Bir domino daha yıkıldı!

9 Kasım 2011

Biz Kurban Bayramı tatilindeykenAvrupa’da neredeyse yer yerinden oynadı! Önce Papandreu; krizin asıl mimarı olduğunu iddia ettiği Yeni Demokrasi Partisi’nin vebalini daha fazla taşımamak için; “milli mutabakat” hükümeti kurulması için başbakanlık görevinden istifa etti.Ardından sıra İtalya’ya geldi! Saat saat çoğunlukta olup olmadığını kontrol etmek durumuna gelen Berlusconi de çoğunluğu kaybettiğini anlayınca önlem planının meclisten geçmesi sonrasında istifa edeceğini açıkladı. O da gidici! Yine ‘etrafı derleyip toparlamak’ için zaman kazanmaya çalışıyor. O zaman kazanmaya çalıştıkça İtalya’nın durumu daha da “kötüleşti”. Nihayet dün İtalyan 10 yıllık tahvil getirileri “kritik eşik” kabul edilen yüzde 7’nin üzerine çıktı. Bu seviye bir yandan Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) piyasaya müdahale etmesine diğer yandan da (artık çalışıp çalışmadığından çok da emin olamadığım) CDS piyasalarının karışmasına sebep oldu.İtalya gibi bir “dominonun” daha yıkılması düne 1.3820’lerde başlayan euro/dolar paritesinin 1.3620’lere kadar gerilemesine neden oldu! Yunanistan, İrlanda, İzlanda, Kıbrıs Rum kesimi ve şimdi de İtalya. Sıradaki kim derseniz, farketmez! Siz seçin: İspanya, Portekiz, Belçika ve hatta İngiltere...EFSF’de 200 milyar euro kaldı440 milyar euroya çıkarılan EFSF’de 200 milyar euro kaldığı konuşuluyor. En çok da merak ettiğim; bu paranın İtalya’ya bile yetmesi mümkün değilken, diğer ‘dominolar’ da yıkılınca AB ne yapacak? Bu kurtarmalar teknik olarak zaman kazandırma operasyonlarıdır. Kazanılan zamanda radikal önlemler alırsınız ki sorun daha da içinden çıkılmaz hale gelmesin diye. Ancak bu konuda ne G-20 ne de AB liderler zirvelerinde kalıcı bir çözüm adına adım atılmıyor.Almanya artık bir karar vermek zorunda. Bu sorunun çözümü belli! Yeniden tekrar etmemesi için yapılması gerekenler de. (Bunların neler olduğunu daha önce yazmıştım, yarın yine ele alacağım!) Ancak bedel hayli yüksek! Gerçi bunun bir kısmı ödendi. Halen daha ödenmesi gereken bir bedel var. Almanya kalan kısmın ne kadarını daha üstlenebileceğine ve karşılığında diğer AB üyelerinden ne gibi “tavizler” isteyeceğine bir karar vermeli. Sonrasında da hızla harekete geçerek piyasaların elinde oyuncak olmaktan kurtulmalı! Aksi takdirde dominolar art arda yıkılmaya devam edecek ve onları yeniden ayağa dikmek için bilinenlerden farklı yepyeni “mühendislik teknikleri” gerekecek. Bu teknikler de ne yazık ki ilk denendikleri için çok pahalı olacaklar! Henüz daha maliyet artmadan neden önlem almazlar çok merak ediyorum.Diğer yandan da iyi ki AB’ye almamışlar bizi diye de sevinmiyor değilim. 2001 krizinin bedelini ödemiş bir ülke olarak, bir de bu kadar büyük bir beceriksizliğin bedelini ödemek istemezdim doğrusu...İtalya’nın hazmı zor olacak!Kısaca piyasalar...Paritede 1.3570’ler önemli! Bu seviyenin aşağı kırılması durumunda da bu hafta ya da önümüzdeki hafta içinde 1.3380’lere kadar gerilemesi söz konusu. İtalya büyük lokma, hazmı zor olacaktır!İlk seviyenin “tutması” durumunda dolar/TL kurlarında 1.8080 seviyesinin korunması (Merkez Bankası’nın da yardımıyla) büyük olasılık.İMKB mi? Korkarım birkaç gün keyifsiz olacaktır! Önümüzdeki hafta Pazartesi günü daha detaylı ele alacağım.Bugün 10 Kasım! Atatürk’ü bir kez daha minnet, sevgi ve saygıyla anıyorum.

Devamını Oku

Yorgo ne soracak?

