Refik Halit, Mehmet Güreli ve ben…
.
Geçen gece, sanatın hemen hemen her dalında koşabilen, bir tür sanat dekatloncusu olan Mehmet Güreliyle müzikten filmlerden, korkulardan, aşktan, Enver Paşa’dan, Galatasaray’dan, edebiyattan, mimariden, gece acıkıldı mı ne yemek gerektiğinden, konuşmak istediğimiz ne varsa, her şeyden sohbet ettik.
Uzun bir süre hiç susmadan konuştuk.
Konulardan konulara çok süratli ama inanılmaz bir ahenk içinde aktık.
Bir dinleyen olsa biraz tuhaf gözükecek olsak da biz çok eğlendik.
Bana harika şeyler anlattı…
O bunu her defasında yapar zaten, hiç bilmediğiniz, hiç ummadığınız, hiç düşünmediğiniz bir şey anlatır birden bire.
Sözün bir yerinde Refik Halit’ten bahsetti.
“Kitaplarına sansür uygulandığını anlatan harika bir kitap var, onu okumalısın” dedi.
Sonra devam etti “Güzel Türkçe denince çok önemli adamdır Refik Halit, yanına bir de Ahmet Rasim’i koyarım, ben bunların yanında Maskeli Süvari filminden kaçmış Kızılderili çocuğu gibi kalırım.”
“Maskeli Süvari ne kötü filmdi” dedi sonra… “O Kızıl derilinin adı Tonto’dur , Jonny Deep’i Tonto yapmışlar bu sefer, işi tersine çevirip bir numara yapmak istemişler ama olmamış. Don Kişot’un Sancho’su gibidir Tonto Maskeli Süvarinin yanında” diye anlatmaya devam etti.
Refik Halit’in Koca Öküz hikayesini Mehmet’in çekmek istediğini ve üzerine çalıştığını biliyordum.
Koca Öküz’den bahsettik sonra.
Tekrar Refik Halit’e döndük.
Sürgünden konuştuk.
“Yaşama gücüyle 15 yıl sürgünde direnmiş bir adamdır Refik Halit” dedi. “150’liklerdendi.”
“Atatürk Refik Halit’i çok beğenirmiş , sürgündeyken ‘dön Atatürk seni affetti’ derler ama inanıp dönmez, 1938’den sonra dönüyor İstanbul’a.”
Sonra “Ahmet de bunu anlatmıştı ya da yazmıştı” dedi “Piyanoya Çivi Çakmak, Refik Halit’in harika bir yazısıdır.”
Babamın bunu bana da anlattığını hatırladım o an.
“Piyanoya Çivi Çakmak şimdi yine yazılabilir” dedim, “hiç bir şey değişmedi sanki…”
Gerçekten de sanki Yirminci Yüzyıl hiç yaşanmadan bu topraklardan geçip gitti, 21. Yüzyıl da öyle olsun diye elimizden geleni yapıyoruz toplumca.
Güya cumhuriyeti kurduk, güya demokrasiye geçtik, güya evrensel insan haklarını benimsedik, güya inanca saygılıyız, güya hukuk devletiyiz, güya insanız ama bugün bu ülkenin sorunları hala aynı yerinde duruyor.
20. Yüzyılın başında bir padişah vardı, arada on padişah oldu şimdi tekrar bir padişah.
Abdülhamit de hukuka inanmıyordu şimdikiler de inanmıyor.
Geçen yüzyıl da gazeteciler öldürüyorlardı şimdi yasaklanıyor…
Geçen yüzyılın başında Refik Halit “piyanoya çivi çakıyorlar” diye yazıyordu, bu yüzyılda da hoyratlık ve sanat düşmanlığı aynı şekilde sürüyor.
Derin ve yakıcı bir küçümseme geldi bunları düşünürken içime.
Nice iyi sanatçı çıkarmış bu topraklar, Yunus Emre’den bu yana nice değer gelip geçmiş ama bu hoyratlık, bu sanat düşmanlığı hep sürmüş ülkeyi yönetenlerde.
Hep sanatçılara boyun eğdirmeye çalışmışlar, hep sanatçılara acı çektirmişler.
Bu ülkenin siyasetine baktığınızda hep aynı yetersizliği, aynı sanat düşmanlığını görüyorsunuz.
Sanat dünyasına doğru döndüğünüzde ise umutlanıyorsunuz.
Mehmet Güreli ile konuşmak beni umutlandırdı, sevindirdi.
Mümkün olsa da her gün on beş dakika bir televizyon kanalında sanattan, edebiyattan, müzikten, sinemadan konuşsa Mehmet Güreli, duyguları, sanat tartışmalarını kışkırtsa...
On beş dakikalığına, başka bir ülke olsak onun anlattıklarıyla.