaya başlarsınız.Her zaman dediğim gibi…Gerçekten seven biri, orada olur.Bahane üretmez.Bahane üreten biri, sizi sevmiyordur.Konumuz bu kadar basit.Ve bir şey daha…Şunu bilin ki, dünyadaki en büyük hırsızlık, birinin zamanını çalmaktır.En büyük dolandırıcılık, birine boş yere umut vermektir.Asla unutmayın…Yaşattığını yaşamadan ölen daha görülmemiştir.Ne diyoruz?NeeeeeeeğğğğxxxxxT!AKLIMI KORU ALLAHIM- Geçen gece Ermeni Noelini kutladık Serot’la. Yılbaşı gecesi eğleneceğiz diye o kadar çok gazlanıp gitmiştik ki kulübe… Olanlardan sonra perişan dönmüştük geri. Perşembe gecesi saat on birde dans etmeye başladık Sess’te üç buçukta bitkin düşüp bıraktık. Tanıyanlar bilir, ben dans etmem. O gece o kadar çok dans ettim ki, Can bile (Parlak) şok geçirdi… Yılda bir gelen Arzum Uzun neşesi… Kaçırmamak gerek. Bugün yarın aşık da olurum ben he… Hep böyle oluyor.- Kar yağdı ya… Sen biz bir sevin… Milletçe mutluluktan gebereceğiz kar yağıyor diye. Gece çıktım bastım çıplak ayakla kara. Her sene yaparım. Gönül isterdi ki, çıplak atlayayım da… Malum mahalle arası. Komşulara ayıp olmasın diye ben… Neyse. Artık seneye. (2+1 Arzumuzun manzaralı daire, sahibinden kiralık)- Çıktım elektrik sobası aldım. Çalışma odasında, kombiyi ne kadar açarsam açayım, ayaklarım üşüyor. Soba kime yaradı? Kedim Juni’ye. Bi elinde sıcak şarabı eksik. Elektrik sobasıyla şömine keyfi yaşıyor imansız.- Şu kız da şurada beklesin, manitadan ayrılınca yürürüz diyen arkadaşlara bayılıyorum ben ya… O kız orada asla beklemiyor yalnız. Onu ne yapacağız? Düz yürü sen yine, yoldan geçerken bir şey bulursun elbet.- Hayallerimdeki kitapçı-kahveyi Teşvikiye’de açmışlar. İnsan gibi gidip çalışabileceğim bir yer buldum sonunda. Bu yüzden adını vermiyorum. Akın akın gelip beni rahatsız ediyorsunuz sonra. Belki başka bir gün.- Bayan Yanı ocak sayısı çıktı. Yine orta sayfa güzeli olarak ben varım dergide. Alın ve 2016 hakkındaki tatlış görüşlerimi okuyun lütfen.Hepinizi seviyorum.Neşe dolu, kar dolu, aşk dolu günler olsun.Hayırlı pazarlar.
“Güvensizliğin yaygın, toplumsal ıstırapların derin olduğu hayatlara güven veren bir sözcük vardı... Evet; sevgi.” –John Berger, Bir Fotoğrafı AnlamakPop müzik dinleme kulağın bozulur diyen konservatuar hocası gibi, sokaktaki çocuklarla oynama terbiyen bozulur diyen bir ailenin içinde büyüdüm ben.Canımın sıkıntısından okumayı kendi kendime öğrendiğimde dört yaşında ve tek çocuktum.O günden sonra, hayat dışımdaki dünyadan çok kafamdaki dünyada akmaya başladı benim için.Kafamın içi çok güzel bir yerdi ve ben orada sonsuz mutluydum.Evimdeki televizyon uzun yıllar kapalı durdu.Yapacak daha önemli işleri vardı.20’li yaşlarımın ilk yarısında, bazen günde 20 saat çalışıyor, eve bir moda çekiminden ya da röportajdan perişan dönüyor, birkaç saat uyuyup tekrar işe gidiyordum.At gibi çalışarak, dışarıdaki dünyanın çirkinliğini unutuyordum.Az insan görmeyi benimsemem ve kimseyle temas etmemek için toplu taşıma kullanmayı bırakmam o günlerde gerçekleşti.24 yaşıma geldiğimde, bu aklımı koruma çabasından başka bir nedeni olmayan aşırı çalışma düzenim beni çok büyük bir derginin yazı işlerinden sorumlu baş editörü haline getirmişti.Kariyer filan umurumda değildi.Unutmak için şişenin dibini gören alkolikler gibi, unutmak için haftanın dört günü dergide yatmak, yemeden içmeden çalışmak da...Kimse benden çok çalışmamı bekleyip almadı beni işe, yalan değil.Dergicilik dünyasında benim görüntümdeki kızlardan şıkır şıkır giyinip üç beş event’te seğirtmeleri, basın gezilerine çıkmaları ve arada da bir iki iş kotarmaları beklenir.Ben onlardan biri olmayı beceremedim.Sırf görüntümden ötürü alındığım işlerde, kariyer basamaklarını aynı anda üç kişinin işini yaparak, üçer beşer böyle yükseldim.