Şampiy10
Magazin
Gündem

'Marko Paşa'dan bordrolarına yapışıp 'Korkuyoruz' diye bağıran yazarlara...

.

ABONE OL
Vatan Haber

Pazar günü Hasan Cemal’in yazısında okudum.

T24’ün Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın’ın yazısında sorduğu “Medyayı korkutan nedir? Para mı, iktidar mı?” sorusunu...

Uzun da bir alıntı yapmıştı Hasan Cemal, Doğan Akın’ın yazısından...

Aslında bu sorunun ve cevabının peşine takılmak istiyordum. Son günlerin giderek önem kazanan sorusu olduğunu düşünüyordum bunun...

Gerçekten, yayın organları Başbakan’dan mı korkuyorlar, para kaybetmekten mi?

Deniz Feneri gibi günlerdir, aydınlıkta olmasa bile karanlıkta iyice parlayan bir mevzuu görmezden gelmelerinin sebebi ne olabilir?

Bu konuyu yazarlarsa başlarına ne gelir?

Başbakan’a ayıp mı olur, Başbakan para kazanmalarını mı engeller?

Yoksa ne yazılıp yazılmayacağını zaten iktidar mı belirliyor?

Başbakanı asla eleştiremeyen gazetelerin gündemleri iktidar tarafından mı belirleniyor?

***


Ama Doğan Akın’ın yazısını okumaya başladıktan sonra zihnimdeki bu sorular yerini Sabahattin Ali’ye bıraktı.

Çok yenilerde kızı Filiz Ali’nin Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabını okumuştum.

“Filiz Hiç Üzülmesin... Sabahattin Ali’nin Objektifinden Kızı Filiz Ali’nin Gözünden Bir Yaşam Öyküsü” yazıyordu kitabın üzerinde...

Hemen almıştım.

Sabahattin Ali, birçoğumuzun bildiği, birçoğumuzun da bilmeden tanıdığı şair yazarlardan aslında...

O kadar çok bestelenmiş şiirini dinledik ki:

- Aldırma Gönül (Edip Akbayram)

- Leylim Ley ( Zülfü Livaneli)

- Geçmiyor Günler (Ahmet Kaya)

- Çocuklar Gibi (Sezen Aksu)

- Kız Kaçıran (Ahmet Kaya)

- Kara Yazı (Ahmet Kaya)

- Dağlar/Dağlardır Dağlar (Sezen Aksu)

- Göklerde Kartal Gibiydim (Volkan Konak)

Romanlarını “seyrettik”:

Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna...

Ne kadar iyi tanıyormuşuz aslında, değil mi?

Filiz Ali de babasını, hiç bilmediğimiz bir Sabahattin Ali’yi anlatmış bize...

Babasını kaybetmiş kızların acıları, diğer tüm acılardan farklı sarsar beni...

O hikâyelere hiç farkında olmadan dikkat kesilirim çoğu zaman.

***


Ama Sabahattin Ali’yi sadece babasını kaybetmiş bir kızın acısının merceğinden merak etmek haksızlık olur doğrusu...

Doğan Akın şöyle yazmış yazısında:

“Marko Paşa’yı bilir misiniz?

Marko Paşa, tek parti iktidarının bir avuç solcu aydın ve sanatçıya göz açtırmadığı 1940’ların efsane dergisidir.

Sahipleri ve yazarları Aziz Nesin’ler, Sabahattin Ali’ler, Rıfat Ilgaz’lardır.

Derginin çıkarılması için gereken bin lirayı, Milli Eğitim Bakanlığı’nda kızağa çekilen Sabahattin Ali koyar.

Aziz Nesin matbaada bütün sayılarını tek tek kendisinin katladığı dergiyi hiç bir bayi kabul etmeyince Eminönü’nde, Taksim’de “Marko Paşaaa, Marko Paşaaa” diye bağırarak satış yapar.

Ve üç bin satması planlanan Marko Paşa kapışılır, ilerleyen sayılarda tiraj 70-80 binlere çıkar, taklitleri çıkarılır.

Marko Paşa önce Merhum, sonra Malum Paşa oldu.

Paşa’yı bilir misiniz?

Sık sık toplatılan Marko Paşa, adındaki ‘Paşa’ sıfatı üzerinden İsmet Paşa ile alay edildiğine de takılıp kapatılınca ‘Merhum Paşa’ adıyla yayımlanır. ‘Toplatılmadığı zamanlar çıkar’ ifadesi yerleştirilen logosunun altından itibaren rejim baskısına karşı savaşarak... Merhum Paşa da kapatılır.

Ancak avcı ne kadar iz bilse de, avı o kadar yol bilmektedir.

Yine öyle olur, sıra ‘Malum Paşa’ya gelir! ‘Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar’ diyerek savaşa devam edilir.

