Yazarımtrak ile politikacımsı
.
Bazı tuhaf renkler vardır.
Ne renk olduğunu tam anlayamazsınız. Bilinen bir renge benzer ama aslında o renk değildir. Başka bir renk de değildir.
Ne olduğu tam belli olmayan bir renktir o. Ve o renklere isimler takarız... Sarımtrak deriz mesela ya da mavimsi...
Sarı değildir, tam bir sarı olamamıştır ama sarıya benzer.
Ya da mavi değildir, başka renk de değildir... Ama maviye benzer.
Böyle renkler kendilerine özel bir isim verilecek kadar kişilikli değildir.
Ancak bir başka renkten çağrışım yapan bir isimle anılırlar. Ara renklerdir işte.
Mesleklerde de vardır böyle ‘ara’lar.
Adam hayatı boyunca politikayla ilgilenmiştir.
Hep iktidardan bir pay alabilmek için uğraşmıştır. Ama politikacı değildir.
Politikadan uzak da değildir.
Politikacımsıdır...
Ya da adam yazı yazıyordur.
Yıllardır yazıyordur belki. Ama yazar değildir.
Yaratıcılığı yoktur. Yeni bir fikir üretmez. Kendine özgü bir biçim geliştirememiştir. Yazı yazar yalnızca!
Yazar olmadan yazı yazmak gibi garip bir iş peşindedir...
Yazarımtraktır...
Hiçbir mesleği hakkını vererek yapamayan ama her mesleğin avantajlarından yararlanmak isteyen bu tür insanlar genellikle birkaç işi bir arada yürütmeye çalışırlar.
Bu tür ‘ımtrak’ adamların en çok rastlandığı alanlar yazı ve politikadır nedense.
Çok da kurnaz oldukları için yaptıkları işlerde tepeye kadar çıkarlar bazen ama, mesleklerinin tehlikelerinden uzak dururlar.
Başlarına pek bir şey gelmez.
O çok istedikleri gücü elde etmek için harcayacak ne enerjileri ne de yetenekleri vardır ama ‘ara’ yollardan oraya varırlar.
Ara yolların meşru olduğunu anlatırlar sonra yıllarca.
“Askerimtrak” bir tavır benimserler.
Askerimtrak bir yönetim olması gerektiği konusunda kamuoyu oluşturmaya çabalarlar.
Ne politikacı, ne yazar, ne asker olmadan iktidar sahibi olmak isterler...
Olurlar da bazen...
Tek başlarına istedikleri gücü temsil edemedikleri için hep bir başka gücün çatısı altına girerler.
Bu bazen bir parti olur, bazen bir gazete.
Ama böyleleri hiçbir zaman iktidar olamaz. Olmuş gibi gözükebilirler bazen ama gerçekte olamazlar.
İktidarımtrak bir hayâl peşinde ömürlerini geçirip sonunda yok olup giderler.
Hiçbir şeyi “tam” olamamış bir ömrü “tam” olarak elde ettikleri tek şeyle, tam bir “yok”lukla kapatırlar.
Tanırsınız böylelerini...
Değil mi?
Bunu mutlaka okuyun: Nişantaşı’nda ne oluyor?
İki hafta önce Hürriyet Gazetesi’nin Kelebek ekinde Onur Baştürk bir yazı yazmıştı.
“Mağazada mastürbasyon yapan adam” diye...
Yazıyı okumaya başladığımda, her satırda şaşkınlığım ve kızgınlığım giderek artmıştı. Çok iyi hatırlıyorum.
Bekledim... Fakat iki haftadır hiçbir ses çıkmadı bu haberle ilgili...
Ben de Yeşim Aksoy’u arayıp bir gelişme olup olmadığını sordum.
Olmamış...
Olayı tekrar anlattı, duyduklarıma inananamadım. Siz de inanamayacaksınız.
Geçtiğimiz günlerde, bir pazar günü, Kiraz Halkla İlişkiler’in sahibi Yeşim Aksoy Nişantaşı Zara mağazasına gidiyor.
