‘Mutluluk diye bir şey var ve ben onu istiyorum’ diyebilmek…
.
Vatan Haber
Biliyorum, dertler çok…
Sıkıntılar bitmiyor.
Canımız sıkılıyor…
Yorgunuz…
Bazen yeniğiz…
Bazen hayatın içinde küçücük bile yer kaplamadığımızı hissediyoruz…
Hayat hep başkaları için varmış gibi geliyor…
Peki, teslim mi olacağız?
Hayal kurmayacak mıyız?
Ani ve sebepsiz sevinçlere inanmayacak mıyız?
Bir daha denizde hiç taş kaydırmayacak mıyız?
Ağaçlar altında öpüşmeyecek miyiz?
Bırakacak mıyız hayatın peşini böyle?
Belki de “Ne sevinci, ne mutluluğu, ne aşkı, ne ağacı, ne taşı, para mı var” diyorsunuz okuduklarınıza kızarak…
Benim sürekli umutlu, heyecanlı, mutlu olmamı sıkıcı bulan ve ben her heyecanlandığımda bana acıyarak, küçümseyerek bakan ama içinin de gittiğini bildiğim, çok sevdiğim huysuz bir arkadaşım, ne zaman ona hayatın güzelliklerinden bahsetsem, “insanlara bunları anlatma, onları kızdırırsın, parayla ilgili bir şeydir mutluluk” der.
Ben de ona kendimden çok emin “eğlenmek için para gerekir belki ama mutluluk için paradan başka şeyler lazım” derim.
‘Eğlenmek için paranın gerekliliğine bu kadar inanırsan, emin ol paran olsa da eğlenemezsin…’ diye eklerim…
Çok öfkelenir bana…
Hem söylediklerime kızar hem bu kadar keskin yargılar da bulunmama…
Para sadece eğlencenin çeşini artırır…
Paraları bizden fazla olanların kim bilir bilmediğimiz ne dünyaları vardır.
Ama o eğlenceler mutluluğu yaratamaz.
Her mutlu olan eğlenir ama her eğlenen mutlu olamaz.
Siz yine de, huysuz arkadaşımın dediği gibi bunlara inandığımı söylediğim için bana kızıp, paranın mutlulukla gerçek bir ilişkisi olduğuna inanıyorsanız size şunu söyleyeceğim:
Kendinizi özgür hissetmezseniz, hayatı yaşamaya korkarsanız, mutluluk için paraya ihtiyaç olduğuna inanırsanız, o parayı kazanmanız da, harcamanız da zor olur.
Ne parayı kazanacak enerjiyi, ne de o parayı harcayacak isteği bulabilirsiniz.
Parasızlığın neler yapabileceğini biliyorum…
Hayallerin sınırını dar tuttuğunu, başkaları hayatın keyfini şeftali ısırır gibi iştahla çıkarırken seni nasıl kenarda bıraktığını, okul masraflarını hesap ettirdiğini, insanları akşamları eve başı eğik, yorgun döndürdüğünü, arkadaşının aldığı yeni bir şeyi hiç duymazmış gibi içi ezilerek dinlediğini, borç aramanın o yaralayıcı acısını, sevgiliyle çılgın bir gece bile plânlayamamanın burukluğunu, mutlu hayatın hep ve daima ulaşılmaz olmasının ağır kasvetini biliyorum.
Ama mutluluğu da biliyorum.
Mutluluğun parayla değil “paylaşmakla” bir ilgisi olduğunu da biliyorum.
O insanla paylaşmaktan duyduğun zevk, paylaştığın şeyin verdiğinden daha fazla zevk veriyorsa, mutlusun demektir.
O insanla paylaştığında, paylaştığın “sıkıntı” önemsizleşiyorsa, çözümlenir görünüyorsa, hafifliyorsa, mutlusun demektir.
Paylaşmaktan zevk aldığın biri yoksa en büyük eğlencelerin ortasında bile mutsuz, paylaşmaktan zevk aldığın biri varsa en büyük sıkıntıların ortasında bile mutlu olabilirsin.
Bu paradan her zaman daha önemli gelir bana…
Sıkıntıların, acıların bizi çepeçevre sardığının farkındayım elbette ama bütün bunların ortasında bile bir “mutluluk” adası olabileceğine de inanıyorum.
Mutluluğu “paraya” bağlayıp “mutsuzluk” manastırına kendini kapatarak çile çekenlerin hayat karşısındaki yenilgilerine üzülüyorum.
Mutluluğa inandığımız sürece sıkıntıları yaratanlarla savaşacak gücü de, paraya ve parasızlığa teslim olmayacak direnci de bulacağımızı sanıyorum.
Çünkü mutluluğa inananlar, sonuna kadar mücadele eder, o mutluluğu ve “paylaşacak” insanı arar, insanların mutluluğunu sıkıntılarla zorlaştıranların karşısına dikilmekten kaçınmaz.
Asıl bundan vazgeçtiniz mi yenildiniz demektir.
Yenilgiyi, savaşmadan neden kabul edelim peki?
“Mutluluk diye bir şey var ve ben onu istiyorum”….
Bunu dediğimiz sürece umut da sürer, kavga da…
Ve bunu söylediğinizde öyle kolayından da yenilmezsiniz hayata.
Ve bilirsiniz ne kadar huysuz olurlarsa olsunlar aslında direnenler de inanır mutlu hayata…