Ne güzeldi o kasaba…
.
Vatan Haber
Benim çok sakin bir arkadaşım var.
Hayatı olduğu gibi kabul etmeyi her defasında şaşırarak izlediğim bir sükunetle başarıyor.
Onu neredeyse hiç bir şey öfkelendirmiyor…
Hiç kimse kırmıyor…
Hiç birşey çaresiz hissettirmiyor…
Hayat ona göre, ona ‘karşı’ hiç olmuyor.
Herşey normal.
Hatta o kadar normal ki, bizlerden birinin başına gelse öfkeden kulaklarımızdan duman çıkartabilecek bir olayı o en sakin haliyle ve onunla ilgili değilmiş gibi anlatıyor.
Şaşkınlıkla ama büyük bir hayranlıkla izliyorum onu.
Geçen gün yine ben heyecanlı heyecanlı hayatın tatsız yanlarından bahsederken, o “Ücra kasabaları merak eder misin hiç?” diye sordu bana.
Sonra da ekledi “oradakiler çocukları öldüğünde ‘bizim oğlan öldü’ diye anlatırlar, sonra da durur başka bir şey anlatırlar… Canları acımadığından değil, canlarının yanmasını hayatın bir komplosu olarak algılamadıkları için olduğu gibi kabul etmelerinden böyle anlatırlar”dedi.
“Oraları merak etmelisin hatta oralara bi gitmelisin” dedi sonra o sakin sesiyle.
Yol boyu sustum.
Bunu düşündüm.
Yoksa dertlerimizin çoğu şehirli insanın egosundan kaynaklanan uydurma dertler mi diye.
Bilmem siz o kasabaları, o köyleri merak eder misiniz?
Oralarda hayat daha farklıdır.
Büyük kentlerde ne olup bittiği, oralarda insanların neler konuşup neler tartıştığı “kahvedeki amcalardan” başkasını pek ilgilendirmez genellikle.
Büyük şehirlere kıyasla daha küçük, daha dar ama daha sahici bir hayat yaşanır sanki oralarda.
Herkes herkesi tanır, herkes herkesi bilir, kimse her gün yeniden kanıtlamaya uğraşmaz kendisini, kimse olduğundan başka biriymiş gibi davranmaya çabalamaz.
Herkes neyse odur.
Ben severim böyle hayatları.
Oralarda hayatın gerçeklerine daha sık rastlarsınız çünkü.
Şehirdeki yapaylıkların çoğu yoktur orada.
İnsanlar birbirlerini severler, birbirlerine kızarlar ve beraber yaşarlar.
Bu sahicilik nefes aldırır insana.
Arkadaşımın dediği doğru galiba, dertlerimizin çoğunu onları bize karşı yapılmış komplolar olarak gördüğümüz için büyütüyoruz.
Aklımızda büyüdükçe büyüyorlar.
Her şey çok önemli bizim için.
Her şey dert.
Onlar kendi küçük kasabalarında oturup küçük, sıradan cümleleriyle konuşurken, bizler sehirde “neden hayat bu kadar kasvetli, ben kimim” türü dertlerimizle egolarımızı her gün biraz daha kabartıyoruz.
Bunları şehirlileri küçümseyelim, köylülerle kasabalıları önemseyelim diye söylemiyorum.
Kasaba insanlarının da bize benzeyen bir çok ‘kötü ve zayıf’ yanı vardır elbette ama sorun bizim onlardan güçlü gözükmemize rağmen onlara benzeyen güçlü yanlarımızın olmaması sanki.
Şehirlerde sahte bir şey var.
Hepimizi biraz sahteleştiren, sahte sorunlar yaratan bir sahtelik sızıyor sanki şehirlerin sokaklarından içimize.
Yanılıyor da olabilirim.
Ama yanılsam da…
Bazen o küçük kasabaların dingin sahiciliğini özlememe engel olmuyor bu yanılgı.