Tayyip Erdoğan’ın son konuşması bana Buridan’ın eşeğini hatırlattı
.
Seçenekler arasında kararsız kalmanın “felaketini” anlatan “Buridan’ın eşeği” diye bilinen felsefi bir örnek vardır.
Tanınmış Fransız filozofu Buridan, aç ve susuz bir eşeğin iki yanına, aynı uzaklıkta bir torba yulafla bir kova su konduğunda, eşeğin hangisini önce seçeceğine karar veremediği için öleceğini yazmıştır.
“Önce suyu içeyim de yulafı sonra mı yiyeyim, yoksa önce yulafı yiyeyim de suyu sonra mı içeyim” derken eşek açlıktan ve susuzluktan ölür.
Dün Başbakan’ın, bütünü olmasa da parçalara ayırdığımda birçok yeri beni rahatsız eden konuşmasını dinlerken bunu hatırladım.
Seçime yaklaşıyoruz.
CHP “Değişiyorum” derken, değişime bütünüyle karşı gözüküyor.
AK Parti ülkeyi demokrasi anlayışı olarak yenileyebilecek güce sahipken son konuşmadan da anlıyoruz ki, bizi sanki dünyaya kapatmak ister gibi.
MHP benim için çok uzun zamandır yeni bir cümlesi olmayan bir parti.
BDP umut veriyor, adaylarından bunu anladık ama iktidar olması şu anda zor.
Peki biz açız, biz bu ülkenin yanlışları düzelsin istiyoruz.
Etrafımızda bize “eşit mesafede” uzak duran partilerden hangisine oy vereceğiz? Kimden ne bekleyeceğiz?
O mu, bu mu derken Buridan’ın eşeğine döneceğiz. Ve Buridan’ın eşeği gibi açlıktan öleceğiz diye korkuyorum.
Hepimiz 12 Haziran seçiminin içine sıkışıp kaldık... Herkes bunu konuşuyor...
Hatta çoğumuz kimi istemediğimizi, kime oy vermeyeceğimizi çok net biliyoruz da, kime oy vereceğimizi bulamıyoruz.
Şöyle konuşmalara siz de rastlamışsınızdır:
- AK Parti’ye kesinlikle oy vermeyeceğim.
- Kime vereceksin?
- Bilmiyorum!
Ya da şu cümlelere:
- CHP’ye asla vermem oyumu...
- Kime vereceksin?
- Bir bilsem!
İnsanlar kimi seçeceklerini tam kestiremiyorlar.
Tayyip Erdoğan’ı dinlerken fark ettim ki, seçime giren bir hükümet, neredeyse denizin derinliklerine inen bir denizaltı gibi demokrasiden, dünyadan, Avrupa’dan uzaklaşıyor.
Hesabı, daha sonra yapmayı hesapladığı başkanlık referandumuna kendini rahatça taşıyacak bir çoğunluğu parlamentoya sokmak.
Dönüyorsun, Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını eleştiren CHP’lilere bakıyorsun, çoğunda daha önce ağzına bile almadığı bir Avrupa bilinci vuku bulmuş aniden...
Ergenekoncuları aday gösterdiklerini çoktan unutmuşlar.
Kimse demokrasiye, özgürlüğe, eşitliğe, barışa aldırmazsa biz kime vereceğiz oyumuzu?
“Demokrasi, demokrasi” diye açlıktan ölmek istemiyorum.
Buridan’ın eşeğinden bile kötü durumum.
O hiç olmazsa yulaf dolu bir torbayla, su dolu bir kova arasında kararsız kalmıştı.
Ben, boş bir çuvalla, boş bir kova arasında kararsızım.
Mourinho 5-0’ın acısını çıkaracak mı?
Jose Mourinho, Real Madrid’in teknik direktörü. Saha dışında da izlemeyi çok sevdiğim bir teknik adam. Futbol dünyasında çok az adama yakışacak sert, bencil, alaycı ama zeki bir uslubu var. Sadece başka takımlarla ve onların teknik adamlarıyla değil kendi kulübüyle de sorunlar yaşıyor bu ara...
Real Madrid’le olan sorun için “Dış mihraklarla yaptığım bütün savaşları kazandım. Ama iç mihraklarla ne yapacağımı bilemiyorum. Gizli savaşları sevmem. Savaşacaksam bunu açık olmasını isterim” demişti Sevilla maçından sonra.
O basın toplantısında Real Madrid’e meydan okumuştu.
Bu savaşın iki nedeni var, bir tanesi artık tamamen ortaya çıkmıştı, takımın sportif direktörü ve basın sözcüsü Jorge Valdano ile olan görüş ayrılıkları... İkincisi de Mourinho’nun bir santrfor (Beşiktaşlı Almeida) transfer etme isteği...
Tabii bütün bunların ilk yarı Barcelona’ya karşı alınan 5-0’lık mağlubiyetten sonra ortaya çıkması tesadüf değil...
Real Madrid bütün bu sorunlara rağmen çok iyi, 76 puanda ama Barcelona bu sezon çok daha iyi, 84 puanı var.
Kaybetmeye hiç tahammülü olmayan Mourinho’yu bu fark çok hırpalıyor sanırım...
İşte bütün bu hikayeyi bilen sporseverler için bu ay hayli enteresan bir ay...
Real Madrid ve Barcelona ilki yarın olmak üzere üç hafta içinde üst üste dört kere karşılaşacaklar. Yarınki, Real Madrid-Barcelona derbisi lig maçı.
