Tayyip Erdoğan veya Kılıçdaroğlu gitse sorunlar biter mi?
.
Televizyon seyreder misiniz?
Ben izlerim genellikle...
İzlerken sıkıldığım, öfkelendiğim, seyrettiğim kişi namına utanç duyarak gözlerimi kapadığım, denilenlere kahkahalarla güldüğüm, cehalete şaşırdığım çok olur...
Aslında evine televizyon koymayanların iradesine çok özenirim...
Televizyonsuz bir dünya güzel dünyadır derim ama ben yine de severim televizyon izlemeyi...
Ne düşünürsünüz televizyon izlerken?
Bütün gerçekleri gördüğünüze inanır mısınız mesela?
Akşam yemeğinden sonra gelişmiş bir ülkenin vatandaşı olduğunuza inanarak mutlu, huzurlu televizyon karşısına otursanız...
Elinizde kahveniz, çayınız, “bir de Tayyip Erdoğan gitse ülkemiz ne güzel olacak” ya da “ Kılıçdaroğlu çok cahil o kazanmasın da” diye düşünürken, birdenbire televizyonda ‘Türkiye’nin görmek istemediğiniz gerçekleri’ programı başlasa...
Önce ekranda Doğu Anadolu’dan bir mezra görünse.
Çamur rengi bir bozkırın ortasında, çamur rengi kulübeler...
Çırılçıplak dolaşan, çamurların içinde debelenen çocuklar...
Yıllardır karnı tam doymadığı anlaşılan insanlar... Penceresiz evlerin karanlıkiçi... Yerlere serilmiş kirli yataklar...
Bir jandarma gelse sonra...
‘Söyleyin, anlatın’ diye adamlarla kadınları dipçiklerle yerlere yıksa,kendi dilinde ağıt yakan yaşlı kadını sustursa...
Ekranda bir yazı gözükse... ‘Bu mezralar bin senedir böyle hiç kimse buraları değiştirmedi.’
Sonra şehirde veya köyde fark etmez bir ev gösterseler...
Bir adam eline geçirdiği sert bir şeyle önce on iki yaşındaki kızını, sonra da daha otuz beş yaşına gelmeden beli bükülmüş karısını dövse, kafalarını yarsa, duvardan duvara vursa...
Görüntünün üzerinde ‘yüzlerce yıldır erkekler bu ülkede kadınları dövüyor’ diye yazsa...
Ardından ekrana bir hapishane görüntüsü gelse...
Gri ve soğuk bir odanın ortasında kimsesiz bir yatak, bir sandalye, kirli paslı bir çaydanlık belki ve genç bir adam veya genç bir kadın...
Oraya gelme nedeni, gelene kadar yaşadıkları ekrana gelse... Sorguda gördüğü muamele, tehdit, belki işkence...
Daha mahkemeye bile çıkmadığı söylense... Suçunun ne olduğunu anlamakta zorlansak...
Hapishanelerde yaşanan sayısız dramlar gösterilse...
O görüntülerin üzerine ‘Osmanlıdan bu yana işkence bu ülkede var... Yıllardan beri hukuk bu ülkede hukuksuzluk olarak uygulanıyor’ yazısı çıksa...
Sonra, bu görüntülere rağmen çok mutlu, çok zengin, çok keyfi yerinde yaşayan devlet erkanını gösterseler...
İşçileri ezen patronları bir bir izlettirseler...
Hristiyanlara, Ermenilere, Alevilere, Yahudilere yapılan haksızlıkları sıralasalar. ..
Hala gizli gizli hazırlanan kaos planlarını açıklasalar.
Böyle bir programı seyrettikten sonra da, hala “Tayyip Erdoğan veya Kılıçdaroğlu değişse her şeyin düzeleceğine”, sistemin özünü kurcalamaya hiç gerek olmadığına, gelişmiş bir ülke olduğumuza ve Avrupalılar’ın sırf sevmedikleri için bizi aralarına almadıklarına inanır mısınız?
Eğer inanırsanız...
Elinizdeki kahveyi iç rahatlığıyla için, afiyet olsun...
Şafak doğruyu mu yaptı?
Şafak (Pavey) CHP’den İstanbul milletvekili adayı oldu... Adaylık teklifi geldiği sırada Şafak, Birleşmiş Milletlerde annesi gazeteci Ayşe Önal’ın dediğine göre BM sekreteriyle arasında dört makam kalmış bir görevdeydi... 32 yaşında, dünya vatandaşı, geleceği dünya üzerinde bu kadar parlak birinin Türkiye’ye katkısı CHP milletvekili olması mıdır?... Kuşkuluyum... Hatta şaşkın, kızgın bile olabilirim... Ayşe Önal ‘Başka arkadaşlardan çok tepki de aldım. Şafak Afganistan’da, İran’da çalıştığı için, atlayarak yükseldi. Anne olarak bana sorsaydı, pasaportunu çalardım ve gelmesini engellerdim. Ama bana sormadı’ demiş.... Ne diyelim... Şafak bunu başarır da meclis gerçekten Şafak’ı mutlu eder mi bilmiyorum... Hep beraber göreceğiz...
Birileri bizi sürekli kandırıyor
Geçenlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı Vahdettin’in torununun torunuyla tanıştım, Mesude Evliyazade...
