Yalan söylüyoruz!
.
Herkesin bir yeteneği, herkesin diğerlerine benzemeyen farklı bir yönü, pırıltılı bir parçası olduğuna inanlardanım ben.
Siz hayatınız içinde onu hiç keşfedemeseniz bile, o yetenek, o farklılık koca bir ömür boyu hiç ortaya çıkmasa bile siz o yetenekle doğmuş oluyorsunuz aslında.
İçinizde “uyuyan” belki bir, belki birden fazlayetenek var...
Ne sarsıcı bir inanç değil mi?
***
Çoğumuz, ömrümüzü “bende niye yok” diye üzülerek geçiririz de, “bende diğerlerinden farklı ne var diye düşünsek bambaşka hayatlarımız olabilirdi”diye aklımızdan geçirmeyiz...
Suyun altındaki çakıl taşları gibiyiz…
Hepimiz suyun altındayız, hepimiz taşız, kimimiz rengimizle, kimimiz şeklimizle birbirimize benziyoruz ama aslında hepimiz birbirimizden farklıyız...
Benzer görünsek de farklıyız.
***
Sanırım hayatın en eğlenceli yanı da bu.
Hem birbirimize benzeyip hem de benzememiz.
Önemli olan, o benzemediğimiz yeri bulmak istiyor muyuz?
Bu, sandığınızdan çok daha fazla bir çaba istiyor çünkü, önce bildiğiniz bütün tembellik numaralarını bırakmamız gerekiyor...
“Yorgunum, kısmetim yok, hayat bana kötü davrandı, bunlar ailemin suçu, o şans bizde olacak ki, çocuğum var, ailem var, kimse elimden tutmadı”bahanelerinin sıcak ve karanlık sığınağından çıkmamız gerekiyor.
***
Yalan söylüyoruz kendimize pek çok şey hakkında ama öncelikle kendimiz hakkında...
Kendimizi hiç tanımama, istiridyeyi kabuğundan çıkartamama nedenimiz de bu işte bence...
Çaba göstermekten, bahanelerden sıyrılmaktan, bir şey yapabileceğimiz gerçeğiyle karşılaşmaktan sanki korkuyoruz.
Kendi tembelliğimizin içine gömülüp, orada kendi kendimize acıyarak bir şey yapamayacağımızı kabul etmek daha kolay geliyor bize...
Elimizdeki yeteneğimizi her gün biraz daha uğraşarak parlatıp bir sonuç almak ve hayatımızı aydınlatmak yerine kendi izbeliğimizde eskimeyi tercih ediyoruz.
Ne tuhaf...
***
İnsan kendi yeteneğinden, gücünden korkar mı?
Korkabilir... Hatta korkar...
Bir şey yapmak, diğerlerinin senin hakkında bir karar vermesine de müsaade etmek anlamına geliyor çünkü...
Sadece tembellikten değil belki bu kararlarla yüzleşmekten korkmak da bizi kendi parlaklığımızı görmekten uzaklaştırıyor.
***
Etrafınıza bir bakın…
Bir türlü silkinemediği, tembelliğini ve korkaklığını yenemediği için parlaklığını gösteremeyen pek çok insana rastlayacaksınız.
Hatta belki kendinizin de öyle olduğunuzu fark edeceksiniz cesursanız...
Bir şey yapmamak için “taşının parlaklığını” görmemeyi tercih eden insanlar olduğunu anlayacaksınız.
***
Ben herkesin bir yeteneği olduğuna inananlardanım...
Bazılarının yeteneği elbette diğerlerinden daha fazla ama gerçek yeteneğimizin ne olduğunu, o yetenek için çaba göstermeden bilebilir miyiz?
Umberto Eco’nun ilk romanını 48 yaşında yazdığını okuduğumda düşündüm bunları.
47 yaşında ölmüş olsaydı kimse “romancı” Eco’nun ismini duymayacaktı.
Bazılarının “taşını parlatması” demek ki bazen diğerlerinden daha uzun sürüyor diye geçti aklımdan...
***
Acaba neden 48 yaşına kadar bekledi?
Onunki tembellik değildi, o açık, korkuydu belki...
Ama “taşını” parlattı sonunda…
Silkindi ve içindeki muhteşem yeteneği ortaya çıkardı.
***
Tembelliğin çukuruna düşmeden, bahanelere sığınmadan, silkinerek aramızdan kaçının içinden bir cevher çıkartabileceğini biliyor muyuz?
Acaba kaç tane Eco, 47 yaşında öldüğü için taşının parlaklığını hiç göremedik?
Acıklı bir soru, değil mi?