İşten çok, çan eğrisini bozan öğrenci olduğum için, etrafımdaki vasatlarla uğraşarak hem de.Sonra bir an geldi...Bütün dünyayı kaçırdığımı fark ettim.Daha 27 yaşındaydım.Kariyerimde "zirve"deydim.Evlenmek üzereydim.Ve bir anda hepsinden vazgeçtim.Rahat bir hayat yaşayacağım dedim.Biraz gevşeyeceğim.Kaçırdığım şeyleri yakalayacak, görmediğim şeyleri görecek, daha çok hayat deneyimleyeceğim.Profesyonel edebiyat kariyerim çoktan başlamıştı.Ve ben bildiğim her şeyi terk ettim.Bugün olsa yine aynı şeyi yapardım muhakkak.O gün bugündür, daha çok yaptığım şeylerin arasında, televizyon izlemek birinci sırada yer alıyor.Şu günlerde, dizi ve film senaryoları siparişleri aldığım için televizyonda ne kadar iş varsa hepsini takip ediyorum mesela.Televizyon programı teklifleri geldiği için, yapılan işlere bakıyorum...Bir işe girmeden elli kere düşünen manyaklardanım ben.Öyle olmaktan da pişman değilim.Zaten faydasız hiçbir şey için boş vaktimi bile harcamayacak kadar tembelim.İki yaz önce, Kanal D için yapılacak bir prodüksiyona sunucu olmam için teklif geldi.Yapım şirketine gidip görüştüm.Bana bir evlilik formatından söz ettiler.Onlara boş boş bakıp: “Evlilik ve ben? Benden Esra Erol çıkar mı sizce? Nereden aklınıza geldi bu parlak fikir Allah aşkına?” dedim gülerek.Yok dediler, öyle bir şey yapmayacağız... Bu format tam sana göre.Biz eğitimli, ilişkiler konusunda iyi tespitleri olan, entelektüel, genç, yeni bir yüz arıyoruz.Pek içime sinmemesine rağmen, ricalarını kıramayıp bir deneme çekimi yaptım.Formatın adı: Kısmetse Olur.Kanal D’de fenomen haline gelen Türkiye’nin The Bachelor’ı yani.Biz anlaşamadık.Başka bir sunucuyla yola çıktılar. Sezon başladı.Kısmetse Olur, düşük raitinglerle girdiği yayından yıl bitmeden neredeyse ilk onda çıktı.Caner Erdem ve Haluk Şirin ikilisinin daha sonra İşte Benim Stilim olarak adı değiştirilen Bu Tarz Benim’den sonra yarattığı en başarılı türk formatı haline geldi.Ekibin başına editöryal koordinatör olarak, beni ısrarla sunucu olarak isteyen sevgili Yasemin Tüzemen’i geçirdiler.Ve inanılmaz bir iş çıkardılar ortaya.Sunucusu olmadığım için üzgün müyüm bilemem ama izleyicisi olarak hastasıyım işin.Her tiplemeden bir tane var.Günlük dizi gibi, dönem dönem karakterler girip çıkıyor, farklı karakterlerin ilişkileri işleniyor.Toplumun her kesiminden bağımlıları var programın.Bahçeşehir Üniversitesinde öğretim görevlisi arkadaşım da izliyor, reklam ajansında yönetici olanı da...Dizilerde başrol oynayan arkadaşlarım da izliyor, çok ünlü şarkıcılar da...Kadını da izliyor erkeği de...Pek çoğumuz ilişkilerin kurgu olduğunu düşündüğümüz halde izliyoruz hem de.Yalan ya da gerçek...Ne fark eder?Önemli olan insana oyalanacak bir şeyler vermesi.Kafa yormadan eğlendirmesi.Boş boş bakmanın yetmesi.Bizim gibi kafası çok dolu insanların tek ihtiyaç duyduğu şey bu.Bir tane Berker var mesela...Herif doğuştan komedyen.Her konuştuğunda yarılıyoruz.Fesat kız Gamze var...