Tayyip Erdoğan’ın Newssweek'teki makalesi...
.
24 Ocak’ta yayınlanan Amerikan dergisi Newsweek’te Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir makalesi vardı.
Tuhaf, değil mi? Bundan pek bahsedilmedi.
Gazeteler birkaç haber yaptı ama sesi güçlü olmadı bu yazının nedense.
Başbakan’ın kendi imzasıyla yayınlanan
bir makale, üstelik Newsweek dergisinde...
Tek başına bu bile ilginç aslında.
Yazıyı kim yazdı, kim istedi, bu yazı tam
olarak ne diyor, niye diyor analizlerine muhtaç kaldı yapılan haberler. Sözünü ettiğim, Türkiye ve AB ilişkileri üzerine oldukça sert bir yazı.
Aslında Tayyip Erdoğan’ın kendi mizacına uygun bir yazıydı doğrusu. Biz “AB kapısında yalvaran uysal bir ülke değiliz” diyordu.
Hatta derginin kapağında “Tayyip Erdoğan,
Avrupa’yı azarlıyor” başlığı vardı.
Türkiye’nin AB’ye aday bir üye olarak,
etkileyici ekonomik gelişmesi ve siyasi istikrarıyla
küresel sahneye damgasını vurduğunu’ söylüyor Erdoğan ve Avrupa’nın en hızlı kalkınan büyük ekonomisi olduğumuzu, 2011’de de bu durumda bir değişiklik olmayacağını vurguluyordu.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2050 yılına gelindiğinde Türkiye’nin Avrupa’daki 2. en büyük ekonomi olacağı
yönünde öngörüde bulunduğunu hatırlatıyor
ve ekliyordu:
“Türkiye AB’nin çok ihtiyaç duyduğu büyük bir enerjiye sahip, Avrupa’nın Türkiye’den başka gerçek bir alternatifi yok. Umarım Avrupalı dostlarımız çok geç olmadan bu hakikati keşfeder.”
İnsan içinden “İnşallah keşfederler” diye
geçiriyor yazıyı okuyunca.
Çünkü gidişat pek o yönde değil gibi...
Tayyip Erdoğan istediği kadar Avrupa’yı “azarlasın”, pek yaramaz çocuk bu Avrupa, bir türlü söz dinlemiyor (!) Yazıyı okuduğunuzda Türkiye’nin sabrının da taştığını anlıyorsunuz.
Ama Türk olduğumuzu vurgulamaktan başka, sabrımız taşarsa planımız ne?
Onu tam anlayamıyorsunuz işte...
Avrupa bu yazıya ne dedi peki? Bu da tam duyulmadı. Davos toplantısı yaptılar, dünyayı konuşup, Türkiye’yi es geçtiler.
Bu bir cevap olabilir mi? Belki de...
Cumhurbaşkanı Gül ve Başmüzakereci Devlet Bakanı Egemen Bağış, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Avrupa’ya kızan demeçler verdiler yakın zamanda. Bu üst üste demeçler tesadüf değil tabii ki... AB restine hazırlanıyor Türkiye.
Türkiye’nin; Avrupa’nın o manasız, kendini beğenmiş tavırlarına muhatap olmaktan sıkıldığını anlamak zor değil...
Avrupalılar’ın direttikleri her konuda haklı
olmaları da mümkün gözükmüyor. Ama bizim de onların haklı olduğu hiçbir şeyi açıkça konuşmayıp, yapılan haksızlıklar üzerinden ‘dayılanmamız’ da kabul edilebilecek bir şey değil!
Sorunları çözmüş bir ülke olsa Türkiye ve “Vazgeçtim arkadaş, üye olmak istemiyorum ben sana” dese...
Bu tavrı, içeriği uzmanlar tarafından tuhaf bulunsa bile, azarlamayı seven başbakanımız için daha çok da esaslı bir duruş olarak algılar, benimseyebilirim. Yine de bu kurgulanmış sinirli tavrı anlamıyorum.
Biz çok müthiş bir ulusuz, onu anladım.
Kimse bizi kapıda bekletemez, onu da
anladım.