Bol kahkahalı bir sohbetin ortasında, çok sıradan ve önemsiz bir cümlenin ilgimi çekmesiyle öğrendim kim olduğunu.
O günlerde de çok yeni bir haber yayınlanmıştı...
‘İngiltere Devlet Arşivi’nde bulunan, 1921’de İstanbul’da bulunmuş İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un raporunda, Padişah Vahdettin’in Millî Mücadele’ye açıkça destek verdiği anlatılıyor’ diyen...
Uzun uzun sohbet ettik...
Genellikle hayattan ve çocuklardan...
Ama Padişah Vahdettin’le ilgili haberi ilgiyle okuduğum günlerde tesadüfen torununun torununu da tanımam, bana hikayeyi gerçekten merak ettirdi...
Bize yıllarca ‘hain’ diye öğretilen Vahdettin’in öyküsü zaman zaman tartışılır, hain olmadığı söylenir ama kimse inanmaz sanki...
Bir başka konuşmada yine ‘hain’ Vahdettin olarak aramıza katılır...
Dün 19 Mayıs’tı...
Atatürk’ün Samsuna çıktığı gün... Kurtuluş Savaşı’nın başladığı gün...
Ama 19 Mayıs, Vahdettin’i anmadan geçebileceğiz bir gün değil...
73 sene önce ne olduğu hala tam bilinmiyor.
Atatürk’ün en yakını, sırdaşı Kılıç Ali anılarında Atatürk’ün ağzından anlatır:
“...Namazdan sonra Vahdettin beni salona davet etti. Bir görüşme yaptık. Epey uzunca oldu. Bana dedi ki ‘ordunun komutanları seni sever, bana güvence verir misiniz onlardan bana bir fenalık gelmesin’, ‘Bir fenalık beklemeyiniz’ dedim.
‘Yalnız bugünden bahsetmiyorum. Bugünden ve yarından’ dedi.
Bu cümlesi bende şüphe uyandırdı. Demek yarın padişahın öyle bir hareket yapması ihtimali var ki ordunun yurtsever komutanları bundan üzüntü duyabilirler.
Padişah beni aldatarak benim aracılığımla onlardan emin olmak istiyordu.”
İngiltere resmi arşivinde Vahdettin’le ilgili bambaşka şeyler yazarken...
Kılıç Ali Atatürk’ün ağzından bambaşka şeyler yazıyor...
Tarihçi Cemal Kutay ‘Vahdettin hain değildir, Atatürk böyle dedi ama hata etti. Üstelik Vahdettin Atatürk Samsun’a çıkmadan ona 25 bin altın vermiştir. Vahdettin çok namuslu bir adamdı. Kaşıkçı Elması onun ailesinindi. Onu alıp gidebilirdi. Bunu bile yapmamıştır.’ demiş Nuriye Akman’la röportajında.
Düşünün ki daha cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bile tam olarak bilmiyoruz.
Açıklamalar birbirini tutmuyor. Dün 19 Mayıstı...
“Birileri bizi sürekli kandırıyor” duygusuna kapılıyorsak, bu, paranoyak olduğumuzdan değil...
Birilerinin bizi sürekli kandırmasından.
Guardian, Der Spiegel biliyor, biz bilmiyoruz
Gazetelerde okumayı en sevdiğim haber türü, hayatın içinden, az duyulmuş ve çok ilgi çekici olanlar...
Dün hem Radikal hem de Sabah gazetesinde, tam da böyle anlatacağım haberler okudum.
Radikal’de Pınar Öğünç’ün haberinde, bir ay önce Guardian gazetesinde çıkmış bir haber anlatılıyordu.
İngiltere’de beş yıl imamlık yapan Muharrem Atlığ, İstanbul’a gelen turistlere isterlerse bir günlük bir haftalık bir aylık ne kadar isterlerse ‘müslüman turu’ yaptırıyormuş.
Fikrin sahibi aslında Tayland’da başlayan zamanla büyüyen sivil toplum kuruluşu Blood Foundation.
Özellikle batılıların farklı din ve kültürleri merak ettiklerini bildiği için çeşit çeşit turlar oluşturmuş.
Bir aylığına Yahudi, bir haftalığına Keşiş, bir günlüğüne Müslüman gibi çeşitli paketler varmış...
İstanbul’da ilk tur şubat ayında ikincisi de geçen gün olmuş.
Blood Foundation’ın Türkiye partneri Belgesel Ajans düzenliyormuş turları.
Aslında 900 dolar olan bir haftalık tur şu an tanıtım amaçlı 500 dolarmış.
Sabah’daki haber de çok ilginç.
İstanbul Kumkapı semtinde Somalililer sokağı varmış.
Somali’den gelen göçmenler burada yaşıyormuş.
Haberi hazırlayan Gül Kirekon da bu haberi Alman Der Spiegel dergisinden öğrenmiş...
Çoğu kaçak olan göçmenlerin hayali Avrupa’ya gidebilmekmiş...
Acıklı ve insanı hırpalayan bir gerçeklikten bahsediyor bu haber aslında, onbinlerce vatansız sahipsiz insan...
Ama fark ettiniz mi, İstanbul’da neler olduğunu iki gazeteci arkadaşım da yabancı yayınlardan öğrenmiş...
Biz yaşadığımız yerde neler oluyor ne yazık ki gerçekten bilmiyoruz...
En az o Somalililer kadar acıklı aslında durumumuz...