İşi gücü fitne fesat, nifak...Aycan var...Programa başladığında tek aknesi yoktu, şu an stresten kızın suratı yara bere içinde.Didem var...Şehir kızı ama inadına halk çocuğu olmak isteyen Adnan’ı seviyor.Onur var...İstanbul gece hayatında gezenler, Onur’u işletmecilikten bilirler...Var oğlu var.Ülke panoraması gibi.Kısa yoldan tanınmak isteyenler için birebir.Instagram takipçisi artırmada, fan sahibi olmada, dizi oyunculuğundan bile etkili.Neden katılmasın insanlar?Di mi ama?Gündüz kuşağında evlendirme programlarından başka bir şey yok zaten...Anadolu’nun dört bir köşesinde, kadınlar zevkten değil, vakit geçirecekleri başka bir şey olmadığından izliyor bu programları.Haliyle de, bu programlardaki tiplemeler, ülkenin en ünlü simaları haline geliyor.Geçtiğimiz günlerde ünlü yazar-düşünür John Berger’i kaybettik biliyorsunuz.Bizim kuşağın gençlerinin hemen hepsinin evinde bir Görme Biçimleri vardır Berger’in.Konu Kısmetse Olur’dan Görme Biçimleri’ne nereden geldi demeyin...Berger, Görme biçimlerinde diyor ki,“Erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidir. Erkekler kadınları seyreder. Kadınlarsa seyredilişlerini seyreder. Bu durum yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye, özellikle görsel bir nesneye, seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur.”Bunu Kısmetse Olur kızlarının çoğunda görmek mümkün.Mesela Sibel.Sessiz sedasız bir köşede oturup bekledi, olanları izledi ve sonunda o güzel aile kızı görüntüsünün altından, en yakın arkadaşıyla flört ettiği oğlana sevdalı bir femme fatale çıktı.Berger, Görme biçimlerinde diyor ki,“Reklam, zevk değil mutluluk vadeder bize. Dışarıdan, başkalarının gözüyle görünen bir mutluluk. Kıskanılmanın getirdiği bu mutluluk da çekicilik yaratır.”Tıpkı lüks arabalarıyla kızları kendine aşık eden zengin Gökhan gibi.Gökhan, kendinden o kadar emin ki, zengin koca aradığını söyleyerek eve giren Rabia’yla flört etmekten çekinmedi.Gökhan, hayatta her şeye sahip olacağından o kadar emin ki, Rabia’dan ayrılır ayrılmaz, en yakın arkadaşıyla flört eden Sibel’e aşkını ilan etmekten çekinmedi.Gökhan, gösterdikleriyle, dünyayı etkileyebileceğinden emin.Gökhan haklı.Berger, Leylak ve Bayrak’ta diyor ki, “Hayat, çocukken ne öğrenmişsen odur.”Rabia’ya bakın.Eve ilk girdiği gün zengin koca aradığını söyledi.Bundan çekinmedi.Bunu hakkı olarak görüyor.Fakire pirim vermiyor.Zeki adam zengin olur diyor.Fakiri akılsız buluyor.Onun duyguları parada arayan tabiatı kimseyi bozmuyor.Herkes varını yoğunu ortaya koymaya hazır kızı elde etmek için.Rabia akıllı.Berger, Görme Biçimleri’nde diyor ki,“Bir şeye saplanıp kalan kişiye saplantısı, nesnelerin doğasında varmış gibi gelir. Bu yüzden de o şey, olduğu gibi algılanmaz hiçbir zaman.”Tıpkı Hazal’ın Semih’e olan aşkı gibi...Semih, bildiğiniz alemci Trakya genci.Ev erkeği olmaya hiç niyeti yok.Karadenizli Hazal ise ondan koca yaratabileceğinden emin.Bunu da aldatılsa bile Semih’i affederek, tüm hatalarını görmezden gelerek yapmaya çalışıyor.Nedense aşık.Aklıma o eski şarkı geliyor:“Aşkın gözü kör mü acaba?Uyan artık bitti bu rüya.Seviyor sevilmiyorsun.Boşver aldırma.”Örnekleri çoğaltarak günlerce yazabilirim.İşin aslında Berger de öyle diyor.Neye baktığınız önemli değil.Nasıl baktığınız önemli.Bir saniyenizi bile boşa bakarak harcamayın derim.İşinize yaramayan hiçbir şeye, bakmayın...Bakmak zorunda kaldığınız her şeyden işinize yarayacak bir şey çıkarın.En boş görünen şeylerden bile.Genellikle zamanın ruhu, o en boş görünen şeylerde gizlidir.Hayırlı günler, iyi seyirler...