Nihayet ‘Malum Paşa’ da malum akıbete uğrar. Nöbeti ‘Yedi Sekiz Hasan Paşa’ devralır.

Sonraki nöbetlerde ‘Hür Marko Paşa’, ‘Bizim Paşa’ ile ‘Ali Baba ve Kırk Haramiler’ olacaktır.

Marko Paşa ve takma isimle çıkan diğer edisyonları, zengin bir içerik, büyük bir cesaret ve çıkarsızlıkla tek parti iktidarına karşı muazzam bir muhalefet yürütür.

Velhasıl iktidarların medyaya baskısı ne yeni bir heves, ne de Türkiye’ye özgü bir hastalıktır.”

***


Filiz Ali de kitabında Marko Paşa yıllarını “Sonun Başlangıcı” adını verdiği bölümde anlatmış.

1946 yılları...

1. sayıyı 6000 adet basmışlar kendileri dağıtmışlar.

8. sayıyı da 34.000 basmışlar.

1947 yılına gelindiğinde, 43.000 adet basılır ve Aziz Nesin’in yazdığı bir yazıdan dolayı Sabahattin Ali hapse girer.

Kitabın ismi de buradan geliyor işte...

O dönem hapishaneden eşi Aliye’ye yazdığı mektupta “Üzülecek bir şey yok. Her şey düzelir... Filiz hiç üzülmesin” diye yazar Sabahattin Ali...

Ama Filiz üzülür.

***


Baskı bu ülkede hep vardı, o açıdan değişen bir durum yok.

Sadece parasızlıktan, işsizlikten, hapisten korkmayan yürekli insanların sayısı azaldı.

Onun için etraf “Korkuyoruz” diye bağırıp, maaş bordrolarına sıkı sıkıya yapışmış yazarlarla dolu.

***


Divan Otel’deki kurbağa bacağı

Yarın, Elmadağ’daki Divan Otel üç buçuk yıl süren yenileme çalışmalarından sonra yeniden açılıyor.

Bu, sizi hiç ilgilendirmiyor mu yoksa çok mu sevindirdi bilmiyorum ama benim için özellikle çocukluğuma ait önemli anıların pek çoğunu hatırlattığı için çok heyecan verici...

İlk hatırladıklarımdan biri, dedemin beni oraya yemeğe götürmesi ve benim için kurbağa bacağı ısmarlamasıydı.

“O güne kadar bir kurbağa bile görmemiştim” diye abartabileceğim kadar heyecanlanmıştım dedem bunu yaptığında...

Yemeği garson masaya benim önüme bıraktığında, kendimi büyük bir kadın gibi hissetmiştim.

İlk aklımdan geçen, büyümenin güzel bir şey olduğuydu.

Büyümekten, dedem bile olsa bir erkekle yemeğe çıkmaktan, şıklıktan, yeni şeyler öğrenmekten çok hoşlanmıştım.

Bunu arkadaşlarıma anlatmak istemiştim.

Daha o “an”ı yaşarken “anı”m olmuştu bile o kurbağa bacakları...

Tavuk kanadı gibi beyaz etli ince kemiklerdi gelen...

Sevmiştim.

Şimdi o eski, belki de ilk kez kendimi “büyük biri” gibi hissettiğim yer, yenilenmiş şekliyle yeniden açılıyor.

56 yıl önce, Ankaralı Vehbi Koç işleri için çok sık İstanbul’a gelir, kalacak yerle ilgili sorun yaşarmış.

Apartman yaptırmak için aldığı bu arsaya bir otel yaptırmaya karar vermiş o yüzden...

İsminin ne olacağı konusunda da edebiyat ve sanat dünyasından 28 kişiye mektup göndererek isim önerisi istemiş.

28 kişiden 21’i cevap vermiş bu mektuba...

Sanat eleştirmeni Fikret Adil ile gazeteci Ömer Sami Coşar otelin isim babaları olmuş.

İsminde, edebiyata yakın gazetecilerin izi bulunuyor anlayacağınız.

Bilmiyorum bundan mı ama otel de birçok ünlü gazetecinin uğrak yerlerinden olmuş.

Acaba menüde hala kurbağa bacağı var mıdır?

Varsa gidip yiyeceğim.

İlk yediğimde kendimi “büyük” gibi hissetmiştim şimdi sanırım bu yemeği ısmarladığımda kendimi “çocuk” gibi hissedeceğim.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Olanı sevmek...
  2. “Akrep gibisin kardeşim”
  3. Yazarımız rahatsızlığı nedeniyle bugünkü yazısını yazamamıştır.
  4. Acılar usta, bizler çırağız...
  5. “Bırakın doğa size dadılık etsin”
  6. Bu kış hayat ağır geldi...
  7. Yalan söylüyoruz!
  8. Bu hayat, siz böylesiniz diye böyle!
  9. Biz herşeyin iyi olmasını istemiştik...
  10. Kim öldürüyor bizi?

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.