Etrafa baka baka dükkânın arka tarafına doğru, paltoların olduğu bölüme geliyor.
Ve bir tuhaflık fark ediyor.
Paltoların arasında, pantalonunu penisini rahatlıkla görebileceğiniz kadar indirmiş, yüzü mağazadaki kadınlara dönük ve mastürbasyon yapan bir adam görüyor. 30 yaşlarında, gördüğünüzde giyiminde ya da yüzünde bir tuhaflık sezemeyeceğiniz, genç bir adam.
Telâşsız ve sakin bir şekilde paltoların arasında mutluluk dansı yapıyor.
Göz göze gelmişler. Yeşim Hanım hemen, kapının girişindeki güvenlik görevlisine seslenmiş. Gözleri yetkili birini aramış. Çaresizlik içinde yardım isterken, genç adam dükkândan elini kolunu sallayarak, pantalonunun önü tamamen ıslak, çıkıp gitmiş.
Mağaza yetkileri hiçbir şey yapmamış.
İlgilenmemişler bile.
Zaten Zara’da kamera yokmuş...
Öyle söylemişler.
Pazar günleri güvenlik çalışmıyormuş...
Öyle söylemişler.
Mağaza yetkilisi bir müdür yokmuş.
Öyle söylemişler.
Benim anladığım “Görmeseydiniz efendim siz de” diyerek Yeşim Hanım’ı uğurlamışlar.
Ertesi gün Yeşim Aksoy tekrar mağazaya gitmiş “Bir gelişme var mı?” diye sormuş.. “Eşkalini polise verdik” demişler.
Bu arada paltolar hâlâ aynı yerinde, duruyormuş. “Değiştirilmediğine ya da kuru temizlemeye gönderilmediğine eminim” diyor Yeşim Aksoy.
Telefonda konuşurken Yeşim Hanım bir başka şey daha anlattı ki, Nişantaşı’nda neler olduğunu merak ettim.
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül bize bu sorunun cevabını vermeli...
Geçen pazar, evet yine bir pazar günü, Massimo Dutti mağazası, kazaklara sarılıp, “Para vermezseniz buraya tuvaletimi yaparım” deyip şalvarını ortalık yerde indiren çingenelerce basılmış.
İki adım ötedeki karakoldansa polis nedense bir türlü gelememiş.
“Nişantaşı’nda pazar günleri neler oluyor?”
Bunun cevabını aramalıyız...
Ve hanımlar, beyler daha da önemlisi, oralardan alışveriş yaparken düşünmeliyiz!
Kadın haham
Dünyada ne olup bittiğini her zaman merak etmişimdir.
Çünkü hayatı ne zaman sadece kendi yaşadığım hayat zannetsem yanlış yaparım genellikle.
O yüzden, televizyonları izlerim, dergileri okurum, internette dolanırım, dünyayı gezen insanların hikâyelerini heyecanla dinlerim, son birkaç senedir de bbcturkce’yi takip ediyorum. Dün yine ilginç bir haber okudum orada.
Almanya’da 1935’ten beri ilk kez bir kadın, haham olarak atanıyormuş.
Ukrayna doğumlu Alina Treiger, liberal Oldenburg kasabasından bu göreve seçilmiş.
10 yıl önce Almanya’ya göç etmiş. Ve sadece 31 yaşındaymış.
Berlin’de yapılacak törene, dünyanın dört bir yanından önde gelen hahamların yanı sıra Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff da katılacakmış.
Almanya’da 200 bin Yahudi yaşıyormuş. Yahudi din adamlarının eğitiminden sorumlu haham Walter Homolka’ ya göre; Almanya, Doğu Avrupa’daki Yahudilerce “İsrail” gibi görülüyormuş.
Sovyetler’in dağılmasından ve Berlin duvarının yıkılmasından sonra daha fazla Yahudi Almanya’ya göç etmiş.
