Şampiy10
Magazin
Gündem

Vatanı sevmek

.

ABONE OL
Vatan Haber

Vatanı en çok kim seviyor? Atatürkçüler mi, muhafazakârlar mı, liberaller mi, ulusalcılar mı, varsa sosyal demokratlar mı?
Böyle bir soru sorulduğunda, her görüşten insanın öne atılıp “Biz daha çok seviyoruz” diye tutturacağı belli.
Çünkü bugüne kadar hep böyle oldu. Herkes kendisinin vatanı ‘diğerinden’ daha fazla sevdiğini iddia etti.
Şiddetli bir vatan sevgisinden muzdarip olduğumuz çok açık.
Vatanı sevmeyenimiz olmadığı gibi, kendi görüşünü paylaşmayanların vatanı sevebileceğini kabul eden de yok.
Ya hepsi vatanı eşit derecede seviyorsa! Ya da eşit derecede sevmiyorsa..
Böyle bir eşitlik mümkün değil midir?
Ama herkes vatanı diğerleriyle eşit derecede sevdiğini kabul ederse o zaman sevginin ötesinde bir şeyler tartışmak gerekiyor.
Herkesin bu vatan için ne yaptığını ortaya koyması gerekiyor. Bunun uzun iş olduğunu düşünenler, meseleyi “vatan sevgisi” ve “vatana ihanet” ikilisiyle idare ediyorlar: “Benim gibi düşünenler vatanı seviyor, benim gibi düşünmeyenler vatana ihanet ediyor.”
Düşünce sistemimizin matematiği, bu iki formülden ibaret sanki. Şu “Apo’yla görüşme” tartışmasına baksanıza: “Hükümet Öcalan’la konuşuyormuş, hani konuşmuyordu, konuşuyormuş konuşuyormuş, vatan haini bunlar...”
Hükümet de cevap veriyor: “Görüştüğümü söyleyen şerefsizdir.”
Cehaletimi bağışlayın ama şunu sormak istiyorum:
“Barış ihtimalinin ihtimali bile olacaksa kimin kiminle konuştuğunun önemi var mı?”
Üstelik uzun yıllardır devletin Öcalan’la görüştüğü açık bir şekilde gün yüzüne çıkmışken... Kemal Kılıçdaroğlu bile “Apo ile görüşülebilir, her zaman da görüşülmüştür” demişken...
Barış∫için bir şey yapmayanların, “vatanı sevme yarışmasına” girdiği bir yerde insan “vatan sevgisinden” kuşkuya düşüyor. İnsanların öldüğü bir savaşın sürmesine, insanların ölmesine aldırmayanların, insanları sevmeyenlerin...
Vatanı sevmesi mümkün mü?
Bu “vatan” denilen şeyin içinde “insan” yok mudur? İnsan anlayamıyor...

*****

Özgürlük mü?
Şovenizm mi?


2010 Dünya Basketbol Şampiyonası yarın başlıyor. Şampiyonada pek çok yıldız olmayacak.
Özellikle 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nda altın madalya alan ABD Milli Takımı kadrosundan tek kişi bile yok. Nedense, en parlak yıldızlar Dünya Şampiyonası’na gelmek istemiyor.

Bunun nedenleri ayrıca konuşulabilir. Ama benim asıl ilgilendiğim Amerika’da NBA yıldızlarının çoğunun gelmek istememesinin “kendilerine ait özel sebepleri” olması.
“Kobe, ağustos sonunda dünya şampiyonası var, gelir misin?” diyorlar.

“Yaa, çok uzun iş... Dinlenmek istiyorum, karımla alışverişe çıkacağız” diyor ve “Tamam” yanıtını alıyor.
Şaka bir yana, burada “Milli Takım’a dinlenmek, denize girmek için gelemiyorum” dese bir oyuncu, linç edilir sanıyorum ki. Şimdi merak ediyorum, oyuncuları gelip gelmemekte özgür olan takımlar mı galip gelecek?
Yoksa milli duyguları yüksek ekipler mi bu şampiyonada başarılı olacak?


*****

Bilinse değişir mi?