“Ve hayat devam eder,Tamamlanmamış bir şiir gibi.”Yeni yılın ilk yazısında sizlere umuttan, mutluluktan ve gelecek güzel günlerden bahsedecektim.Öyle planlamıştım.Harika geçen yılbaşı gecesini anlatacaktım.Öyle düşünmüştüm.Hayatta planların beş para etmediğini çoktan öğrenmiş biriyim oysaki.İyi düşününce iyi olur sanmıştım yine de...Ne kadar kötü olabilirdi ki?Bu kadar kötü oldu.Manyağın teki, aldı eline makinalı tüfeği, bastı Reina’yı.Yeni yıla eğlenerek girmek isteyenleri gözünün gördüğü elinin yettiği yerde canlı bırakmayacak şekilde taradı.39 ölü çıktı o gece Reina’dan.Güvenlik görevlileri, garsonlar, turistler...Öldü insanlar.Günahsız insanlar öldü.O fotoğrafları gördünüz mü?İyi bakın.O gece Reina’da insanların hayata karşı kalan son umudu öldü.Ben bu satırları yazarken, katil hala bulunamamıştı.Katliamı gerçekleştirdikten sonra, mağdur müşterilerden biri gibi çıkıp gitmişti çünkü mekandan.Umarım bu yazı yayınlanana kadar bulunur.Umuyorum, bulunur.Öte yandan...Sosyal medyanın, özellikle Twitter’ın artık bildiğiniz boş laf çöplüğüne döndüğünü belirtmek istiyorum.Millet aklına geleni yazıyor, eline geçeni paylaşıyor.Kafasına göre ahkam kesiyor, anlamadan görüş bildiriyor, küfrediyor, hedef gösteriyor.Ölenlere üzülmeyenler bir yanda, iyi ki öldüler diyen manyaklar diğer yanda duruyor.Büyük bir şuur kaybı yaşanıyor sosyal medyada.Herkes Twitter aktivisti, siyasetçisi olmuş.Bunu kendine bir görev belleyen, oradan muhalefet yapmayı seven, boş zamanı çok arkadaşlar da var...Üç tweetlerini arka arkaya okuyun, inanın dedikleri birbirini tutmuyor.Demiyorum ki biri gelip bunu sansürlesin, insanların ifade özgürlüğü engellensin...Herkes düşüncesini paylaşsın elbette...Varsa gerçek bir düşüncesi...Provokasyona mahal vermeden, aklın ve vicdanın süzgecinden geçirerek...Özgürce.Tek mesele, düşünüyormuş gibi görünmek için paylaşımda bulunanlar.Aslında kafasının hiç basmadığı konularda bir şeyler söylemeye çalışırken ortalığı bulandıranlar, zırvalayanlar.Kahve emmisi gibi, oradan buradan duyduğu cehaleti, sosyal medyada satmaya çalışanlar.Gereksiz duyarlılık çabasına girip artistik patinaj çekenler...Samimiyetsiz üzüntü paylaşımlarında bulunup ertesi gün selfie paylaşanlar.Bir frenleyin kendinizi.Bir düşünün o paylaştığınız, o kaos ortamında, o acının içinde kimin işine yarayacak.Bir kafa yorun faydalı mı söylediğiniz söz.Hele ki Twitter gibi herkese açık bir mecrada, durduk yere infial yaratmak, birilerini birilerinin üzerine saldırtmak hoşunuza mı gidecek?Bu durumun size ve dünyanın kalanına ne faydası dokunacak?Bir düşünün.Sonra yazın, sonra paylaşın.Yeni yıla saatler kala şunu yazdım Twitter’a:“2017'de gereksiz konuşmayın. Çok konuşmayın. Gerektiği kadar konuşun. Gerektiği yerde susmayın. İnsanlığın en büyük sorunu bu bence.”İnsanlığın boş konuşanlardan, gerektiği yerde susanlardan başka bir derdi yok.Bütün problemler boş konuşanlardan ve gerekli yerlerde susanlardan çıkıyor.Başka da bir şey değil.YILBAŞI GECESİ ÖLÜMDEN DÖNDÜKTüm bunları bir kenara koyalım, şimdi size kendi yılbaşı gecemi anlatayım.Her yıl olduğu gibi, bu yıl da annemlere, plaja, aile yemeğine gittim yılbaşı için.