2 Kasım 2011

Hiç hesapta yoktu bu referandum. Her ne kadar Yunan Başbakanı Yorgo Papandreu “Ben, Merkel ve Sarkozy’ye söylemiştim” dese de kamuoyunun bundan haberi ancak önceki gün oldu! Peki bu referandum neyin nesi? Papandreu neyi soracak halka? “Önlemleri almazsak, acı ilacı içmezsek; temerrüte düşeceğiz, 5-10 yıl borç bulamayacağız, ekonomimizi toparlayamayacağız, önlemleri alalım mı? diye mi soracak? Sizce hangi halk bu fedakârlığa katlanmayı isteyecektir. Bu tıpkı temerrrüte düşen Yunanistan bonolarını elinde tutan yatırımcılara; “yeniden yapılandırmaya gidip, sana olan borcumuzun yüzde 50’sini ödemesek nasıl olur?” diye sormaya benziyor. Sizce bono yatırımcısı ne der? Kim 100 lirasının 1 lirasından vazgeçmek ister? Yoksa birileri “Evet, evet; bir an evvel yeniden yapılandırın ve benim paramı yarıya indirin. Bu Yunan halkı için en iyi çözümdür!” mü der, yoksa yeniden yapılandırma nereden çıktı, benim paramı (hem de işlemiş faiziyle) geri verin mi der? Bence ikincisi...Sizce bu sorularla referanduma gidilse sonuç ne olur?Soruyu ister öyle, ister böyle sorun referandumdan hayır çıkar. Peki bunu biz biliyoruz da Yunan Başbakanı bunu bilmiyor mu? Güvenoylaması için yeter sayının 2 fazlasına sahip, PASOK’tan 6 milletvekilinin Papandreu’nun istifa etmesi gerektiğini söylediği bir ortamda neden bu riski alıyor peki Başbakan? Acı ilacı içiren kendisi olmamak için. Ya güven oylaması, ya da referandum sonrasında görevdeki hükümet “işi bırakır”! Aslında Papandreu işini sağlam kazığa bağlamış durumda: güven oylamasında iş bitmezse, referandumda iş garanti! Hüküme t ya mecliste güven oyu alamadık diye ya da halk bize güven oyu vermedi diye istifa ede cek. (Desteği, yüzde 14’lere kadar gerilemiş Başbakan’ın arayıp da bulamadığı mazeret) Yeni gelen hükümet (muhalefet nasıl gönüllü olacak, ya da hangi söylemle iktidara gelecek o da ayrı bir soru işareti) nasılsa daha önceden onaylanmış tüm kararları iptal edecektir. Hal böyle olunca da tüm not şirketleri Yunanistan ’ın temerrüte düştüğünü ilan eder, CDS’ler işleme konur! Tüm bunlar olmasın diye Cannes’da yapılan G-20 toplantısında yepyeni önlemler de açıklanabilir. Yoksa Yorgo’nun plânı bu muydu? Şimdilik belirsiz. Ancak küresel piyasaları bu denli ateşe atacak bir karar açıklayan komşunun itibarı iyiden iyiye yerle yeksan olacaktır!4 ya da 11 Aralık’ta yapılması söz konusu olan referandumda “acı ilaca hayır” çıkarsa komşu eurodan çıkar ya da ç.ıkartılır mı? ben halen daha bunun bir mümkün olmadığını, Almanya’nın ne pahasına olursa olsun buna izin vermeyeceğini düşünüyorum. Ancak olasılık sıfır değil!Bu yıla dair tahminlerimden birisi Yunanistan’da bir yeniden yapılandırmanın yapılacağıydı. ‘Yunanistan borçlarını ödeyemiyorsa, borçlar ödeyebileceği seviyeye kadar indirilecek’ savım nihayet hayata geçecek. Zira yüzde 50’lik “gönüllü gibi görünen” borç silinmesi aslında komşunun borçlarının yaklaşık dörtte birini siliyor. Bu da komşuya yetmiyor. Papandreu’nun yaptığı bence bu tavizi koparabilmek için bir “blöf”.Günün sorusu: “Yorgo referanduma gittiğinde neyin propagandasını yapacak?”

