Yaşamanın cesaret istediğini içimizdeki saklı kimliklerden anlıyorum…
.
Vatan Haber
İnsan, kaç insandan meydana geliyor acaba?
Ya da insanın içinde kaç tane daha başka başka kendisinden var?
Çoğumuz kendimizi tek bir insan zannediyoruz..
Bununla övünüyoruz hatta…
“Bir öyle, bir böyle değilim ben arkadaş başkaları gibi, ne diyorsam oyum.”
Öyle sanıyoruz.
Ya da gerçeği sezsek bile görmemeyi tercih ediyoruz.
Oysa düşünmekten korktuğumuz ya da zaman zaman düşündüğümüz ya da hiç düşünmediğimiz şeyler de biziz.
İnsan kendisiyle çelişemez diye öğretiyorlar bize.
İnsan kendisiyle çelişir, birbirinden farklı hatta birbirine zıt birçok isteği, duyguyu bir arada barındırır içinde.
Korkarız sadece bunlardan.
O duyguları, toplumun ahlak anlayışına göre, bize öğretilenlere göre, inançlarımıza göre kendi içimizde bir sıraya koymaya çalışırız.
En korktuklarımızı bir daha asla çıkamayacaklarına inandığımız derinliklerimize kapatırız….
Hepimizin içinde pek çok kimlik var…
En dindarın içinde bir serkeş, en hanımefedinin içinde bir yosma, katilin içinde merhamet, dolandırıcının içinde adalet, insanın içinde insan var.
En derinlerinizde saklı olan da sizsiniz…
Bütün o çelişkiler de sizsiniz, hatta her şeyden fazla o çelişkiler sizi siz yapan.
O çelişkilerinizle ilişkiniz belirliyor bütün varlığınızı.
Ben, yaşamanın cesaret istediğini, o içimizdeki saklı kimliklerin çokluğundan anlıyorum.
Sessiz kalmış, hiç kafasını kaldıramamış pek çok kimlik var içimizde…
O kimlikleri yok saymak için uydurduğumuz pek çok yalan var hayatımızda…
Özgürlük, o kimliklerin hepsinin istediği zaman diğer kimliklerin önüne geçip yaşam bulmasında bence.
Batıl inançları reddeden bir kadının aşka ulaşmak için türbelere adaklar adamasında hayat.
Ya da hep ciddi ve sıkıcı bir kimlikle dolaşan bir yöneticinin birdenbire coşup dans etmeye başlamasında.
Kendinizi bir düşünün, “yapmam” dediğiniz, “yapmamalıyım” dediğiniz ne çok şeyi yapmak istiyorsunuz aslında ya da “keşke yapsam”dediğiniz ne çok şeyi yapmaktan korkuyorsunuz.
Hepimiz korkuyoruz içimizi göstermekten…
Daha da beteri, hepimiz korkuyoruz içimizi görmekten, kendi gerçeğimizle yüzleşmekten.
Yalanlarımız ve sahtekarlıklarımızla içimizdeki her farklı kimliğe mezarlar kazıyor ve bize öğretilen düzeni de bu mezarların üzerine kuruyoruz.
Kendimizi, duygularımızı, aşklarımızı, çoşkularımızı, isteklerimizi, çelişkilerimizi küçümsüyor, hayatı susukunlaştırıyoruz.
Kendi sahte hayatlarımızından
utanacağımıza, içimizde kıpırdanan gerçek kimliklerden utanıyoruz…
Her şeyi saklı yapıyoruz ve açık yapanlara diş biliyoruz.
Cesurca kendisini olduğu gibi gösterenlerden, istedikleri gibi yaşayanlardan hiç hoşlanmıyoruz.
Cesaretlerine hayran oldukça düşman oluyoruz onlara.
Çünkü duyguların açıkçası yaşanması düzeni bozar diye inanmışız bir kere.
Duygularına aldırma, duygularına uymak kötüdür diye inandırmışlar bizi.
O yüzden hepimiz içimizden geçtiği gibi değil, olması gerektiğini düşündüğümüz gibi davranıp sahte, birbirine düşman ve korkak oluyoruz.
İnsanlar insanların esiri oluyor…Ve bu esareti kıracak her kıpırdanma
lanetleniyor.
Oysa içimizdeki tüm kimlikleri tanıyıp sevsek, cesaretimiz yetse... Her birimiz bize öğretildiği gibi“duygularımızın”, isteklerimizin, çelişkilerimizin kötü olmadığını anlayacağız.
Kendi kendimizin esiri oluyoruz…
Bütün öğretileri ve yalanlarıyla kendi kendimizin gardiyanı yapıyorlar bizi.
“Çelişkisiz” bir hapishaneye koyuyorlar.
Ve, özgürlüğün çelişkilerin rahatça yaşanmasında olduğunu bizden hep saklıyorlar.