Öğle saatlerinde babam aldı beni.Ailece keyifli bir yemek yedik.Tombala oynadık.Yeni yıla birlikte girdik.Ancak bu sene, 12’den sonra arkadaşlarımla olmak istedim.Babamdan rica ettim, yarım gibi çıktık evden.Kızkardeşimle birlikte beni karşıya bıraktılar.Tam 01.00’da köprüden geçtik.Kardeşim aşağı bakıp “Baksana bir tek Ortaköy kalabalık herhalde” dedi.Yollar o kadar boştu ki, 25 dakikada Teşvikiye’ye vardık.Yollar o kadar boştu ki, babamlar 20 dakikada plaja geri döndü.Üzerimi giyindim ve 01.15’te evden çıktım.Nişantaşı’nda her zaman gittiğim mekana gidip arkadaşlarımla buluştum.Ve 10 dakika sonra haberi aldık.Reina’nın kapısı taranmış...Twitter’a girdik.Her kafadan bir ses çıkıyor.Biri mafya hesaplaşması yazmış.Öbürü bomba atılmış diyor...Biri üç kişi basmış, öbürü beş kişi diyor...Biri 400 ölü var diyor, öbüyü 60...Kim ne diyor belli değil.O kadar belli değil ki, yarım saat sonra, o an içinde bulunduğumuz kulübe de saldırı olduğuna dair haberler gelmeye başladı.Ulan içerideyiz, bir sıkıntı yok...Kapıya çıktık baktık...Yok öyle bir şey.Sadece güvenlik önlemleri arttırılmış.Kapıya akrep getirilmiş, olay çıkmasın diye polis yığılmış.Cadde her ihtimale karşı trafiğe kapatılmış ki bir şey olmasın.Buna rağmen güvenlik önlemleri gereği müzik erken saatte susturuldu.Zaten kimsenin eğlenecek hali kalmamıştı.Kulüpten çıktık.Dört kişi, bir üst caddeden taksiye bindik.Ve Işık Lisesi’nin köşesinden dönerken, içinde bulunduğumuz taksi savruldu.Aşırı derecede alkollü bir sürücü Mercedes’iyle içinde bulunduğumuz taksinin önünü aldı götürdü.Ardından bastı gitti yanımızdan.Allahtan bindiğimiz taksi son derece yavaş gidiyordu da hala hayattayız.Yoksa tam ortadan biçecekti herifçioğlu bizi.Arka koltukta üç kişi oturmamız da hayatımızı kurtardı diyebilirim.Yoksa o hızlı çarpmanın etkisiyle birimiz camdan fırlamıştık.Nitekim önde oturan arkadaşımız kafasını sağa sola çarptı.Kaçan sürücü aracı Citys’in önüne bıraktı ve toz oldu.Taksiden indiğimizde hala hayatta olduğumuz için şaşkındık.Titriyorduk.Şoktaydık.Hayattımda iki kez trafik kazası gördüm.İlkinde 20 sene evvel amcam Antalya’da bizi havalimanından babamın yeni arabasıyla almıştı.Önümüzden giden kamyon, yerdeki rögar kapağını fırlattı.Önde oturuyordum.Kapak hızla bana doğru geliyordu.Sonra ne olduysa oldu, arabanın ön tarafındaki ızgaraya saplandı dev kapak.Ölmedim.İkincisi de buydu.Hem de böyle bir gecede...Ne gece ama?Allah beterinden saklasın ne diyeyim.Görecek günümüz varmış demek ki.Hala hayattayız.Buna da şükür.O değil de ben kelle koltukta yaşamaktan çok yoruldum ya...Siz yorulmadınız mı?Ve yine de, her şeye rağmen, satırlarıma burada son verirken,Dışınızdaki kötülüğün içinizdeki ışığı karartmasına izin vermeyin demek istiyorum sizlere.Yaşıyorsak, bir nedeni var...Yaşıyorsak, daha yapacak işlerimiz, görecek güzel günlerimiz var.Hayata inanmaya devam.Mutlu, umutlu, kazasız belasız yıllar olsun.İyi şeyler olsun.İyi-şeyler-olsun.Maillerinizi bekliyorum.
“Yalnızdım. Zaten her zaman yalnızdım. Bir süre onunla birlikteyken yalnız değilmişim gibi davranmıştım, ama öyleydim.” -Ursula K. Le Guin, Her Yerden Çok UzaktaBüyük hareketler yaparken dikkat edeceksin.Büyük sözler söylerken, vaatler verirken, duygusal çıkışlar yaparken, dikkat edeceksin.Olmayan şeyi, karşındakini büyülemek için söylemeyeceksin.İnanır çünkü...İnanmamış gibi yapsa da inanır.Kırılır.Kırmayacaksın.Kırdığın yerden kırılacağını unutmayacaksın.Daha bu yaz, Drake’in neredeyse çocukluk aşkı olduğunu söylediği Rihanna için yaptığı şovları izledik.Yok billboard’lar kiralamalar, yok sahneden ilan-ı aşk etmeler, hayatımın kadını demeler...