Devamını Oku

AB anlaşmasının piyasalardaki olumlu etkisi fazla uzun sürmez

30 Ekim 2011

Bu haftanın başında geçtiğimiz haftanın ‘gazıyla’ borsalarda yükselişlerin sürmesi ihtimali yüksek gözüküyor. Ancak yaşanan bu rallinin sürmesi oldukça zor. Asıl mesele krizin çözümü için önerilen paketlerin bir çoğunun AB ekonomilerini durgunluğa sokmaktan başka yapacakları çok fazla şey yok. Hal böyle olunca da borsalardaki coşkunun çok uzun soluklu olması zorlaşıyor.Geçtiğimiz hafta nihayet AB’den bir plan geldi. Komşu’nun borçlarının yüzde 50’si silinecek, bankalara yeniden sermaye konulacak ve EFSF ‘kaldıraçlandırılarak’ 1 trilyon euroya çıkarılacak. Korkarım, anlaşmanın detayları ilk bakışta piyasaların yorumladığı kadar iyi olmayabilir. Kaldı ki Yunanistan’ın borcunun yüzde 50’sinin silineceği de doğru değil! AB, Avrupa Merkez Bankası, IMF ve Yunanistan Merkez Bankası’nın alacaklarının tamamının ödenmesinden sonra kalan kısmın; yani 200 milyar euroluk borcun; yüzde 50’si silinecek. Bakıldığında toplam borcun yaklaşık yüzde 26’sı silinecek. Bu yeterli mi? Daha doğrusu kamu borcunun gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 120’ye gerilemesi beklenen Yunanistan’ın bu borcu ödemesi mümkün olacak mı? Hem temerrüde düştüğü için borçlanması zor olacak, hem de borç ödemek zorunda olduğu için ekonomisini büyütemeyeceğinden dolayı geriye kalan borcun ödenmesi de mümkün ol(a)mayacak. Komşu, önümüzdeki yıllarda değil, aylarda; yeni indirimler için alacaklılarına çağrıda bulunacak, yepyeni liderler zirveleri yapılacak!Tenzilat ‘gönüllü’ olacağından CDS’lerin (ülkenin batma riskine karşı sigortaların) ‘çalışması’ yani hayata geçmesi gerekmeyecekmiş! Küçük tasarruf sahiplerinin bu işe nasıl ‘gönüllü’ olacaklarını merak ediyorum. Bunlardan birisi itiraz edecek ve Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nde dava açması ve de kazanması durumunda CDS’lerin hali nice olacak? Yoksa AB yöneticileri, alacaklıların yüzde 90’ı ya da 75’i (uygun oranı hesaplayıverirler hemen) ‘gönüllü’ olur ise geriye kalanlar dava açamazlar diye yepyeni bir kanun yapıverirler mi? Son olarak da İtalya, İspanya, Portekiz veya haftasonu şair bir cumhurbaşkanı seçen İrlanda da “Bizde borçlarımızda indirim istiyoruz” derlerse ne olacak? “Yunanistana’a var da bize yok mu?” diye bu ülkelerde bir halk hareketi başlarsa yerel politikacılar ne yapacak? İşsizlik oranı yüzde 21.4’e yükselmiş olan İspanya bu konudaki en güçlü aday!Bunların hemen hemen hiçbir önemi yok! Piyasalar şimdilik bunları göz ardı ediyorlar ve AB’nin nihayet ayakları yere basan ve AB’den ‘tek ses’ (Merkel’in de olsa) çıkmasını sağlayan bir plân duyulmasını çok sevdi. Hatta öylesine sevdi ki birçok endeks ve emtia kritik eşiklerini yukarı kırdı! Bu rallinin sürmesi oldukça zor. Sadece yukarıda saydığım sebeplerden değil! Asıl mesele krizin çözümü için önerilen paketlerin bir çoğunun AB ekonomilerini durgunluğa sokmaktan başka yapacakları çok fazla şey yok. Hal böyle olunca da borsalardaki coşkunun çok da uzun soluklu olması zorlaşıyor. Bu haftanın başında geçtiğimiz haftanın ‘gazıyla’ yükselişlerin sürmesi ihtimali yüksek. Haftanın sonuna doğru 3-4 Kasım’da Cannes’da yapılacak G-20 toplantılarına kadar da bu hava korunmaya çalışılacaktır. Öncesinde hem Fed’in hem de ECB’nin faiz kararları var. Fed’den bir değişiklik beklemiyorum. Ancak Trichet’nin görevi ‘Süper Mario’ya devredeceği ve yeni başkanın ilk toplantısında 25 baz puanlık bir indirim yapma ihtimali var. Bunun borsalar üzerinde değilse de euro üzerinde bir etkisi olabilir. G-20’de Avrupa’nın da “Bakın biz de fedakârlık yapıp, toparlanmaya destek oluyoruz” mesajı vermesi açısından elini güçlendirebilir.G-20’de ya da MB’larının fazi kararları sırasında, sonrasında her ne olursa olsun, bu hafta piyasaların “Çok mu abartıyoruz?” diyecekleri bir hafta olmasını bekliyorum. Cuma günü 12.208’den kapanan Dow Jones’ta 12.415’e; 1.284’ten kapanan S&P 500’de 1.297’ye (hadi 1.300 düz yapalım!) 6.337’den kapanan DAX’ta 6.545’e kadar bir yükseliş görülebilir. Ancak sonrasında yatay aşağı, kar realizasyonlarının hayata geçtiği bir dönem gündeme gelecek. Dow’da 11.930 ve S&P 500’de 1.260’ın altına inilmesi tüm hisse senedi piyasalarındaki ‘düzeltmeleri’ hızlandıracaktır.Euroda yükseliş sürecek mi?Bu haftanın belki de en önemli hareketlerinin euro/dolar paritesinde görülmesi ihtimali yüksek! Özellikle de ECB’den bir faiz indirimi gelecek olur ise... (gelmese de sonuç çok farklı olmayacaktır!) Haftanın ilk günlerinde euronun dolar karşısında yeniden 1.4220 seviyelerine çıkması hatta 1.4295 seviyelerini test etmesi bile söz konusu. Ancak sonrasında euronun gerilemesi, doların önce 1.4020 ardından da 1.3865’e kadar değer kazanması söz konusu. Hisse senedi tarafında ise işler biraz daha karışık. Zira İMKB ‘not artışı beklentisiyle’ diğer borsalardan ‘pozitif ayrışmıştı’. Son haftalarda özellikle Merkez Bankası’nın belirsizliği artıran politikalarının da etkisiyle yükselişlere katılamamış, geride kalmıştı. Kolay kıyas için ben Brezilya Borsası ile olan seyri grafiğe yansıttım. Diğer birçok borsa ile de benzer/eş bir seyir söz konusu. Geçtiğimiz haftayı zar zor 50 günlük hareketli ortalamasının üzerinde kapatan İMKB’nin geçtiğimiz haftanın ‘baz etkisiyle’ haftanın ilk yarısında pozitif bir seyir izlemesi ihtimali yüksek. 58.600-900 seviyesi ana hedeflerin başında geliyor! Bu seviyeye ulaşmakta ne kadar gecikilirse sabırlar o kadar çabuk tükenecektir. MB’nin haftanın ilk günlerinde yüzde 5.75’ten mi yoksa 12.50’den mi borç vereceği de bu seyrin hızını belirleyecektir. Belirtmeden geçemeyeceğim, MB’nin artık ‘kontrolsüz belirsizlik’ halini alan politikası borsa için hiç de iyi bir haber değil. Bu denli oynak ve’“subjektif’ bir fonlama ortamı tüm karar vericilerin işini zorlaştırıyor, daha da zorlaştıracak.