Ama bu müthiş ulusun “halkı” için yapılması gerekenleri yapmamamız; o halkı daha mutlu, daha özgür, daha sağlıklı yaşatacak önlemleri almamamız, bunları yapmamızı istedi diye Avrupa’ya kızmamız bana çok anlaşılır gelmiyor.
Askeri vesayetin bitirilmesi, devletin
şeffaflaşması, ihale yasasının halkın lehine
düzenlenmesi, rekabet düzeninin sağlanması
“bu halkın aleyhine” olduğu için mi yapılmıyor?
Avrupalılar’a kızalım kızmasına da önce “Kendi halkınıza Avrupalı halkların sahip
olduğu hakları verin” tavsiyesini yerine
getirdikten sonra yapalım bunu...
Aksi takdirde bu öfke, “Biz halkımıza
istediğimiz gibi davranırız, siz karışmayın”
anlamına gelir.
Ki, bu kurnazlık Avrupa’yı çok korkutmaz doğrusu.
Park Otel “ucube”sini kurtaran krom milyarderi
İstanbul Gümüşsuyu’nda meşhur, inşaatı yarım kalmış bir Park Otel vardır.
İstanbul’un en tartışmalı binası...
1994’te inşaatı durdurulmuş,
20 katı yıkılmış, ölü bir taş yığını olarak öylece duruyor yıllardır.
Sürmeli Grubu’nun sahibi olduğu
bu bina, 2005’te Ofer ailesine satılmış.
Ofer ailesi de geçen sene 100 milyon doların üstünde bir fiyatla krom milyarderi Mahmut Çevik’e satmış binayı.
Mahmut Çevik de 2011’in sonunda o çirkin binayı, tarihi yansıtacak bir bina haline getirip, 150 milyon dolar
harcayarak otel olarak açacakmış.
Bunu okuyunca, insanın aklına iki soru takılıyor:
* Krom nedir?
* Mahmut Çevik kimdir?
Bu soruların cevabı ocak ayının
Forbes dergisinde var.
Park Otel, Mahmut Çevik’in bir
kalemde yaptığı en büyük alışverişmiş.
Daha önceki rekoru, Çarmıklılar’dan 25 milyon dolara aldığı Savoy Oteli imiş.
Şimdiki adı CVK Hotel. Taksim’in merkezinde...
Bu otel, 10 yıla yayılacak otel zinciri kurma projesinin ilk halkasıymış. 2020 yılına kadar bu projeye 500 milyon
dolar ayırmış Mahmut Çevik.
İstanbul’daki ilk büyük yatırımı ise 2009 yılında 9 milyon Euro’ya aldığı Bilgi Üniversitesi’nin Tophane’deki
yurduymuş.
Genellikle Boğaz’daki metruk
binaları alıyormuş.
Rumelihisarı’ndaki eski bir Ermeni okulu olan Kadınlar Mektebi’ni ve Arnavutköy’deki iskele karşısındaki
3500 metre karelik 5 binayı almış.
Forbes dergisindeki Eyyüp Karagüllü’nün hazırladığı yazıyı okuyun.Yeni çok şey öğreneceksiniz...
Hikâyenin başı şöyle:
“Babam 1969 yılında Pınarbaşı’nda bir krom madeni buldu...”
Jules Verne, merdiven altında doğmuş
Seksen Günde Devr-i Alem, Aya Sehayat, Denizler Altında 20 Bin Fersah gibi unutulmaz kitapların yazarı Jules Verne gençliğinde, tarih romanları yazan, Alexander Dumas’ya hayranmış.
Bir gün, Dumas’nın Paris’teki evine gitmiş. Dumas, bir apartmanın en üst katında oturuyormuş.
Jules Verne kapıyı çalmış. Evde kimse yok.Kapının önünde oturup beklemeye başlamış. Saatlerce beklemiş, gelen giden olmamış.Bir süre sonra Dumas eve dönmüş. Oldukça da içkiliymiş.
Üst kata çıkmayı gözü yememiş, merdivenlerin altına uzanmış.
Yukarıda beklemekten sıkılan Jules Verne de gitmeye karar
vermiş. Ama merdivenlerden inmek yerine, trabzanlardan kayarak inmeyi daha eğlenceli bulmuş!
