Tayyip Erdoğan bağımlısı tinerci çocuklar!
.
Son zamanlarda artık iyice belirginleşti bu...
Ben, siz, o, kim olduğu hiç fark etmez, ne söylersek söyleyelim, söylediğimiz, mutlaka bir başka fikrin, bir başka inancın uzantısı gibi gözüküyor.
Aynı fikirde olmadığımız her insanın söylediğinin, aslında “gizli bir çıkar” nedeniyle söylendiğine inanıyoruz.
Üstelik, farklı fikirde olanlar bile birbirleri için aynı türde suçlamaları dile getirmek konusunda birbirleriyle benzeşiyorlar.
Gazetecilerin çoğu “Tayyip Erdoğan’a istediğim gibi sövemiyorum, onu istediğim gibi eleştiremiyorum” diye şikayet ediyor ama Tayyip Erdoğan’ı destekleyen birini görünce de “Yandaş, bu kadar da olmaz ki!” diye susturmak için baskı yapmaya uğraşıyor.
Anlayacağınız, Tayyip Erdoğan’ın yaptığını söyledikleri şeyi, onlar da karşılarındakine yapıyorlar...
Ne düşünüyorum, biliyor musunuz?
Bütün sorunlardan dolayı hükümeti suçlamak çok sıkıcı olmaya başladı.
Bütün acılarımızı, dertlerimizi, yüzlerce yıllık sorunlarımızı, kederlerimizi iyileştiren, bizi mesut, bahtiyar eden bir uyuşturucu bulduk nihayet...
Toplumun bir kesiminin uyuşturucusu Başbakan Tayyip Erdoğan!
Her türlü kişisel ve toplumsal başarısızlığımızın Erdoğan yüzünden olduğuna, o gidince her şeyin düzeleceğine inanıp rahatlıyoruz.
Tayyip Erdoğan gitmesini gerektirecek kadar hata yaptı ama kalmasını gerektirecek kadar da cesur işler yaptı bu ülkede.
“Tayyip Erdoğan gidince düzelir” isimli yeni uyuşturucumuz, bir yalanı temsil ediyor aslında.
Her acı karşısında yatışmamızı, toplumun kendi çarpıklığından kaynaklanan her bozukluğu görmezden gelmemizi sağlıyor.
Bu ülkedeki bütün çarpıklıkları, yalanları, gizli kararları, kirli-puslu karanlık işleri sadece Tayyip Erdoğan’ın yaptığı hatalar mı yaratıyor yani?
Bu ülke Erdoğan’dan önce güllük gülistanlık bir yer miydi?
Hatalara karşı bu kadar duyarlıysak, niye Erdoğan’ın yaptıklarından başka hiçbir hataya “hata” diyemiyoruz?
Niye Balyoz‘a Balyoz, Ergenekon‘a Ergenekon, ajana ajan demiyoruz da “12 Eylül yargılanmaları başlayacak” gibi bir haber okuduğumuzda “Tayyip Erdoğan’ın seçim öncesi hareketleri bunlar” diye mutsuz oluyoruz?
12 Eylül bir hata, bir karanlık, bir acı, bir suç değil mi?
Hataları sevmiyorsak bu haberi bile niye AK Parti’ye kızarak okuyoruz?
Dürüst olmadan etkili olmak pek mümkün değildir.
Tayyip Erdoğan birçok iyi şey yaptı bu ülkede.
Birçok da yanlış...
Toplumumuzun gelişmesi için Tayyip Erdoğan’ın başlattığı birçok başarılı iş devam etmeli...
Başarısızlıkları da eleştirilip düzeltilmeli.
Bunu becerebilmek için de Tayyip Erdoğan’ı bir uyuşturucu gibi kullanmaktan vazgeçmeliyiz.
Yapılan iyi şeyleri görmezden gelirsek, sırf içimizi rahatlatmak, acılarımızı uyuşturmak için Erdoğan’ın her yaptığını kötülersek, en sonunda kendi kendimizi öfkemizle uyuşturup hareketsiz kalacağız.
Üstelik inandırıcılığımızı yitireceğimiz için Erdoğan’ın yaptığı gerçek hataları da önleyecek bir güce ve güvenilirliğe hiç kavuşamayacağız.
Erdoğan’a yapacağınız en büyük iyilik, onun istisnasız her yaptığını kötülemek, halkın size olan inancını da böylece yok etmektir.
Her şeyi eleştirmek, hiçbir şeyi eleştirmemekle aynı anlama gelir.
Bu “uyuşturucu”yu bırakır, gerçekleri görür, gerekeni över, gerekeni yererseniz, toplumsal sorunların çözümü için önerilerde bulunursanız hem kendinize, hem ülkenize yardım edersiniz.
Aksi takdirde sürekli aynı adamı kötüleyen, hep aynı lafları tekrarlayan, gerçek sorunlardan hiç söz etmeyen, uyuşturucuyla algıları bulanmış tinerci çocuklara döner-
siniz.