Devamını Oku

Sokaktaki adamın isyanı başarıya ulaşabilir mi?

29 Ekim 2011

Main Street yani sıradan insanların oluşturduğu yüzde 99’luk kesim, Wall Street’e yani bankerlere ve zenginlere karşı birleşti. Bu birleşmenin sembol alanı ise New York Borsası’nın hemen dibindeki Zuccotti Park. Occupy Wall Street hareketi acaba hükümetlerin politikalarında bir değişikliğe neden olabilecek mi? Kurtarılan bankaların maliyetinin kendi cebinden çıktığını düşünen yüzde 99’luk kesim acaba Wall Street’i gerçekten işgal edebilecek mi? Biraz zor görünüyor. Başarı ihtimalleri az çünkü o parkta bir felsefe birliği hissedilmiyor. Genetiği oynanmış tohuma karşı olan da orada, hiçbir mesajı olmayan evsizler de... Küresel kriz sırasında bankaların ve finans kurumlarının (Wall Street) kurtarılması, sıradan insanların (Main Street) ise kimsenin umurunda olmaması sonunda birilerini “sokağa döktü”. Sokaktaki adamın isyanı “Occupy Wall Street-Wall Street’i (ABD borsasını) işgal et” hareketini başlattı. Geçtiğimiz haftaki New York ziyaretim sırasında şehrin finans merkezindeki Zuccotti Park’taki eylemcileri ziyarete gittim. Küçücük bir alanda bence iyi gürültü kopartmışlar. Etrafları polislerle ve bariyerlerle çevrili. NY belediye başkanı Bloomberg taşkınlık yapmadıkları ve fazla gürültü çıkarmadıkları sürece orada istedikleri gibi kalabilirler demiş.O da biliyor ki önümüz kış ve New York’un kışı da kıştır. Sıkı soğuk olduğundan nasılsa dayanamazlar diye düşünüyor olsa gerek. Haklı çıkacakmış gibi de görünüyor. Zira göstericilerin derme çatma çadırlarının o kışa dayanması, çadırlar dayansa da içindekilerin dayanması pek mümkün görünmüyor. Temelde ne söylüyor bu göstericiler? Aslında basit bir şey söylüyorlar. “Wall Street’i kurtaran hükümetler sadece yüzde 1’i kurtarıyor, geride kalan yüzde 99 bundan nasibini alamıyor” diyorlar. Bunu da “We are the 99 % - Biz yüzde 99’uz” sloganıyla dile getiriyorlar. İmajı ve söylemi farklıBeni en çok şaşırtan ne oldu derseniz ilk şoku Wall Street’i ziyarete giderken yaşadım. Beline çan, kafasına da metal bir parayı çağrıştıran bir “maske” takmış olan kişinin çabası ilginçti. “Para maskenin” arka tarafında “Occupy Wall Street” yazıyor. Belinde çanla dikkatleri üzerine toplayan gösterici bir süre sonra yüksek sesle kendilerinin neye karşı çıktıklarını son derece sağlam bir mantık ve hitabetle anlattı. Belindeki çan ve plastik poşetiyle yarattığı imaj ile söyledikleri birbirinden çok farklıydı. Hükümetlerin bankaları kurtarmak için verdiği paranın sonunda kendi ceplerinden çıkacağını, bunun için kendi rızalarının dahi alınmadığını, sistemin böyle devam etmesinin Amerika’yı batıracağını, tek yolun üretime öncelik verilmesi ve Amerika’nın kendi kendine yetmesinden geçtiğinden bahsetti. Dediğim gibi imaj-söylem zıtlığı şaşırtıcıydı. Megafon yasağına çareZuccotti Park’taki eylemcilerin ‘Check Mike’ına da şahit oldum. Birisi bir slogan atacak, ya da bir şey söyleyecekse ‘Check Mike’ diye bağırıyor, diğerleri de aynen tekrarlayarak önce ilgiyi, dikkati üzerlerine topluyorlar, sonra da aynı yöntemle mesajlarını veriyorlar. Malum, belediye başkanı Bloomberg megafonu yasaklamış, gürültü olmasın diye. Eylemciler megafonla gürültü etmiyorlar ama ellerine geçirdikleri ne varsa; çöp tenekesi, kova, davul, demir boru ve tahtalarla kurdukları ‘vurmalı çalgılar orkestrasıyla’ öyle bir gürültü çıkarıyorlarki, bence Bloomberg megafona razı olsa iyi olurmuş. Finansal piyasalarda uzunca bir süre dirsek çürütmüş birisi olarak eylemcilerden birinin kesin işi bilen, eski kulağı kesik finansçılardan biri olduğunu söyleyebilirim. Nereden mi belli? Hazırladığı pankarttan... Clinton’dan “Glass-Steagall kanununu” neden iptal ettiğinin hesabını soruyor. Bahse konu olan kanun yatırım bankalarının sermaye/borçlanma oranlarını düzenliyordu. Kanunun yürürlükten kalkması sonrasında yatırım bankaları sermayelerinin 50 katına kadar varan oranlarda (Lehman battığında Lehman’ın ve Goldman Sachs’ın oranlarının bu seviyelerde olduğu rivayet edildi) borçlanabilmelerine imkan tanındı. Amerikan halkının hoşnutsuzluğunun arttığı, borsaların onca paraya rağmen toparlanamadığı bir dönemde bu eylemler uzun bir süre devam edeceğe ve hem ABD’nin hem de dünyanın değişik kentlerine yayılacağa benziyor. Belki de yeni bir 1968 dönemi geliyordur...Ancak başarılı olma şansları oldukça düşük. Eylemciler Wall Street üzerinden eğitim, sağlık sitemine hatta genetiği oynanmış tohumların yasaklanmasına kadar çok geniş bir yelpazedeki itirazlarını bir lider, bir felsefe altında birleştirmeleri, bir araya getirmeleri oldukça zor. Aralarındaki birliği tek sağlayan sanki ‘Check Mike’... Ola ki ‘Check Mike’ tüm Amerika’ya ve ardından Avrupa’ya yayılır o zaman durum farklı.Ama karşılarında Wall Street var... Tüm kapitalist sistemi kontrol eden yüzde 1 var... İşleri zor. Yine de sistemi değiştiremeseler de, Wall Street’i işgal edemeseler de toplumlarda bir farkındalık yaratabilirlerse ne mutlu onlara...Arzın merkezine seyahatEylemde tam olarak neyle karşılaşacağımı bilemediğimden eylemcilere gitmeden önce Wall Street’e gitmeyi de ihmal etmedim. İlk kez finans dünyasının kalbinin attığı yere girdim. Arzın merkezine seyahat gibi bir şeydi benim için. NYSE’deki 10. yılını kutlayan Turkcell’in kapanış gongunu çaldığı NYSE’de Dow biz oradayken günü 60 puan civarında bir artışla kapatmıştı.