Ardından 20 Nisan’da Kral Kupası var... Bu iki takım kupada 21 yıl aradan sonra ilk kez karşılaşıyor. Bir de 27 Nisan ve 3 Mayıs‘ta Şampiyonlar Ligi maçları var.
Barcelona Başkanı Rossel, “Bahse girerim yine 5 atarız” diye açıklama yapmış.
Mourinho, “Her maç 1-0 yenileceğime bir kez 5-0 yenilirim” demiş.
Şu sıra İspanyol bir futbolsever olmak isterdim doğrusu...
El Clasico’yu izlemek için 10 sebep
1. Dünya üzerindeki derbilerde “şehir” olgusu ön plandadır elbet ama El Clasico’da durum iki büyük kentin kapışması şeklindedir.
2. El Clasico’yu izlerken sahadaki futbolcular 3 puanı almak için, tribündekiler de siyasi görüşlerini baskın kılmak için savaşır. Barcelona, Cumhuriyetçi Katalan milliyetçilerinin, Real Madrid de Kraliyet ailesine yakın Kastilyanlar‘ın takımıdır.
3. El Clasico tarafsız bir gözle izlenmez. İster İspanyol olun ister Türk, her futbolsever elbet bir tarafı seçer ve maçın sonunda kendi tuttuğu takım galip gelmişse eğer, kendinden geçer.
4. La Liga, çoğu futbol otoritesine göre dünyanın en iyi, en kaliteli futbol ligidir. Bu nedenle bu maç izlenmeye değerdir.
5. Barça ve Real de La Liga’nın değişmeyen başrol oyuncularıdır.
6. El Clasico’nun 22 oyuncusunun neredeyse 22’si de birer dünya yıldızıdır.
7. Hem Real hem Barça, kadrolarında kendi bünyelerinden yetişmiş ve efsaneleşmiş yıldızları barındırır.
8. İki kulüp arasında gerçekleşen ya da iki kulübü karşı karşıya getiren transferler her zaman yankı uyandırmıştır.
(bkz: Luis Enrique),(bkz: Samuel Eto’o),(bkz: Luis Figo)
9. İki kulübün statları da (Nou Camp ve Santiago Bernabeu) gerek heybetli görüntüleri gerek de seyirci kapasiteleriyle dünyanın en önemli futbol mabetleri arasındadır.
10. Her El Clasico, içinde futbol tarihine geçen bir özellik barındırır.
Öyle Bir Döver Zaman Ki...
Dizi seyretmeyi seviyorum.
Disiplinli olamıyorum bu konuda... Kaçırıyorum sıklıkla ama yine de seviyorum dizi seyretmeyi, onlara söylenmeyi...
Diziler hakkında gazetelerde çıkan yazıları da okumayı seviyorum.
Çoğu sefer onlardan çok farklı düşündüğümü anlıyorum ama bu fark hayatla ilgili başka şeyler öğretiyor bana.
Fakat geçen gün Telesiyej köşesinde (Taraf) tam düşündüğümü yazdığını gördüm köşeyi hazırlayanın.
Sevinçten çığlıklar attığımı söylemeliyim. Çünkü bu dizi reyting rekorları kırıyor, üzerlerine sayısız yazı yazılabilecek kadar toplumsal analiz yapılabilir ama çok az yazı yazılıyor, çok az iyi yazı yazılıyor.
Telesiyej harikaydı... Üzerine cümle bile eklememe gerek gerek yok, bakın ne demiş:
“Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin reytinglerine bakarsak salı akşamları bütün ülke bu diziyi seyrediyor. Bu dizi eşittir şiddet demek, uzun bir süredir. Anlaşılan o ki, bizim seyirci şiddet sahneleriyle müthiş bir katarsis (arınma) yaşıyor. Bu reyting patlaması ve neredeyse şiddetten ibaret bu dizinin bu derece rağbet görmesi, bir kısım seyirciye kendisini dışarıdan gösterdiği; şiddet arzusundan dizi üzerinden arınmasını sağladığı için midir acaba diye düşünüyor insan!
Üstelik, AB denen üst gelir ve eğitim grubunun diziyi izleme oranıyla, TOTAL denen bütün grupların toplamının diziyi izleme ortalaması aynı. Konu şiddet oldu mu, sınıf farkını ortadan kaldıran müşterek bir dürtü mü var acaba?
Zaten toplumun geneline baktığımızda son dönemlerde ciddi boyutta bir şiddet toplumu durumunda yaşadığımızı görüyoruz. Demek ki seyircinin bir kısmı, içinde biriktirdiklerini Ali Kaptan üzerinden, onun şiddet eylemleriyle özdeşleşerek boşaltıyor ve rahatlıyor.
Sosyolojik açıdan ve toplum psikolojisi açısından AB ile TOTAL’in eşitlenmesi ciddi olarak incelenmesi gereken bir durum bence. Belki de çanlar çalmaya başladı.’
Bu dizide güzel olan herşeyin üstünde tutulan bu şiddet...
Neyin sonucu gerçekten?
Merak etmiyor musunuz siz de benim gibi...
Real Madrid, lakabı: Los Blancos (Beyazlar), Los Galacticos (Süper yıldızlar) Transfermarkt değeri: 515 milyon Euro
Barcelona, lakabı: Katalanlar, Transfermarkt değeri: 554 milyon 100 bin Euro