Yaptığım ‘bilimsel’ hesaplara göre AKP’nin oy oranı %39-44 aralığında
.
Seçime 2 gün kaldı.
Bugün ve yarın...
Seçim yaklaştıkça sandıktan çıkacak sonuç konusunda çeşitli tahminler, araştırmalar yapılıyor.
Kamuoyu araştırma şirketleri halkın nabzını tutmaya çalışıyor.
Bunların ne kadarı doğru çıkacak, seçim gecesi anlayacağız.
Partilerin neye göre oy aldıkları, halkın hangi sorununa çözüm bulurlarsa iktidar olabilecekleri bana göre her dönem değişiyor.
Ama bunun hiç değişmediğini söyleyenler de var.
Biri Adnan Kahveci’ydi.
“Büyüme yaratamamış hiçbir iktidar, iktidar kalamaz” diyordu.
Ekonomideki büyümenin, iktidarların en önem vermesi gereken konu olduğunu söylerdi.
Ekonomideki başarı ile siyasetteki başarı arasındaki bağı sürekli vurgulardı.
Bunun en eğlenceli bir başka örneği de Clinton‘ın Oval Ofis’in duvarına astığı yazı...
ABD’nin iki kez üst üste başkanlığını yapan ve skandallara rağmen ara seçimde de rakibine üstün gelerek tarihsel bir zafer kazanan demokrat Bill Clinton ofisinin duvarına, danışmanlarını ikaz etmek için “Önce ekonomi, aptal” sözünü asmış.
“First economy, stupid...”
Çok sevdiğim bir laf bu...
Günlük hayatımda da sık sık kullanırım.
“Günlük yaşamında hissedilir bir iyileşme yaratmayan bir siyasetin ‘saray siyaseti’ olduğunu bilmekteydi Clinton” demişti Mehmet Altan bir yazısında.
Hatırlasanıza, AK Parti’nin 22 Temmuz başarısını da ekonomideki icraatı sağladı aslında.
Seçmen; Kahveci ve Clinton’a göre iktidardaki partiye oy verirken sadece cebindeki paranın ne kadar arttığına bakıyor.
Amerikalı Ray Fair (Yale Üniversitesi İktisat Profesörü) yalnızca iktisadi verilere dayanarak seçim sonucu tahmin eden bir metot geliştirmiş.
Ray Kanunu...
Kendi yöntemiyle 18 seçimden 15’ini doğru tahmin etmiş.
Yöntem şu kısaca:
Kişi başına milli gelir artış oranı, partinin bir önceki seçimde aldığı oy oranına ekleniyor.
“Yıllık sabit fiyatlarda ortalama %5 artış var” diyebiliriz aslında...
AK Parti son seçimde %46 oy oranı aldı, buna %5 eklersek... Demek ki,
12 Haziran seçiminde %51 oy almalı.
Ama buradaki ilginç ve aslında vahim durum ekonomik verilerle Türkiye’de herhangi birşey tahmin etmeniz çok zor, hatta imkansız.
Çünkü gelir eşit artmıyor, %30 yoksulluk sınırının altında insan var bu ülkede...
Son altı aylık rakamlara bakmak isteseniz, hiçbir yerde bulamazsınız.
İşte bu noktada kafam iyice karışınca ekonomi profesörü arkadaşım Emre Alkin’i aradım, çünkü Ray Kanunu’nu babası, ekonomi profesörü Erdoğan Alkin’den öğrenmiştim.
Aradığımda Adana’da çıktı.
Ben ısrarla son dönemdeki gelişmeleri dikkate almak isterken, Emre ekonomi profesöru olduğu için “Hesaplamayı daha uzun bir donem baz alarak yapmamız lazım” dedi.
Kisi başına gelirin yükselmesine rağmen, hesaplamanın hem karmaşık olduğunu hem de kısa donemde nokta atışı isabet sağlamayacagını söyledi. Haklı olabilir.
Sabit fiyatlarla kişi başına düşen milli gelir hesaplamasını kabataslak, 2002-2010 yılları arasında reel büyümeden nüfus artış hızını çıkararak yaptık.
Emre’nin ısrarla daha fazla parametre katmasına mani olarak, kişi basına gelir artışını %60 civarında bulduk.
2002 yılında Ak Parti’nin aldığı %34.28’lik oy oranını bulduğumuz rakamla çarptık.
Kabaca %55 şeklinde çıkan sonuçtan da, halkın %30’unun yoksulluk sınırı altında yaşadığı için aynı oranda not kırarak aşağı yukarı %38-39’luk bir orana ulaştık. Bu, yerel seçimlerde aldığı oy aranı Ak Parti’nin.
Bunun da üzerine 2-3 puanlık miting performansını da ekleyince %41-42’lik bir oy oranına ulaştık.
Hata payıyla “%39-%44 arası oy alır Ak Parti” dedik.
Tarhan Erdem ne demiş? “%47 civarı... %44-%50 arası” dedi...
Ray Kanunu “%51 civarı” diyor...
