Zaman mı hızlı akıyor yoksa biz mi çok yavaşız?
.
Vatan Haber
Güneşli güzel sabahlardan biri geziniyor dışarıda...
Işık akıyor pencerelerden içeri...
İçim ısınıyor açık camdan içeri giren kuş sesleriyle...
Kendimi olduğumdan bambaşka biri gibi hissediyorum.
Daha neşeli olmak...
Daha mutlu olmak...
Daha enerjik olmak, bana iyi geliyor.
Zamanı düşünüyorum...
Çok hızlı geçtiğinden yakınıyor herkes...
Belki zaman hızlı akmıyor da biz yavaş davranıyoruz, olamaz mı?
Belki biz yaşamayı sürekli erteliyoruz ve sonra ertelediklerimizi yapamadığımız için bize zaman hızlı geçiyor gibi gözüküyor.
Belki zaman hep aynı akıyor da, biz ağır aksak gittiğimizden bize zaman hızlı gidiyormuş gibi geliyor.
Biz hızlansak, zaman yavaşlar belki.
Dün 21 Mart’tı...
Baharın delile ihtiyaç olmadan geldiği gün...
Geçen sene ne yazmışım diye merak ettim...
Zaman, beni, hayatı, sizi, olanları, olacakları değiştirmiş mi diye merak ederek okudum eski yazımı.
Dünya durdukça hiç değişmeyecek bilgileri hatırlatarak başlamışım o yazıda.
“21 Mart...
Baharın başladığı... Doğanın uyandığı gün.
Google’da 21 Mart için şunları yazıyor:
‘Güneş ışınları öğle vakti Ekvator’a 90 derecelik açı ile düşer. Gölge boyu Ekvator’da sıfırdır. Güneş ışınları bu tarihten itibaren Kuzey Yarım Küre’ye dik düşmeye başlar.
Bu tarihten itibaren Güney Yarım Küre’de geceler, gündüzlerden uzun olmaya başlar, Kuzey Yarım Küre’de ise tam tersi olur.
Bu tarih Güney Yarım Küre’de Sonbahar, Kuzey Yarım Küre’de İlkbahar başlangıcıdır.
Aydınlanma çemberi kutup noktalarına teğet geçer. Bu tarihte güneş her iki kutup noktasında da görülür.
Dünya’da gece ve gündüz süreleri birbirine eşit olur. Bu tarih Güney Kutup Noktası’nda 6 aylık gecenin, Kuzey Kutup Noktası’nda ise 6 aylık gündüzün başlangıcıdır.’
Öylesine, aldırmadan içinden geçip gittiğimiz günün, doğadaki manası insanı bu aldırmazlığından utandıracak kadar büyük, değil mi?
Alexander Dumas’nın sevdiğim bir sözü var; ‘Çiçeği sevmeyen Tanrı’yı da küçümser.’ Çok severim...
Tanrı’nın görebildiğim parçaları olduğuna inanırım.
Yakında erguvanlar açacak...
Ardından manolyalar çiçeklenecek...
Erken açarlarsa mayısta ama genellikle haziran ayının ortalarında olur bu aslında.
Ama bu sene şaşırtacak şekilde, manolyalar aniden çiçek açmış.
Bugün Mart’ın 20’si ama manolyalar öyle söylemiyor.
İstanbul’da olanlar belki görmüşlerdir, Bebek Yokuşu’ndaki o görkemli büyük manolya ağacı çiçeklenmiş zamansız.
Manolyalar açtı mı ardından kiraz dallarında henüz kızarmamış pembemsi minik meyveler belirir.
Hayatı doğadan takip etmek zevklidir.
Bırakın insanları, bırakın o insanların sığ fikirlerini, bırakın o fikirlerin tatsız kavgalarını, doğaya bakın...
Bu sene manolyalar erken çiçek açmış.
Mart sabahının mucizesi gibi.
Manolyaların o etkileyici çiçekleri var ya, çok güzel kokarlar. Ama koklarken nefesinizi verirseniz hemen solar ve kararırlar.
Bahar başlıyor...
Nevruz kutlamaları nasıl geçecek endişesi var herkeste?
Bebek Yokuşu’nda zamansız açmış manolya...
Dokunursan kararan çiçek...
Soldurmadan sevmek, karartmadan yaşamak gerek...”
O manolyayı gördüğüm anı hatırlıyorum...
Bir sene geçmiş...
Peki bu bir sene hayatı değiştirmiş mi?
Hayır...
Bize rağmen o manolya yine açmış...
Ve bizim yüzümüzden hâlâ Kürt savaşında insanlar ölüyor...
Zamanın hızında değil sorun, bizim ağırlığımızda.
Hızlı geçse ne olur, yavaş geçse ne olur...
Sen sana verilen hayata ne katabiliyorsun ona bak...
Manolyalar sen barışı getirmesen de açıyor ama erkekler, kadınlar, gençler, çocuklar sen barışı istemezsen
yaşayamıyor...
Bu yavaşlık öldürüyor bizi.
Yaşadığın ülkeye bakınca, neşen, sevincin, heyecanın soluyor.
O güzelim bahar, pencerelerden kaçıp gidiyor.