Devamını Oku

Merkez eliyle artan belirsizlik...

26 Ekim 2011

Neredeyse bir yıl oluyor Merkez Bankası’nın (MB) artan cari açık riskini azaltmak için bankaların fon maliyetlerini arttırarak, kredi talebini düşürmeyi amaçlayan “soğutucu” politikalar uygulamaya başlayalı. Amaç kredi talebini düşürerek; ithalatı, dolayısıyla da cari açığı azaltmaktı. Ardından bankaların kredi büyümelerine yüzde 25’lik “zımni” artış sınırı getirildi. Buraya kadar bir mesele yoktu. Aslında yapılan bankalara bir tür “salma vergi” salınmasıydı. Zorunlu karşılıkları arttırıp, aynı miktar fonlamayı da MB yapınca, bu fonlamanın faizi MB’na gelir, bankacılık sektörüne de gider yazılıyordu. MB aynı zamanda sistemi kendine “bağımlı hale getirip” gerektiğinde faiz silahını kullanacaktı. Bilinen politikalardan ve de küresel beklentilerden oldukça farklı bir politika ile söylem olması yabancı yatırımcıları gerince bir kısmı çıkmayı tercih etti, kurlarda diğer gelişmekte olan ülkelerden farklı bir seyir izlendi, TL değer kaybetti.Ancak Temmuz ayındaki enflasyon raporu ardından olağanüstü PPK toplantısıyla bir anda; ‘Küresel kriz geliyor’ denilerek bu politikadan 180 derecelik bir dönüş yapıldı. Küresel kriz geliyor, Türk ekonomisinin daralmasının önüne geçmek için hem faiz indirildi hem de gerektiğinde her türlü “gevşetici” önlemin alınacağı açıklandı. Kafalar bir kez daha karıştı. Bu arada yüzde 25’lik kredi artış oranı sınırının yine “zımni olarak” kaldırıldığı açıklandı. Kafalar bir kez daha karıştı. Hem madem kriz gelecekmiş hem de TL faizleri “ucuzladı” diyenler döviz almaya devam edince kurlar bir kez daha yükseldi! Özetle, dolar/TL kurlarında Kasım 2010-Ekim 2011 arasında 1.45’lerden 1.90’lara kadar gelindi.MB bir kez daha karar değiştirerek faizleri yükseltti. Evet haftalık “politika faizlerini” değiştirmedi ancak bankaların “iş yaptığı” gecelik borç verme faiz bandını yüzde 12.5’e kadar genişletti. Bu bir anlamda faiz arttırımıydı. Evet politik nedenlerle politika faizleri artmamıştı ama fiili sonuç doğuran faizler pratikte artmıştı. Etkileri hemen görüldü, kur ve İMKB geriledi, gösterge bono bileşik faizleri yüzde 10.13 ile 2009 Ağustos ayından bu yana görülen en yüksek seviyeye ulaştı.Evet; MB piyasalara yön verici, gerektiğinde yönlendirici, önaktif olmalı. Ama bir yıl gibi kısa bir zaman zarfında 3 kez birbirine zıt dönüşlerle bu kadar da kafa karıştırmamalı. Hergün değilse bile her hafta MB şapkadan bir tavşan çıkarmak zorunda değil. Son zamanlardaki müdahaleleri, sık değişen kararlarıyla MB adeta piyasa oyuncularından biri haline geldi. Bir başka bakış açısıyla, MB kendi başına piyasadaki oynaklığı arttıran bir unsur haline geldi. Gerçi MB politikası kendi eliyle belirsizliği arttırarak piyasayı bir anlamda kontrol etmek istiyor ve dünkü konuşmada da bunun ipuçlarını çokça görmek mümkün.Ancak tek başına bir MB tüm ekonomiyi sırtlanamaz, bu kadar belirsizliği aynı andan yönetemez. Hükümet politikalarının da bunu desteklemesi gerekir. Cari açık veya enflasyon problemine karşın MB tek başına mücadele edemez, sadece yapısal önlemlerin hayata geçebilmesi için zaman kazandırabilir. Şu andaki görüntü her şeyi MB götürmeye çalışıyor.İşi gittikçe de zorlaşıyor...

