Size hangisi lazım? Savaş mı barış mı?
.
Çok uzun zamandır savaşın bittiği, ilerlemek için savaşa değil barışa ihtiyac duyulan bir dönemden geçiyor dünya…
Ama ne tuhaf son bir iki yıldır her an dünyanın bir yerinde bir savaş çıkabilirmiş gibi ayaklanmalar, manasız kafa tutmalar, güç çekişmeleri oluyor bir yandan da…
Kraliçenin yeşiller giyip IRA’nın eski yöneticisinin elini sıktığı fotoğrafa bakarken dünyanın benim korktuğum kadar barıştan vazgeçmediğini düşündüm.
O fotoğrafın büyük bir anlamı olmalıydı dünya için…
On yıl önce hayal bile edilemeyecek bir iş olmuş, Kraliçe, bir zamanlar kendisinden “terörist” diye söz edilen bir liderin elini sıkarak geçmişi “geçmişte” bıraktıklarını bir daha vurgulamıştı.
Aslında tarihe baktığımızda, insanoğlu doğası gereği hep çatışmalarla ilerleyebilmiş, gelişmeleri hep karşıtlıklar beslemiş, çatışmaların en keskini olan savaş da en büyük adımların atıldığı alan olmuş.
İnsanoğlunun teknolojik ve bilimsel ilerleyişinde savaş önemli bir rol oynamış.
Büyük buluşların çoğu “düşmanı” yenebilmek için yapılmış, teknoloji savaş sayesinde yol almış.
İnsanlık böyle ilerlemiş.
Savaşın kötü olması, insanlığın ilerlemesi için gerekli olduğu gerçeğini yok etmiyor, insanoğlu bugünlere savaşla gelmiş.
Ama artık savaşsız ilerleyecek bir dönemdeyiz.
Büyük bir dönemeç bu.
Artık insanoğlu yeni buluşlar yapmak için savaşa değil barışa ihtiyaç duyuyor.
İnsanoğlunun barışa bu denli ihtiyaç duyduğu bir çağda nedense bizim gibi az gelişmiş ülkelerle beraber biz de savaşın ayağının dibinde dolaşıyoruz.
Kalkınıyoruz, kalkınmak için elimizden geleni yapıyoruz ama sürekli ayağımıza savaş dolanıyor.
Neden biz hâlâ savaşa inanan bir toplumuz?
Üstelik savaşa inanan dünyadaki ülkelerin tamamına baktığımızda, bu ülkelerin yeni buluşlarla ortalığı kasıp kavuracak ülkeler olmadığını da görüyoruz.
Savaşa inananlar, şimdi barışa inanan toplumların bulmuş oldukları ‘silahlarla’ savaşıyor…
Peki barış çağında dünyanın bir kısmından ve bizim toplumdan neden savaş çığlıkları geliyor?
Neden dünyanın bir kısmı ve biz bugüne kadar gelişmenin motoru olan savaşın artık ilerlemenin en büyük engeli olduğuna inanmıyoruz?
Niye barışı sağlıyamıyoruz?
Bırakın dünyayla barışı, kendi içimizde bile barış yapamıyoruz?
Bizi böylesine barış düşmanı yapan ne?
Savaştan ne bekliyoruz?
Bunun tam cevabını bilmiyorum doğrusunu isterseniz ama dünya başka bir çağa geçerken bizim henüz geçmiş çağlardan kurtulamadığımızı düşünüyorum.
Kurtulmak için çabalar gösterdiğimiz oluyor, Oslo sürecinde barışa doğru ilerliyoruz ama ufacık bir aksamayla yeniden geriye, savaşa dönüyoruz.
Belki düşüncem yanlış ama ben, bizim gibi toplumların kendilerini “buluşlarıyla” kanıtlayamamasının, dünyada “icatlarıyla” varolamamasının sonucunda, varlıklarını “nefretleri ve şiddetleriyle” kanıtlamaya çalıştıklarını düşünüyorum.
Toplumlar da tam olarak insanlar gibi işte…
‘Yapanlar’ daima huzurlu ve güvenli ‘yapamayanlar’ ise her zaman huysuz, kıskanç ve mutsuz…
Nefreti aşacak bir olgunluğa ve güvene sahip değiliz.
Ne kendimiz ne toplum olarak hepimiz…
Dünyanın hâlâ “ergenliğini” yaşayan çocuklarıyız sanki.
Akılla değil, pazuyla kendimizi göstermek istiyoruz.
Bir gün biz de bunları aşacağız.
Kraliçe’nin fotoğrafına benzer bir fotoğraf bir gün burada da çekilecek.
Buna eminim.
Gelecekle ilgili bir kuşkum yok.
Ama “bugün” beni korkutuyor.