İnandı Rihanna.Dünya starı da olsa, kadın sonuçta.İnanmak istedi...Ve yürümedi ilişkileri yine.Neden bilinmez, şu ya da bu şekilde bitti birkaç ayda.Drake, o gün bugündür, intikam yemini etmiş gibi ünlü karı kovalıyor afedersiniz.Sonunda da buldu.Kendisinden 17 yaş büyük Jennifer Lopez’le manita oldu.Tebrikler Drake...Rihanna, JLO’yu takipten çıkardı Instagram’dan gelen haberler üzerine.Artık ne kadar kırıldı belli değil ki, dünyanın gözünün üzerinde olmasını umursamadı bunu yaparken.Sonra ne oldu?JLO ve Drake de mahalleden İhsan’la Fatma’nın yaptığını yapıp unfollow yer yemez, profillerinden paylaştıkları bir fotoğrafla ilişkilerini tescilledi.Ulan ikiniz de dünya starısınız!Azıcık ağır olun, di mi?Yok!İlla mahalleli avamlığı yapacaklar...Buldumcuk gibi sarılırken fotoğraf dayayacaklar sosyal medyaya.Neyse...İlk kez Rihanna’nın yanındayım bu hikayede.Amcamın kızının başına gelmiş kadar üzüldüm.Hani derler ya b.ktan aşk romanlarında, “Seviyorum deme... Çünkü inanırım.”Bu hikayede de durum öyle.O kadar seviyordun da şimdi mi tısladın?!Bu muydu sevgin, bu muydu aşkın?Derdin Rihanna değil, aşırı ünlü manitaymış demek ki sevgili Drake...Gördük senin de 24 ayar vaadiyle satılıp 8 ayar altın çıkan aşkını.Yıkıl!Gözümüz görmesin!Bütün erkeklerin sorunu bu galiba...Bir kadını alana kadar gevşek gevşek, boş boş konuşup, aldıktan sonra asıl verdikleri değeri koyuyorlar ortaya.Bunu aldıysam, şunu kesin alırım tribine giriyorlar.Boş bir egoyla şişiniyorlar.O yüzden diyorum size, gerçek aşk sessizdir, yalancılar bağırır diye.Diyorum size, konuşma yap diye.Diyorum size, boş sözlere kanmayın, davranışlara bakın diye...Diyorum hep:Konuşma, göster.Anlatma, yap.Kalanı...PALAvra, palaVARa...PARAvla, palaVARa!İnanmam sana!GEÇEN HAFTADAN KALAN 5 ŞEY1- GEORGE MICHAEL ve CARRIE FISHER’IN ÖLÜMÜKöşe köşe olmaktan çıktı, resmi taziye sayfasına dönüştü. Allah'tan rahmet diliyorum. Bu konuda fazla konuşmak istemiyorum. Bit artık 2016!2- AĞAOĞLU’NUN DAMADIBeş üniversite mezunu inşaatçı damat, 60 milyonluk düğüne çirkin saçları ve sakallarıyla damga vurdu. Bir de 28 milyonluk yalıyı duyduğu anda kendinden geçtiği fotoğrafla. Tövbe yarabbim. Zenginin malı züğürdün çenesini yormasın. Yedi geline gelinlik çıkacak milyonluk Zuhair Murad gelinliğin kuyruğu, Toki inşaatı gibi düğün pastası ve Ağaoğlu’nun bordo kadife ceketi, hiç değinmek istemediğim konular. Bi bit artık 2016!3- MARS’TA BULUNAN KAŞIKÇokyiyenler Cumhuriyetinin Çin Seddi filan herhalde. Ülke sınırı gibi bir şey. Aklıma Matrix geldi. Ortada kaşık yoksa bu ne? Varsa... Ulan! Bu Matrix’i çekenler kaşığı önceden mi gördü yoksa? Duygularım karışık. Bit ulan 2016!4- HADİSE, HAKAN SABANCI AŞKIElalemin derdi beni germez ama, insan aklını kaçırır doğrusu. Sen evlenmek istemiyorum diye çocuktan ayrıl, çocuk gitsin memleketin en ünlü popçusuyla sevgili olsun. Aslışah Alkoçlar ne hissediyordur acaba? Ne derler bilirsiniz, birinin çöpü, diğerinin hazinesidir. Bit bit bit git 2016!5- YILBAŞI GECESİ NE YAPIYORSUN?Geldi yılın en kutsal sorusunun zamanı. Ne yaparsanız yapın, bomba patlama riski olan yerlerden uzak durun canlarım. Bomba patlama riski nerede var? Ev dahil her yerde... Yatağa gömülüp yüz yıl uyuyan güzel olmak istiyorum. Bitince haber ver 2016!Allah beterinden saklasın inşallah, olanı aratmasın ama bi defolup gider misin 2016?Güzel günler görürüz inşallah canlarım...Hayırlı günler.Maillerinizi bekliyorum.Bazen de iyi hikayeler yazın.Belki bir mucize olmuş ve hayatınız değişmiştir yani...Olamaz mı?Hep de kötü şeyler olacak değil ya...Olur belki.