Devamını Oku

Merkez Müdahalesi işe yarar mı?

18 Ekim 2011

2006 yılı Haziran ayından bu yana Merkez Bankası dün ilk kez döviz piyasasına doğrudan müdahale ederek dolar sattı. Piyasadaki ilk duyumlar 300-400 milyon dolar kadar bir satış yapıldığı şeklindeydi. Bu rakam döviz işlemleri yapanların kendi aralarındaki konuşmalarından “türetilen” bir rakam. İhale sonrasında MB’dan yaptığı açıklamada “...piyasa derinliğinin kaybolmasına bağlı olarak spekülatif davranışlar sonucunda kurlarda sağlıksız fiyat oluşumları gözlendiğinden piyasaya satım yönünde doğrudan müdahale edilmektedir.” denilerek yeni müdahalelerin olabileceği sinyali veriliyor. Doğrudan müdahalenin 1.350 milyon olarak açıklanan ve 750 milyon dolar satılan “olağan” döviz satım ihalesinden sonra gelmesi daha da dikkat çekici. Rutin ihaledeki 1.8626 ortalama fiyatla yapılan satış sonrasında piyasadaki talebin devam etmesiyle dolar/TL kuru 1.8670’lerin üzerine çıkınca MB müdahalesi geldi. Müdahale sırasında kur 1.8510 seviyesine kadar inmesine rağmen, müdahele bittikten sonra yeniden 1.86’ya kadar bir yükseldi.Yazının başlığına gelelim: İşe yarar mı bu müdahaleler?“Şartlar tam olarak oluşmadan yapılan müdahaleler -piyasa katılımcılarıiçin- alım fırsatıdır!” Daha doğru bir ifadeyle uygun fiyattan pozisyon alma şansıdır! Belli ki bugünlerde döviz konusnda bir gerginlik var. MB da bu gerginliğin bir kısmının spekülatif olduğunu düşünüyor ve hem bunun önüne geçmek, hem de bir anlamda bunu “cezalandırmak” için kendince yöntemler kullanıyor.Büyük miktarlı döviz satış ihaleleri açmak bunlardan biriydi. İlk 1.350 milyonluk ihale rakamı açıklandığında işe yaramış ve kurlar hızla gerilemişti. Ancak ihalede açıklanan kadar satış yapılmayınca piyasaların kafası karıştı. Yeterince alamayanlar dönüp piyasadan almaya kalkınca da kurlar yeniden yükselmişti. Ardından miktarlardaki dalgalanmalar çok arttı. Bir gün 1.350 milyon, ertesi gün 70 milyon. Büyük miktarlı ihalelerde bile satışlar düşük olunca kurlardaki gerilim bir türlü düşmedi.MB’nın düne kadar yaptığı “miktar müdahaleleri” işe yaramadı! Miktar müdahalelerinin kamunun ihtiyacı için yaptığı inanışı var piyasalarda. Hal böyleyse, MB bundan böyle kamunun ihtiyacını karşılamaya mı soyunacak. Buna ne kadar devam edebilir ki? Dün “1 dolar+1 euro sepeti” 4.40 seviyesini (eski yöntemle takip edenler bu rakamı ikiye bölebilirler) de aşarak 4.4560’a kadar çıkınca MB bu seviyeden geldi. Kapanış seviyesi müdahaleye rağmen ancak 4.40’a kadar geriledi.Dünkü doğrudan müdahle de aslında MB adına yeni ve zor bir dönem başlatıyor. Sepet de 4.40 seviyesinin MB için bir eşik olarak piyasalarda algılanacak ve bundan böyle her seferinde “test edilecektir”. Bu da MB’nın hem işini zorlaştıracak, hem de rezervlerin erimesini beraberinde getirecektir. Peki ne yapması gerekiyor MB’nın? Bazılarının dediği gibi faizleri arttırması mı? Kesinlikle gerekmiyor! MB’nın “gerektiğinde faizleri de arttırabileceğini” söylemesi yeterli olacaktır. Piyasalarla paylaşılan MB senaryolarına; dikkat edin sadece senaryolara; faiz arttırımına gidilebilecek bir senaryo eklenmesi bile yeterli olacaktır. Başarılı bir müdahale için gerekli ön şartlardan birisi bence bu. Kaldı ki şu andaki politika faizleri; aslına bakarsanız; kimseyi ilgilendiren, pratik önemi olan faiz oranı da değildir. Artan zorunlu karşılıklar kadar bankalar MB’dan borç alıyorlar. Bu faiz yine MB eliyle yaratılan ek fonlama ihtiyacının “bedeli”. Daha fazla alıp da bunu kredi olarak şirketlere ya da bireylere kullandırmıyorlarki piyasalardaki faizler üzerinde bir etkisi olsun, değil ki döviz kurları üzerinde...