Bakalım Ray Kanunu mu, Tarhan
Erdem mi, Emre ile ben mi bileceğiz doğru oranı?
Pazarı iple çekiyorum...
Sincan’daki Tecrit Odası
Ne zaman bir mektup alsam...
Bildiğiniz üzerinde el yazısıyla sizin adınızın, adresinizin yazdığı beyaz bir zarf... Heyecanlanıyorum.
Çünkü, teknoloji hayatımızı ele geçirdiğinden beri mektup da
hayatımızdan çıktı. Mail var, SMS var, skype var, gerekirse telepatiyle bile haberleşme var ama mektup yok.
Demek ki teknolojinin olmadığı bir yerden geliyor bu mektup...
Büyük bir ihtimalle hapishaneden geliyor. Demek ki ne benim tanıdığım ne beni tanıyan birinden geliyor.
İnsan tanımadığı birine niye yazar?
Demek ki benden dört duvar arasına sıkışmış sesini duyurmamı istiyor.
İşte bunu anlar anlamaz, heyecanlanıyorum.
Orada biri olduğunu öğreneceğim. Bana yazdığı satırları okuyacağım,
ardından da onu dertleriyle beraber unutacak mıyım?
Bunu yapmak kolay mı?
Değil elbet...
O mektup bir anda hayatınızın bir parçası oluyor.
Ama “Ya beceremezsem, ona umduğu gibi yardım edemezsem” endişesi sarıyor her yanımı...
Heyecanlanıyorum.
Bu mektup Naciye Yavuz’dan.
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi J3
Koğuşu’ndan...
Polis sorgusunda işkence ile
öldürülen Engin Ceber’in, Yürüyüş dergisi dağıttığı için tutuklandığını hatırlarsınız.
O Yürüyüş dergisinde çalışıyormuş Naciye de, 20 Aralık 2010’da dergiye baskın yapıp tutuklamışlar.
Tekme tokat, yerlerde sürükleyerek kelepçeleyip götürmüşler.
“5 aydır tecritteyiz. Basın, özgürlükleri sadece Mustafa Balbay, Ahmet Şık üzerinden görüyor. Ama sadece onlar yok. Biz de varız. Çok daha beter uygulamalara maruz kalıyoruz. 11 yıldır bu ülkenin hapishanelerinde tecrit var. İlk defa Ahmet Şık’ın basılmamış kitabı yasaklanmıyor. Defalarca matbaa kapılarında dergilerimize el konuldu. ‘Tecrit’i anlatayım size. Sizin dışınızda sadece 2 kişi ve 5 kitap var. Kağıt ve kalem serbest. Onun dışında herşey yasak. Haftada 1 saat görüşe çıkıyorsunuz, aynı hücrede kaldığınız arkadaşınızla aynı saatte aynı yerde görüşe çıkıyorsunuz, onun eşine, dostuna, annesine ‘Merhaba, hoşçakal’ diyemiyorsunuz. Kitapçılarda satışı serbest olduğu halde burada yasak listesinde olan kitaplar var. İşin tuhaf yanı, bu kitaplar, mesela Komünist Manifesto, bazı hapishanelerde yasak bazılarında değil.
Sanem Hanım insanlıktan, hukuktan uzak, neyle suçlandığımızı bilmeden tecritteyiz. Sizden tecrit denen
işkenceyi köşenizde duyurmanızı istiyorum.”
Naciye ne yapmıştır, kimdir, suçlu mudur bilmem ama “İnsanlar suçları kesinleşmeden suçlu muamelesi görüyor” diye ayaklanıyorsak bunu herkes için yapmalıyız.
Naciye haklı...
Ahmet Şık da bunu böyle yapardı.
İngiliz Konsolosluğu’nun bahçesini görme fırsatı!
Yarın Tepebaşı‘ndaki İngiliz Konsolosluğu‘nun bahçesinde Geleneksel Yaz Şenliği var.
Sadece İngiliz vatandaşların girebildiği...
Ama artık Türk vatandaşları da girebiliyormuş.
Bu harika...
Çünkü hoş bir bahçe görme imkanı yakalayabilirsiniz.
Yetişkinler 10 lira, 12 yaş altı 5 liraymış. 2 yaş altı ücretsiz...
12.00’de başlayıp 17.00’de bitiyor şenlik.
Çocuklar için çok çeşitli aktiviteler varmış.
Çekilişler, yarışmalar, gün boyu Joy FM müzik yapacakmış.
Kaçırmayalım bence bu fırsatı...
Açılmamış kuyunun emeklileri
Kanat (Atkaya) yazmış, ona da Fikri Sağlar söylemiş. Akkuyu’da açılacak olan nükleer santral, emekli bile vermiş... Tek başına ne anlatmak istediği tam anlaşılmayan bu cümle, şunu söylüyormuş aslında: Akkkuyu’da 1976’da lisans alınınca lojman kurulmuş, 8 adet güvenlik varmış. Şu ana kadar iki nesil emekli vermiş, şu an üçüncü nesil çalışıyormuş. Açılamamış kuyunun emeklileri... Buna bayıldım.