'Meyveler çiçeklerin umdurduğundan da güzel'
.
Vatan Haber
'Zamanı anlamak için çiçeklere bak.’
Annem söyler bunu.
“Mevsimlere bakma, çiçeklere bak zamanı anlamak için.”
O yüzden ben erken açan manolyaya kanıyorum yine bu bahar.
Ve dilimde François Villon’un o unutulmaz dizesi.
Kelebeğin Rüyası şaiirleri hazır hayatımıza sokmuşken ben de yeniden François Villon’u hatırlıyorum çiçeklerin açtığı bu bahar...
15. yüzyılda yaşamış bir Fransız şair.
Ama büyük bir şair.
Eleştirmenlerin çoğu modern şiir çağını Villon’un başlattığını söylüyor.
Fakir bir ailenin çocuğu olan François’yı bir papaz büyütüp okutmuş.
Büyürken serserilerle soygunlara karışan Villon bir taraftan da en iyi şiirlerini yazmaya başlamış.
Bir yandan yağmalara, soygunlara karışıyor bir yandan hanlarda, meyhanelerde şiirler okuyormuş.
Anlaşılması zor, hem ürkütücü, hem çekici bir karanlıkla kaplı hayatı.
Belki de o insanların bu çelişkileri yüzünden biyografilerini okumaktan hoşlanıyorum ben.
Başka hayatlarda dolanmaya
seviyorum.
Başka hayatların karanlığından ışığına, ışığından karanlığına geçmeye, gölgelerinin arasında kaybolmaya
bayılıyorum.
Bir ara hapise girmiş Villon, o karanlığı yüzünden…
Sonra XI. Louis’nin tahta geçmesiyle ilân edilen genel afla çıkmış.
Ve yeniden eski hayatına dönmüş, yağma, kavga, soygun ve güzel şiirler...
İki yıl sonra handa çıkan bir kavgada, bir adamı öldürmüş.
İdama mahkûm olmuş.
O sıralar 32 yaşındaymış.
Şiirleri göz önünde bulundurularak cezası sürgüne çevrilmiş.Ve ortadan kaybolmuş.
Bu kadar karanlık, belalı bir hayatın içinde bu kadar güzel şiirleri yazmasını nasıl becerdiğini kimse anlayamamış.
“Gözyaşlarıyla gülen bir şairdi” derlermiş onun için.
Ölümle hayatın birleştiği incecik çizginin üzerinde korkusuzca dolaşırken şiir yazmayı hiç bırakmamış François Villon.
Ve o ümidini.
Babamdan bana yadigar Villon’un en o müthiş dizesi, “Meyveler çiçeklerin umdurduğundan da güzel.”
Çiçekler bize aldırmadan ama bizi umutlandırarak açıyor...
Ben çiçekleri hayatımın iki önemli kadınından öğrendim…
Annemden ve babaannemden…
Ben daha kendi adımı yazmayı bilmezken menekşeleri tanırdım babaannemin gözünden.
Pencerenin pervazında dizili küçük saksılar…
Fulyalardan sonra açar menekşeler… Çiçeklerin en kaprislisidir bana sorsanız..
Koyu mor yaprakları kibirlidir biraz.
Yaldız sarardı babaannem bodur saplarına onların.
Esrarengiz bir halleri vardır.
Tutsak düştüğü halde başını hep dik tutan bir kraliçe gibi…
Tam aşk çiçekleri değildir ama annemin zamanında sevgililer birbirlerine menekşe verirlermiş.
Zaman çiçeklerle geçiyor...
Yakında erguvanlar açaçacak…
Yine bahar geldi…
Hayatı şairlerden ve çiçeklerden
öğrenmenin en güzel zamanı.
Günler uzuyor artık...