“Kaybetmeyi, acı çekmeyi yaşamın gerçeği sayar, hatta gerekli görürüz. Sonra da ‘zendagi migzara’ deriz: Hayat devam ediyor." –Khaled Hosseini, Uçurtma AvcısıTam da böyle bir şey düşünüyordum...Tam da suçluluğun, kendini suçlamanın insanı ne kadar yorduğunu ve başkalarının bize haksızlık ettiğini düşündüğümüz zamanlarda aslında kendimize ne kadar haksızlık ettiğimizi anlamadığımızı düşünüyordum.Kendimizi suçlayarak kalbimizi ne kadar üzdüğümüzü düşünüyordum...Tam da böyle bir şey yazacaktım...Bir okuyucumdan şöyle bir mail aldım:“Saat sabahın altısı. Şu an içimdekileri dökmeye kalksam öyle bir öfke ve acı çıkar ki, tarifi imkansız. Hayatımda kimseye harcamayacağım emeği bu güne kadar tek kişiye verdim (Bravo!) ve onun yaptığı çocuk yaşta bir kızı bana tercih etmek oldu. Bu bende öyle bir iz bıraktı ki son bilmem kaç haftadır ne yiyorum, neye gülüyorum, neyi istiyorum, neyi sevebilirim hiç bilmiyorum.Hissettiğim tek duygu, pişmanlık kendi adıma. En acısı da bu kadar güzel şey yaptığın adamın senin öfkene susmak ve haklı olduğunu söylemek yerine, aynı öfkeyle bir hiçmişçesine davranması ve bütün o yıllarının, o güzel anılarının çöpe gitmesi. Dünyadaki çok büyük insanları bile en minik yapan tek şey vardır kendimce: Vicdansızlık. Ve beni de en tiksindiren şey de işte o aynı sebep. İnsan kullanmak. Fiziken. Tenine dokunmak. Ona sarılıp uyumak. Öpmek. Bu bir kadını sarsabilir pekâla. Beni sarstı. Maneviyat kısmı ise kavgada söylenmez. Senin bir bardak suyunu içmiş olması bile yeterli. Belki de en zor durumlarında desteği olmak. Ama sonucunda... Hani sen adamsın ve dürüstsün ya, “Hadi ben seni sevmiyorum, onu seviyorum" gibi mikro beyin kokan oyunlarıyla gitmesi.O kadar tuhaf ki neyi sindirebileceğimi bilmiyorum. Kullanılmış olmayı mı? Beni sevmeyen bir adamın belki de defalarca tenime dokunmuş olmasını mı? Gururumu yok saymış olmamı mı? Neyi? Unut diyorlar, arkana bile bakma... Tabii unutacağım. Ardıma baktığımda ise belki bu nokta kalacak. Ama hayatıma aşk anlamında bir virgül olmayacak. Niye? Onun yüzünden değil, onun 3 kuruşluk kişiliğini göremeyecek kadar kör olan gözlerim, uyarıları duymayacak kadar sağır kulaklarım, sanırsın ki sevgi kelebeği olan ruhum yüzünden. Kendi yüzümden. Kendime söylediğim yalanlar yüzünden. Ve karşımdakini bulunmaz hint kumaşı seviyesine taşıyıp, aslında toz bezi olduğunu kabullenmemem yüzünden.Sevilmediğini kabullenmek değil sorunum, sevilmeyip de bu kadar kör olup seviliyorum sanmak. Bilmiyorum. Sadece o ruhumu yitirdim sanırım artık. Bu sefer yitirdiğimi herkes görüyor ve susuyor. Ben de gülümsemeye devam ediyorum.”Başınıza ne geldiğinin hiç önemi yok.Biri karşınıza çıkmış, kalbinizi kırmış, sizi kullanmış, sizi aldatmış, başkasına gitmiş, durduk yere terk etmiş olabilir.Biri sizi duygusal olarak harcamış olabilir...Aşkınızdan gözünüz kör olmuş, karşınızdakinin size neler yaptığını, ne mal olduğunu, asıl niyetini görmeniz imkansızlaşmış olabilir.Olabilir...Ne demiştim ben?