Devamını Oku

Yine mi AB liderler zirvesi?

16 Ekim 2011

Önümüzdeki Pazar günü yapılacak AB liderler zirvesine kadar uygulanabilir ve gerçekçi bir adım atılmazsa sokaklardaki yangın daha da artacak. ‘Nedir bu gerçekçi adım?’ derseniz; önce Yunanistan başta olmak üzere sorunlu ülkelerin borçları kademeli olarak silinecek, sonra kalan bankalar devletleştirilecek. Bunlara bir de ‘sokaktaki adamın’ geleceğe güvenle bakabilmesi için kısa vadede vergi indirimi, uzun vadede iş vaatleri ile ikna edilmesi gerekiyorBu hafta başında yapılması planlanan AB liderler zirvesi 23 Ekim’e ertelenmiş. AB’deki sorunlar artık halı altına süpürülemeyecek denli büyümüş durumda. Peki bu zirveden bir çözüm çıkacak mı, kalıcı çözüm için bir adım atılacak mı? Atılsa iyi olacak, yoksa her yer Roma olacak! 350 şehirde gösteriler devam ediyormuş? İnanılır gibi bir rakam değil...3 sene önce Paris yanarken, çözüm üretilmezse bu gösterileri her yerde görüleceğine değinmiştim. 3-4 ay önce İngiltere’de yağma boyutuna çıkan olaylar şimdi de Roma’da... Ya Berlin’e sıçrarsa...Önümüzdeki Pazar günü yapılacak toplantıya kadar uygulanabilir ve gerçekçi bir adım atılmazsa sokaklardaki yangın daha da artacak. ‘Nedir bu gerçekçi adım?’ derseniz; önce Yunanistan başta olmak üzere sorunlu ülkelerin borçları kademeli olarak silinecek, sonra bankalardan kalan sağlar ‘yeniden sermayelendirilecek’ yani devletleştirilecek. Bunlara bir de “sokaktaki adamın” geleceğe güvenle bakabilmesi için; kısa vadede vergi indirimi v.s., uzun vadede iş vaatleri ile ikna edilmesi lâzım. Ha, bunlara bir de ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ felsefesinin iflâs ettiğini kabul edip; finansal sistemi zapt-ı rapt altına alacak merkezi denetim otoritesi kuracak ve ortak maliye politakasına geçecek olursanız zaten gelecekten kaygı azalacaktır. Bunların dışındaki çözümler gerçek çözüm değil. Hele ki EFSF’nin onaylanan 440 milyar eurosunu 2-3 trilyona çıkarıp bankaları kurtarmak sokaktaki tansiyonu daha da arttıracaktır. Gün gelip bu gösteriler Almanya’ya, Berlin’e sıçrarsa ne yapacak AB liderleri? Almanlarda ‘Bizim paramızla diğerlerini kurtarmayın’ diye nümayişe başlarlarsa varın seyreyleyin gümbürtüyü...Sürüye kim eklenir?Liderler zirvesi öncesinde bence önemli olacak tek haber var. O da Yunanistan’ın borcunun ne kadarının silineceği? Bu iş 25-30’la artık olamayacak. Başında yapsalardı belki. En azından İtalya, İspanya, Portekiz falan “sürüye” eklenmeden... Artık çok geç. Komşudan alacağı olanlar yüzde 50-70 arasındaki alacaklarından vazgeçmek zorunda kalacaklar. Yoksa 2 yıllık Yunan tahvillerinin getirileri Troyka’nın yeni dilimi serbest bırakacağı beklentisine rağmen rekor kırarlar mıydı?Euro/dolara dikkatGelelim bu haftaya... AB zirvesinin ertelenmesi bir parça hayal kırıklığı yaratabilir. Bu da aslında son bir-iki haftadır varlık piyasalarında; hisse ve emtia diyelim; yaşanan yükselişler için bir kâr realizasyonu fırsatı verecektir. Sonrasında iyimser hava zirve sebebiyle yeniden güç kazanabilir. Geçtiğimiz hafta 6.037’ye kadar yükselmiş olan DAX’ın bu hafta başında önce 5.825 ve ardından da 5.690 seviyelerine kadar gerilemsi ihtimali var. Özellikle ikinci seviye tutacak olur ise önümüzdeki hafta başında; liderler zirvesinden çıkacak “her türlü” olumlu haberin desteğiyle yeniden 6.200’lere doğru bir atak başlayabilir!İMKB mi dediniz... Not artışı haberleriyle “rakiplerinden” hızlı depara kalkan ancak not haberlerinin “fos çıkmasıyla” yorulan İMKB, geçtiğimiz iki haftada dünyada yaşanan rallilerden nasibini alamadı. Gerçi bu sayede sert düşüşlerden de korunmayı başardı.Bu hafta başında 60.600 seviyesi önemli olacak. Diğer piyasalarla birlikte bir geri çekilme yaşanacak olursa da 58.100 kısa vadede önemli desteklerden birisi olacak. Yukarıda 61.800 aşağıda da 56.150 haftanın uç noktaları olmaya aday. Bu haftanın önemli hareketlerinden birisi dolar/TL de yaşanabilir. Geçtiğimiz hafta paritenin de etkisiyle gerileyen dolar/TL kurlarında bu hafta içinde kısa süreli düşüşler yaşanabilir. Bunun ardında ekonomik gelişmelerden çok euro/doların 1.3930-1.4015 bandına kadar yükselme ihtimali yatıyor. Dolar TL nereye kadar düşebilir derseniz 1.7930-60 seviyesi makul bir geri çekilme seviyesi olabilir. Ancak bu sırada ‘sepetin’ de gerileyip gerilemediğini bakmak gerek. Orada önemli bir değişiklik yok ise 4.28’in (1 dolar+1 euro) altına inilmemiş ise kurların daha da aşağı gideceği konusunda çok da iddialı olmamakta fayda var.