Arda’nın okuduğu kitap
Kadıköy’deki Avusturya maçında attığı golle “milli kahraman” ilan edilen Arda Turan’ın, birkaç gün sonra Antalya’da G.Saray taraftarları tarafından taciz edildiğini, gencecik çocukların aslında idol olarak görmeleri gereken kendileri kadar genç bir yıldıza iki metreden küfürler yağdırdığını okuyunca çok üzüldüm. Arda’nın bunu haketmediğini ve yöneticilerinin basiretsizliği yüzünden hedef tahtası haline geldiğini düşünüyorum, umarım o küfürleri edenler gelecek sezon Arda’yı Atletico Madrid formasıyla La Liga’da izlediklerinde yaptıklarından utanırlar... Arda bu olayı anlatırken, Sabah’tan Bülent Timurlenk’e söyle demiş: “Antalya’ya uçarken bir ağabeyimin hediye ettiği, ‘Aşkın Gözyaşları’ adlı kitabı okudum. Mevlana ile Şems’in dostluğu üzerine... Sabretmeyi ne güzel anlatıyordu. O küfürleri, kitaptaki satırlar sayesinde sabırla dinledim.” Çok ilgimi çekti. Arda’ya o kitabı hangi ağabeyi hediye etti, merak ettim. Madem Arda kitap okumayı seviyor,okuduklarını hayata uyarlıyor,ona kitap önermek istiyorum. Çok kitap var aslında ama... Tanrılar Okulu’nu seveceğini biliyorum...
Middlesex bize ağır mı geliyor?
Solmaz’la (Kamuran) çeviri kitaplarla ilgili sohbet ederken “Benim en severek çevirdiğim kitap Middlesex’tir ama Türkiye’de neredeyse hiç okunmadı. Yunanistan’da da okunmamış. Bu konular için hala hazır değil bu toplumlar galiba” dedi.
Üzerine biraz konuştuk. Başka konulara daldık sonra.
Eve gelir gelmez, Middlesex‘i buldum kütüphaneden ve tekrar okumaya başladım.
Jeffrey Eugenides‘in kitabı... “Bakir İntiharlar”ın yazarı... Sofia Coppola filmini de yapmıştı hatta.
Middlesex’le de Pulitzer Ödülü alan yazar New York’taki Princeton Üniversitesi‘nde yaratıcı edebiyat dersleri veriyormuş şu sıra.
Midddlesex, çift cinsiyetli doğmuş Calliope‘nin hikayesi.
Kitap Bursa’da 1922’lerde başlıyor.
Calliope‘nin büyükannesi ve büyükbabası Kurtuluş Savaşı sırasında Bursa’dan Detroit’e kaçan iki kardeştir aslında.
Evet, kitap iki kardeşin evlenmesi ve kocaman bir aile olmasını anlatıyor.
80 yıllık bir aile hikayesi.
Hermafroditenin bir ruhta nasıl tahribatlar yarattığını, kağıt yarası gibi sızlatarak ama kanatmadan anlatmayı başarıyor Eugenides.
Kitabın sonlarında, Calliope’nin bir başka hermafrodit olan Zora’yla dialoğu ise hepimizi yaralayacak cisten;
“Şu dünyada daima hermafroditler olmuştur. Her zaman. Plato ilk insanın hermafrodit olduğunu söylemiştir. İlk insanın yarısı kadın yarısı erkekti. Sonra bu parçalar birbirinden ayrıldı.İşte o günden beri herkes diğer yarısını arıyor.”
Şifreler ve kazlar
Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına başvezirini alıp yola çıkmış.
Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler.
Adam elindeki derileri suya sokup döverek tabaklıyormuş.
Padişah ihtiyarı selamlamış.
- Selamün aleyküm ey pir-i fani...
- Aleyküm selam ey serdar-ı cihan!
Padişah sormuş:
- Altılarda ne yaptın?
- Altıya altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor.
Padişah yine sormuş:
- Geceleri kalkmadın mı?
- Kalktık, lakin ellere yaradı.
Padişah gülmüş.
- Bir kaz göndersem yolar mısın?
- Hem de ciyaklatmadan..
Padişahla başvezir yaşlı adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah sormuş...
- Ne konuştuğumuzu anladın mı?
- Hayır padişahım.
Padişah sinirlenmiş...
- Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.
Korkuya kapılan başvezir padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada.
- Ne konuştunuz siz padişahla?
Adam başveziri şöyle bir süzmüş...
- Bedava söylemem, ver bir yüz altın söyleyeyim.
Başvezir hemen çıkarıp vermiş.
- Sen padişahı serdar-ı cihan diye selamladın. Padişah olduğunu nasıl anladın?
- Ben dericiyim, sırtındaki kürkü padişahtan başka kimse giyemezdi.
- Peki, altılara altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor ne demek?
Adam bu soru için bir yüz altın daha istemiş.
- Padişah altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de altı ay yaz altı ay kış çalışmazsak yemek bulamıyoruz, dedim.
- Geceleri kalkmadın mı ne demek?
Vezir bir yüz altın daha vermiş...
- Çocukların yok mu, diye sordu. Var ama hepsi kız, evlendiler başkalarına yaradılar, dedim.
Vezir kafasını sallamış.
- Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek?
Adam gülmüş...
- Onu da sen bul.
Bu eski masalda vezir şifreleri çözmek için kaz gibi yolunmuş.
Biz de son zamanlarda birçok anlaşılmaz laf duyuyoruz, Ahmet Şık’ın kitabı, şifre kopyacılığı gibi...
Bunların ne olduğunu anlayalım derken, birçok önemli olayı gözden kaçırıp kaz gibi yolunuyoruz.
Vezirden tek farkımız kaybetmemize rağmen, aslında tam ne oluyor hala anlamıyoruz...
Öyle değil mi?