Türkiye’de değişmeyen şeylerin en başında siyasetçilerin sözleri gelir. Konu ve sözler hep aynıdır. 90 yılda kaç defa tekrarlanmıştır acaba, “Kanı yerde kalmayacak”, “Devletimiz her şeyin üstesinden gelecek”, “Yaraları saracağız” türü laflar.
Olayları hikâyelerle anlatmayı seven bir arkadaşımla, “Acaba hep aynı lafların söylendiği bilinse Türkiye’de bir şey değişir mi?” diye konuşurken anlattı:
Bir Amerikan yayınevi İngilizler’in en büyük yazarlarından George Bernard Shaw’dan roman yazmasını istemiş. Shaw kabul etmiş, yüklü bir miktar para ödenmiş ama aradan uzunca bir süre geçmesine rağmen romandan ses çıkmamış.
Shaw’a mektup yazmışlar: “Sayın üstat, acaba bize yeni romandan bir bölüm gönderebilir misiniz? Gazetelere romanla ilgili bir ilân vermek istiyoruz.”
Shaw kısa bir bölüm göndermiş.
“Parkta çimenlerin üzerine oturan genç, yanındaki kıza sarılıp ‘Seni seviyorum’ dedi...”
İlânlar verilmiş, bu bölüm yayınlanmış. Shaw, bir aşk romanı yazıyor diye merakla beklemeye başlamış insanlar.
Amerikalılar bir zaman sonra yine bir bölüm istemişler, bir bölüm daha gelmiş:

“Parkta çimenlerin üzerine oturan genç, yanındaki kıza sarılıp ‘Seni seviyorum’ dedi...”

Anlayamamışlar. Galiba karıştı diye düşünmüşler ama üstat biraz asabi olduğundan seslerini çıkaramamışlar.
Bir süre sonra tekrar bir bölüm istemişler. Gene aynı cümle...

Bu sefer dayanamayıp mektup yazmışlar: “Galiba bölümler karıştı. Hep aynı cümle geliyor.”

Shaw’dan cevap: “Hayır, karışmadı. Roman böyle sürüyor.”
Amerikalılar en kibar üsluplarıyla “Acaba biraz monoton olmuyor mu, her bölümün aynı olması?” diye sormuşlar.
Shaw açıklamış: “Niye, aksine çok hareketli bir roman. Çünkü delikanlı aynı ama ‘Seni seviyorum’ dediği kız her seferinde farklı.”

Arkadaşımın Shaw için anlattığı bu hikâye bizim muhalefet liderlerinin hikâyesine benziyor. Ne zaman “Memleketi nasıl düzeltirsin?” diye bir bölüm istesek, aynı bölüm geliyor:
“Bu iktidar devrildiğinde her şey düzelecek.”
Bizim liderlerin de romanı genelde tek bölümlük. Ama Shaw’unkinden farklı. Bizimkilerin romanındaki oğlanla kız, hep aynı oğlanla aynı kız...


*****

Bu gece Mars gözükecek...

Bu gece yaşanacak şey bundan tam 277 yıl sonra bir daha olacakmış. 2287’de...
Düşünsenize bugün yeni doğmuş çocuğunuz varsa bile bunu bir siz, bir de en yakın çocuğunuzun torununun torununun torunu görecek. O da belki.. Böyle düşününce, belki görmek istersiniz diye haber vermek istedim.
Bu gece saat 21.00’de Dünya ile Mars, 60 bin yıl aradan sonra yine ‘çok yakın’ olacakmış. Ve Mars, Ay parlaklığında gözükecekmiş gökyüzünde.
Dünya’dan bakılınca normalden 2 kat daha büyük ve 6 kat daha parlak olacakmış.
Gökyüzünün güneydoğu yönünde, gece boyunca dikkati çekecek kadar parlayan turuncu renkli bir ‘yıldız’ görürseniz, O işte Mars.
Mars bu gece ve yarın gece, son Buzul Çağı’ndan bu yana Dünya’ya en yakın geçişini yapacakmış.
Ayrıca Dünya’ya olduğu kadar Güneş’e de en yakın konumuna gelecekmiş.
Dünya’ya en son M.Ö. 57 bin 617 yılında bu kadar yaklaşmış Mars.

*****

Neden yaklaşıyor?

Dünya, Güneş’in çevresinde dolanırken, ortalama her 2 yıl 2 ayda bir dış kulvarda dolanan Mars’a yetişip geçiyormuş. Ancak, bu tür bindirmelerin her birinde Mars’ın Dünya’ya uzaklığı farklılaşıyor, Mars’ın Güneş’e uzaklığının oval yörüngesi nedeniyle de sürekli değişmesinden dolayı yakınlaşma oluyormuş. Mars’ın bu yakınlaşması nedeniyle NASA iki, Avrupa Uzay Ajansı bir, Japonya bir uyduyu da Mars’a göndermiş.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Olanı sevmek...
  2. “Akrep gibisin kardeşim”
  3. Yazarımız rahatsızlığı nedeniyle bugünkü yazısını yazamamıştır.
  4. Acılar usta, bizler çırağız...
  5. “Bırakın doğa size dadılık etsin”
  6. Bu kış hayat ağır geldi...
  7. Yalan söylüyoruz!
  8. Bu hayat, siz böylesiniz diye böyle!
  9. Biz herşeyin iyi olmasını istemiştik...
  10. Kim öldürüyor bizi?

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.