Devamını Oku

Dışarısı toparlanacak mı?

9 Ekim 2011

Yunanistan’ın durumu hâlâ netleşmedi. Fransa ve Belçika hükümetleri Dexia’yı kurtarmak için el sıkıştı. Tüm bu gelişmeler sadece hikayeyi uzatacak. Bu uzatma aslında piyasalara biraz nefes aldırabilir. Kısa vadede hisse senedi piyasalarında toparlanma yaşanabilir.Geçtiğimiz haftanın sonunda AB ülkelerinden gelen haberler piyasalardaki volatiliteyi daha da arttırdı. AB’nin 3’üncü büyük ekonomisi İtalya ve 4’üncü büyük ekonomisi İspanya’nın notlarının Fitch tarafından düşürülmesi, Cuma günü piyasalar kapandıktan sonra Moody’s’in Belçika’nın notunu olası bir düşüş için izlemeye aldığını açıklaması moralleri bozdu.Moralleri geçtiğimiz hafta başında yükselten neydi? Avrupa bankalarının sermayelerinin arttırılacağı haberiydi. Her ne kadar Financial Times’ın haberine dayandırılan ve piyasaların da hoşuna giden bir haber olarak arkası çok da sorgulanmasa da piyasaların toparlanmasına yetmişti. Hafta içinde Merkel’in de buna itiraz etmeyen söylemleriyle bu ihtimal herkesin kafasına yatmış, adeta günah keçisi haline getirilen Dexia ile ilgili kötü haberler de sümen altı edilmeye çalışılmıştı.Halen daha komşunun durumu netleşmiş değil. Zira komşunun borçlarında bir tenzilat yapılmadan bankaların sermayeleri arttırılacak olur ise bu bir işe yaramayacaktır. Zira Yunanistan’ın borçlarındaki bir indirim sonrasında banka bilançolarında yeniden yaralar açılacaktır. Peki AB o zaman ne yapacak? Yeniden sermayelendirme mi? Nereye kadar?Yeniden stres testi, yeniden sermayelendirme, yine stres testi, yine... Bitmez bu hikaye... Hele ki bu hafta sonu toplanan (bu yazı yazıldığı sırada karar netleşmemişti) Dexia Yönetim Kurulu’nun aldığı kararların Fransa ve (notu düşürülecek olan) Belçika tarafından (bu arada 1.5 yıldır hükümet kuramayan ve Valon-Flaman diye ikiye ayrılmayı tartışan bir ülke) “kurtarılıp kurtarılmayacağı” hikayeyi sadece uzatacak.Bu uzatma aslında piyasalara biraz nefes aldırabilir ve kısa vadede başta Avrupa piyasaları olmak üzere hisse senedi piyasalarında kısa vadeli de olsa bir toparlanmayı sağlayabilir!Geçtiğimiz haftayı 50 günlük HO’sının üzerinde kapatmayı başaran Dow Jones endeksi de bunu az çok destekler nitelikte!Önceki Cuma günü 5.650’den geçen 50 günlük HO’nın üzerine çıkarak 5.675’ten kapatan Alman DAX Endeksi önümüzdeki günlerde ilk aşamada 5.940 ardından da 6.250 seviyelerine kadar yükselebilir! Önemli bir düzeltme DAX’ı bekliyor. Zira en az iki kez dip gören ve bunun altına inemeyen Alman DAX endeksindeki böylesi bir toparlanma düşüşe direnen ve diğer piyasalardan ‘pozitif ayrışan’ İMKB’nin de 50 günlük HO’nın altına düşmemek için gösterdiği “direnişine güç verecektir”.Geçtiğimiz haftanın kapanışında ABD’den gelen ve beklentilerin (50.5) iyi gelen ISM (51.6 açıklandı) verisi de bu hafta AB cephesindeki ‘umut veren’ açıklamalarla birleşince ABD piyasalarında da bir toparlanma yaratacaktır. Önümüzdeki aylarda yeni düşükler görülecek mi? Cevabı evet, ancak kısa vadede önemli bir toparlanma piyasaları bekliyor gibi. Uzun sürmese de keyfini çıkarmakta fayda var!

Devamını Oku