O yüzden ülkede haham talebi giderek artıyormuş. Bu arada, bundan önceki tek kadın haham toplama kampında öldürülmüş. Neler oluyor dünyada!
Cuma sizin gününüz...
Bu mail’i çok sevdim...
Bana ‘büyük’ fikirler bulmadan önce bir kez daha düşünmeyi hatırlattığı için...
“Sanem abla, ismim Bengisu Yılmaz. Babamın e-mail’inden size bu mesajı gönderiyorum. Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde oturuyor, 6. sınıfa gidiyorum. 11 yaşındayım. Ben 1. sınıfa başladığımdan beri TÜYAP Kitap Fuarı’na gidiyoruz.
Ve ulaşımımız açısından kitap fuarının TÜYAP’ta olmasından memnunuz.
29 Ekim Cuma günü yazdığınız kitap fuarının şehrin içine taşınması isteğinizin gerçekleşmesi, ben ve benim gibi Trakya’dan kitap fuarına giden bütün insanlar için kötü olacaktır. Aylar öncesinden kitap fuarında alacağım kitapların listesini yaptım. 7 Kasım 2010 günü kitap fuarına gideceğiz. Şu an elimde 8 kitaplık bir liste var ve hafta sonunu sabırsızlıkla bekliyorum. Fikrinizi bir kez daha gözden geçirmenizi ve kendinizi benim yerime koyarak düşünmenizi rica ediyorum.
Selam ve saygılarımla.”
Güler Sabancı kendisini gizliyor
Fortune Türkiye dergisinin kasım sayısında Güler Sabancı var kapakta.
Fortune tarafından her yıl açıklanan dünyanın en güçlü 50 kadını listesinde yedinci sıradaymış Güler Sabancı ve bu listeye giren tek Türk’müş.
Yedinci yılı doldurmuş bu sene Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı olarak.
Yedinci yılda dünya yedinciliği...
Etkileyici gerçekten.
Röportajı yapan Şule Laleli “Holdingin yönetim katına gelmek için ciddi bir güvenlik kordonundan geçiyoruz. Kartlar, öten sinyal sesiyle birbiri ardına açılan kapılar...” diye anlatmaya başlamış.
“Beyaz halılar, sade çalışma masası, çalan klasik müzik, duvarlardaki aile fotoğrafları” diye de devam etmiş.
Beş sayfalık yazının neredeyse en ilgi çekici satırları bunlar.
Bugüne kadar Güler Sabancı ile röportaj yapmış tüm dostları kırmayı göze alarak şunu söylüyorum ki, neredeyse Güler Sabancı ile yapılmış hakiki bir röportaja henüz rastlamadım.
Güler Sabancı’nın tercihi olmalı bu.
Kendisini bir türlü gerçekten göstermeyi tercih etmiyor.
SA’lar üzerinden anlatıyor hayatı...
Odasında, bir post-it’in üzerinde, şirketini küçülme ve odaklanma politikasıyla yönettiği için “Kalan SA’lar bizimdir” diye yazıyormuş.
Güler Sabancı’nın güçlü yanları sadece şirketlerin açıklanan kârları olamaz, değil mi?
Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birini yöneten, dünyanın en başarılı kadınları arasına girmeyi başaran birinin, kişisel özellikleri neler, o iradeyi, mücadele gücünü nereden alıyor, ağır sıkıntılara nasıl katlanıyor?
En güçlü yedinci kadının, “kadın” yanında neler var?
O büyük iktidarı tevazuyla taşımayı nasıl öğrendi?
Bu kadar göz önündeyken nasıl bu kadar gizemli kalabiliyor?
Niye gizleniyor? Neyi gizliyor?
Galiba bana bir roman kahramanı gibi gözüküyor Güler Sabancı.
Röportajları okurken roman bir türlü ilerlemiyor ama ve ben bir türlü kahramanı göremiyorum.
O zaman da galiba okuduğum her şey, kafamda, bir çizgi romana dönüşüyor.