“Söz konusu aşksa her kadın biraz salaktır.”Başınıza gelen kötü şeyleri kabullenin.Ve ne karşınızdakini suçlayın ne de kendinizi.Herkesin kendine göre nedenleri var hayatta.İnsan en kolay kendini en çok seveni terk ediyor.İnsan en kolay sevgisinden emin olduklarına ihanet ediyor.Ben bu oyunu döndürebilirdim, keşke duygularıma teslim olmasaydım triplerine girmeyin.Her şeyin bir kaderi var.Her insanın kaderini, başına gelen o şeylerin minik kaderleri toplanarak bütünlüyor.Kaderi zorlamayın.Birileri bizi kıracak, dökecek, parçalayacak elbette.Kırılan şey sadece parçalanmaz, parçalar da elbette...Ama bugün konumuz karşı tarafın eline eninde sonunda batacak olan kırıklarınız değil.Bugün konumuz, kendi elinizle, sözlerinizle, suçluluk duygunuzla parçaladığınız, kırdığınız kalbiniz.Kendinizi suçlayarak, karşınızdakinin kırdığından çok parçalıyorsunuz.Kırdığınız kalbinizin parçaları vücudunuzda gezinip beyninize batıyor, düşüncelerinizi kuşatıp geleceğinizi mahvediyor.Buna bir son verin.Kendinizi affedin.Hala kırılabilecek bir kalbinizin olması bile şans...Kalbinizi sevin.Onu kırıklarıyla sevin.Bir şeyi sevdiğiniz, düşünmeden sevdiğiniz için kendinizi affedin.Hatalarınız için kendinizi affedin.Salak yerine koyulmanıza müsaade ettiğiniz için kendinizi affedin.Ve şükredin.Hissedebiliyorsanız hala insansınız demektir.Beyninizin sesini susturabilecek, mantığınızı devre dışı bırakabilecek kadar güçlü duygularınız var demektir.Birini çok sevmeyi becerebilecek kadar insansınız hem de!Beş yıldızlı bir insansınız.Karşılığını bulursunuz ya da bulamazsınız...Siz severek doğru olanı yaptınız.Ne yaparsanız yapın, nasıl davranırsanız davranın, başınıza gelecekleri değiştiremeyecektiniz.Eninde sonunda yaşanacaktı o.Siz zaman zaman sabrederek, birkaç güzel gün daha geçirdiniz.Ve belki de birkaç üzgün gün daha...Ama en önemlisi, dolu bir kalple geçirdiniz o günleri.İnsanı ne hayatta tutar bilmem ama, boş bir kalp sonunu hazırlar.Dolayısıyla kızmayın kendinize.En azından bir şey yaptınız: Denediniz.Mal gibi oturup hayatınızın adamını/kadınını beklemediniz.Çaba sarf ettiniz.Elinizden geleni yaptınız.Pes etmediniz...Ve kaybettiniz.Hep de kazanacak değilsiniz ya?Mesele çaba sarf etmek...Kazanmak değil.Gün gelir, kazanırsınız da...Kaybetmeyi öğrendikten sonra, kazanmak her şeyden tatlı gelir.Kazandığınızın kıymetini daha iyi öğretir o kayıplar size...Kayıplarınıza şükredin.Hayatınıza giren ve size en büyük kötülükleri etmiş, özellikle bile isteye etmiş, o rezil insanları da affedin.İnşallah onlar ölecek, siz sonsuza dek yaşayacaksınız.Çünkü ne var biliyor musunuz?Nefes aldığımız sürece maç bitmez...Ve kimin kaybettiği, hayatın son günü gelmeden öğrenilmez.Hayata inanın biraz...Ve devam edin...Aramaya, inanmaya, sevmeye...Hıyar gibi elinizde ne varsa karşınızdakine vermeyin elbette.Ben size sevin diyorum, salak olun demiyorum.Bir kez daha tekrar ediyorum:ALMADIĞINIZ ŞEYİ VERMEYİN, VERDİĞİNİZ ŞEYİN KARŞILIĞINI BEKLEMEYİN!Kural bu kadar basit.Şimdi pofuduk kalbinizle, gidin ve dolu dolu yaşamaya devam edin.Kendinizi suçlayarak kaderi değiştirmezsiniz.Ve hayır, öyle yapmasaydınız da farklı olmayacaktı.Ve evet, sevdiğiniz gün, yaşadığınız ilişki, sahte bile olsa mutluluk, yanınıza kar.Sonu kötü de olsa yaşanmış olması, hiç yaşanmamış olmasından daha iyidir.Aklınızda duracağına cebinizde dursun.Birkaç saat delirip devrilmeye, kalkıp eskisinden kuvvetli devam etmeye...DEVAM!Maillerinizi bekliyorum.