Ülkemizin yıllık sebze meyve ticareti 100 milyar TL; bu miktarın 25 milyarlık bölümü atık ve kayıp oluyor. İsrafa karşı uyanış mümkün olur umarım.
Bir zamanlar bu ülkede tabakta yemek bırakmak, yemek israfı günah ve ayıp sayılırdı. Ailelerin çoğu çocuklarına yemek kültürü ve geleneklerini aktarırken, tabaklarına bitirebilecekleri kadar yiyecek almalarını ve aldıkları yemeği de son kırıntısına kadar tüketmelerini söylerdi. Ben böyle büyüdüm, elimden geldiğince çocuklarıma ve şimdi torunlarıma bunu aktarmaya çalışıyorum.
Ancak o günlerden bu yana dünya ve Türkiye çok değişti. Şimdi tüketim toplumu olduk. Modası geçen şeylerin atılıp, yerini yenisine bırakması, böylelikle pazarın büyüyeceği yolundaki Nobel ödüllü bilim insanlarının önerileri restoran ve ev sofralarımızı etkiledi. Bugün tabağındaki yemeği bitiremediği için çöpe gönderen yeni kuşaklar bundan en küçük rahatsızlık duymuyor. Ekonomiye katkıda bulunduğunu düşünenler bile olabilir.
Benim çocukluğumda tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeterli olan Türkiye çeşitli nedenlerden artık ihtiyacının önemli bölümünü ithal, iç pazarda tüketilebilecek pek çok sebze ve meyveyi de ihraç ediyor. Dükkan kiralarından vergilere, kredi kartı paylarına kadar birçok etken sonucu restoranlarda yenen yemeklerin tüketici açısından yeteri kadar ucuzlayamayışını bugünlük bir yana bırakalım. Fasulye, nohut, mercimekten meyve ve sebzelerin tohumlarına kadar tarımla ilgili ithal ürünlere bağımlılığımız evlerimizi, aile ekonomimizi de tehdit ediyor.
11 milyon ton ürün kaybı oluyor
Metro grubu yeni başlattığı kampanya kapsamında ülkemizde üretilen 49 milyon ton meyve ve sebzenin yüzde 25-40 arasında bir bölümünün üretimden dağıtım zinciri aşamasına geçerken kayba uğradığını ya da tüketim aşamasında çöpe atıldığını tokat gibi yüzümüze vurdu. Herhalde bugüne dek gıda israfını kanıksamış olmalıyız ki daha önce kimse bunun üzerinde ciddi biçimde durmamıştı. TÜBİTAK raporları kayba uğrayan ürün miktarının iyimser tahminle 11 milyon ton olduğunu söylüyor. Yani toplam yaş sebze ve meyve ihracatımızın tam dört katı kadar ürün, tüketim zinciri tamamlanmadan yok oluyor. Bir başka açıdan bakıldığında, ülkemizin yıllık sebze meyve ticareti 100 milyar TL civarında; bu miktarın minimum 25 milyarlık bölümü atık ve kayıp oluyor. Metro’nun başlattığı kampanyanın birçok ayağı var. Umarım kamuoyunda uzun süre ses getirir, tabağımıza ulaşan ürünler bollaşır, ucuzlar, ülke ekonomisine katkı sağlanır. Kampanyanın bir ayağını büyüteç altına almak istiyorum: Tüketim toplumu gözü doymuş bir toplum. Onun dikkatini çekmek, satın almasını sağlamak için ürünlerin göze güzel görünmesi adeta kural haline geldi. Kalitesi, tadı aynı olmakla birlikte dış görünüşünde estetik kusurlar olan ürünler bahçe ve tarladan itibaren elenip ayıklanıyor, henüz raf ömrü sona ermeden çöpü boyluyorlar.
Kenya BM?destekli program başlattı, atık gıda miktarını yarı yarıya azaltacak
Yalnız bizde değil, bütün dünyada durum bu. Ama birçok toplum üzerine düşeni yapmaya başlamış bile. Kenya, pazarda gözü okşamadığı için rağbet görmeyip çöpü boylayan yerel sebze ve meyveleri değerlendirmek üzere BM destekli bir program başlattı. Hedef 2030 yılına dek atık gıda miktarını yarı yarıya azaltmak. Eğer benzer çalışmalar aynı sonuca ulaşabilirse, kazanılan ürünler yeryüzünde 1 milyar insanı besleyebilecek. "Çirkin" ürünleri kurtarmaya çalışan yalnızca yoksul ülkeler değil. Fransa’da belli başlı market zincirlerinde tek kusuru estetiğe uymamak olan bu ürünler için özel reyonlar devreye girdi. İhtiyaç sahipleri yüzde 30’a varan indirimlerle satılan bu sebze ve meyveleri yoksul olarak damgalanmadan, hatta çevre ve ekonomiye katkıda bulundukları için gururla satın alıyor. Ben hiçbir zaman bir yemeğin görüntüsüne bakarak tadı hakkında karar vermedim. Bu tür yiyecekleri tadacak olanlar da damaklarının onlara verdiği mesajlara göre hareket etmeyi öğrenecek, göze hoş görünmeyen sebze meyvenin de albenili hemcinsleriyle aynı tatta olabildiğini görüp, olası önyargılarından kurtulacaklar.