Trabzanlardan kaya kaya hızla gelip Dumas’ın haşmetli göbeğine kocaman bir taş gibi düşmüş.
Gece yarısı, karanlık bir merdiven altında ünlü bir yazarla, o yazarın göbeğinde oturan genç bir yazar adayı, bir an şaşkın gözlerle birbirine bakıp öyle durmuşlar.
Sonra Dumas kendine gelip Verne’i göbeğinin üzerinden indirerek genç yazara “Mösyö, harika bir omletin içine ettiniz” demiş.
İkisi de doğrulup oturmuşlar.
Verne, üzerine düştüğü göbeğin Dumas’ın olduğunu anlayıp, bin kere özür dilemiş.
Dumas babacan bir adammışve Verne’i önemli birşey olmadığını söyleyerek teselli etmiş. Cebinden şarabını çıkarmış, o karanlık merdiven altında sohbet etmeye başlamışlar.Jules Verne ünlü yazara hayranlığını anlatmış uzun uzun.Alexander Dumas sormuş:
“Sen ne yazmak istiyorsun?” Verne utana sıkıla açıklamış:
“Tarih romanları yazmak istiyorum.” Dumas karşı çıkmış:
“Sen tarih romanı yazma, tarih romanlarını ben yazıyorum. Sen coğrafya romanları yaz.” Verne de bu tavsiyeyi dinlemiş ve o unutulmaz romanları yazmış. Bu hikâyeyi, ekonomide ya da politikada ya da medyada ülkemizin çeşitli acemileri ve ustaları arasında yaşanabilecek hayâli bir konuşmaya bağlamak mümkün...
Mesela;
* Baykal, Kılıçdaroğlu’na “Genelkurmay’ı ben destekliyorum, sen halkı destekle” diyebilir.
* Bahçeli, Erdoğan’a “Irkçılığı ben yapıyorum, sen
eşitliği tercih et” diyebilir.
* Başbuğ, Koşaner’e “Darbecileri ben savundum, sen
hukuku savun” diyebilir.Merdiven altında çok sohbet olur anlayacağınız...
Haliç’te ‘silahsız’ soygun!
Cuma akşamı Haliç Kültür ve Kongre Merkezi‘ne gittim.
“Mickey’nin Müzikli Dünyası” isimli, çocuklar için bir gösteri vardı.Kapıdan içeri girer girmez, Tayyip Erdoğan’ın kendi dönemlerinde yaptıkları binalara neden ‘eser’ dediğini anladım.
Eskiden Sütlüce Mezbahanesi olan bu yer, şimdi gerçekten Haliç’in kenarına kurulmuş harika bir eser...
Türkiye’nin en büyük kongre ve kültür merkezi imiş burası.
65 bin metrekarelik bir alanda, 3 bin 35 kişilik konser, 1120 kişilik tiyatro, 900 kişi kapasiteli 3 sinema salonu ve 14 çalışma salonu var.
Ayrıca 650 kişilik restoran, 7 bin 700 metrekarelik açık hava etkinlikleri alanı, 8 bin 250 metrekare olan bir rıhtım, 700 araçlık otopark ile 17 bin metrekarelik yeşil alan da var.
Avrupa’nın sayılı merkezlerinden birisiymiş meğerse.
İçerisi tertemiz, koltuklar çok rahat, ulaşım ve otopark sorunu yok. Tek kelime ile muhteşem...
AK Parti bu eserleri gerçekten iyi yapıyor.
Bu arada...
Mickey gösterisinin çıkışında
neredeyse bütün çocuklar ağlıyordu. Çünkü fuayede satılan Mickey’li oyuncaklardan, mısırlardan, pamuk şekerlerden istiyorlardı.
Ama öyle pahalıydı ki herşey...
Anneler-babalar mecburen “hayır” diyorlardı çocuklarına.
Bir kova patlamış mısır 20 lira. Pamuk şeker 22 lira. Kova
Mickey resimli... Pamuk şeker Mickey şapkalı...
“Gösteriyle mutlu olmuş o çocukları böyle üzmeye kimsenin hakkı yok” diye düşündüm. Çocuk gösterilerindeki bu sorunu bir an önce çözmeliler.