Önce öldürelim sonra barışırız...
.
Vatan Haber
1 Mayıs görüntülerini izlediniz değil mi? Olayları takip ettiniz.Kiminiz belki de biber gazının tam ortasında kaldınız, kiminiz bir sevdiğiniz için endişelendiniz bütün gün, kiminiz maç seyreder gibi taraf tuttunuz, kiminizse hiç bir şeyden haberdar olmadan başka bir hayatın cennetindeydiniz belki de...
Ama hangisi olursa olsun, yani bizim ne yaptığımıza bağlı olmayan büyük bir gerçek çıktı ortaya.
Bizler zekanın ve demokrasinin çok uzağında çadırlar kurmuş ilkel bir kabilenin insanları gibiyiz.
Geleneğimiz böyle.
Bu ülkede hangi mazlum grup iktidarı ele geçirdiğinde diğerlerini şiddetle ezmiyor? Şiddetle ezmeyi savunmuyor?
Kim demokrasiyi ve hukuku sadece kendisi için değil herkes için istiyor?
İşte dünün mağduru olan AKP’nin hali. İstanbul’u cehenneme çevirdiler.
Valisi, gaz bombasıyla vurulan genç kız için “örgüt üyesi” diye açıklama yapıyor.
“Öldürelim” öyleyse.
Kafatasını parçalayalım.
Gücümüz yetmeyene kadar öldürmeyi sürdürelim.
Sonra barış yaparız.
Gücümüzün yetmediğiyle barışır sonra gücümüzün yettiklerini öldürmeyi sürdürürüz.
PKK ile barış yapmaya hazırlanan bir iktidarın valisi, genç bir kızı kafasından vurmayı haklı gösterebilmek için “örgüt üyesiydi” diyebiliyor.
Barış anlayışı bu.
Demokrasi olmadı mı, kimin ne yapacağını, bayramı nasıl kutlayacağı siyasi iktidarın keyfine bıraktın mı sonuç bu oluyor işte.
Demokrasi sözcüğünden korkanların yaşadığı bu ülkede, 1 Mayıs’ta yaşananlar demokrasi olmamasının ne anlama geldiğini herkese göstermiştir sanırım.
Demokrasi, güçsüzü korumak için var.
Güçsüzü koruyan bir düzen kuramazsan toplumsal barışı da bu ülkeye getiremezsin.
“Barış” diye bağırırken en büyük kentini savaş alanına çevirirsin.
“1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak şart mı” diyebilirsiniz şimdi, şart değil.
Peki, “sadece benim dediğim biçimde kutlayacaksınız bayramı” demek şart mı?
Taksim sadece bu ülkenin iktidarlarına ait bir alan mı?
Oraya kimin gidip gidemeyeceğine siyasi iktidarlar mı karar verecek?
Taksim’de çukur varmış, oraya giderlerse çukura düşerlermiş.
“Çukura düşüp bir yerlerini kırmasınlar diye biz onların kafasını kıralım.”
Ne mantık.
Ne barışçı bir mantık.
Askerler iktidara geldi “Taksim bizim” dedi, dindarlar iktidara geldi, “Taksim bizim” dedi, bir başkası iktidara gelse o da “Taksim benim” diyecek.
İktidar olmayı padişah olmak sanıyor hepsi çünkü.
Sadece Taksim değil bütün bu memleket hepimizin, siyasi iktidarların görevi de bu memleketin her yerine, her istediğimizde güvenlik içinde gitmemizi sağlamak.
Biz böyle bir iktidar hiç görmedik.
Askeri, dindarı hiç fark etmiyor.
Bu ülke böyle acıları hep yaşadı, hep yaşayacak, genç kızlar hep vuruldu, hep vurulacak.
Ta ki bu ülkeye demokrasi gelene kadar.
Gerçek bir demokrasiyi kurana kadar Ceylan’ın yanına Dilan’ın da resmini ekler, vurulan kızlarımızın resimlerini “vahşet müzemizin” duvarlarına asarız...
Yaşaşın barış geliyor!