Kürt sorunu mu önemli yoksa Haberal sorunu mu?
.
Kürt sorunu her çözüme yaklaştığında bu ülkede tuhaf şeyler oluyor.
Bu ülkede ne zaman demokratikleşme adına iyi bir şey olsa mutlaka ardından bir sorun yaşanıyor zaten...
Cengiz Çandar’ın raporundan ve Karayılan’ın açıklamalarından, hükümetle Apo ve devletle Apo arasındaki görüşmelerde alınan yolun büyüklüğünü ve insanı umutlandıracak bir ilerlemenin varlığını gördük...
İşte tam o sırada sanki ilerde kullanılmak üzere hazırlanmış ‘bomba’yı patlatıyor birileri...
Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülüyor.
Kürt hareketi ile Hatip Dicle arasında güçlü bir bağ var, Kürtlerin hakkı için hapishanelerde yatmayı göze almış, onların değer verdikleri, önemsedikleri figürlerden biri.
Ortalık karışıyor.
BDP, Meclis’i boykot ediyor.
“Olur mu olmaz mı, doğru mu yanlış mı?” derken, CHP’den milletvekili seçilen Haberal ve Balbay’a da tahliye kararı çıkmıyor.
Onlar milletvekili olabiliyor ama hapishaneden çıkamıyorlar.
CHP “O iki arkadaşımız olmadan yemin etmeyiz” diyor.
Meclise geliyorlar ama yemin etmiyorlar.
Yemin etmiyorlar ama birbirlerini tekzip edecek açıklamalar yapıyorlar.
Ve gazeteler, köşe yazıları, televizyonlar bunlarla doluyor, üstelik çok önemli mevzuları konuştuklarına çok emin, kendilerine güvenle uzun uzun anlatıyorlar.
Kürt sorunu nasıl çözülür, Tayyip Erdoğan ne yapacak, PKK dağdan inecek mi... Her şey unutuldu bile sanki yine...
Varsa yoksa Haberal...
Hatip Dicle ve Mustafa Balbay bile unutuluyor sanki...
Haberal, Türkiye’nin tek sorunu haline geliyor.
Türkiye’nin tek ve en önemli sorunu Haberal mı gerçekten?
Birdenbire Kürt sorununun bile önüne geçen bir Haberal sorunumuz oldu.
Üstelik Kılıçdaroğlu, “Haberal’ın tahliye edilmemesini büyük bir sorun yapmayacaklarını” söylemişti daha önce, “Yargıya saygı gösteririz” demişti.
Şimdi biri bana söylesin, biz bu saçmalığı niye yaşıyoruz.
“Tutukluk süresinin uzunluğunu” dert ediyorsa CHP, bugün hapishanelerde yatanların yarısından fazlası “tutuklu” yatıyor, niye CHP bugüne dek bunu hiç mesele yapmadı?
Dertleri “özgürlük” ise, yasalarımız “özgürlükleri kısıtlayan” maddelerle dolu, CHP bunları niye hiç mesele yapmadı?
CHP, neden bir Ergenekon sanığının durumunu Türkiye’nin en önemli sorunu olarak koyuyor toplumun önüne?
Bu işleri benden çok daha iyi bilenler var tabii ama benim aklıma gelen, Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorunuyla Ergenekon sorununu” birbirine bağlamaya çalıştığı...
Tam Dicle’nin durumu tartışılırken BDP boykotunu CHP’nin de taklit etmesi, Kürt sorunuyla ilgili atılacak her “olumlu” adımdan Ergenekon’a da pay çıkarmak arzusu sanki.
“KCK davasından hapiste olan binlerce Kürt politikacı serbest kalacaksa Ergenekon sanıkları da serbest kalsın” mesajı gönderiliyor gibi geliyor bana.
Haberal konusunun Kürt sorununun önüne geçmesini başka türlü açıklayamıyorum.
Haberal sorununu Kürt sorunundan daha öncelikli bulan bir ana muhalefet partisinin siyasi kaderi ne olur, onu hiç bilmiyorum.
Bildiğim tek şey...
Şu yaşadıklarımızın akla ve mantığa uymadığı...
Ve, tam çözüme yaklaşılırken Kürt meselesini toplumun gündeminden uzaklaştırdığı.
Türkiye’yi çatılardan yorumlamak
Dergi karıştırmayı, dergi reyonlarının önünde vakit geçirmeyi, içlerinden bir çoğunu alıp eve getirmeyi, ayaklarımı uzatıp onları okumayı çok seviyorum.
Ve bunu çok sık yapıyorum.
Bu aralar mimarlık tasarım dergilerine meraklı oldum.
Mimarinin hayatımızı nasıl belirlediğini bu dergilere baktıkça anlıyorum.
Mimari ve moda arasında bile bir ilişki olduğunu, bunu anlatan makaleleri okurken öğreniyorum.
Sanatın ve bilimin içiçe geçtiği, insanı heyecanlandıran bir alan, mimari...
Geçen gün Onduline‘nin hazırladığı Bünyamin Aygün‘ün fotoğraflarını çektiği Türkiye’nin Çatıları kitabına bakıyordum. İl il dolaşıp pek çok çatı fotoğrafı çekmişler.
Çatı, mimaride önemli bir parça.
Türkiye’ye çatılarından bakmak... Çok etkileyici bir proje olmuş.
Çok ilgi çekici fotoğraflar vardı kitapta.
Neden bu denli heyecanla baktım kitaba? Çünkü çok yeni, Yapı dergisinin Haziran sayısında Ekolojik Mimarinin Etkisi ile Değişen Çatılar başlıklı bir makale okumuştum.
Dünya küresel ısınmaya karşı verdiği mücadeleden biz Türklerin haberi bile yok gerçi ama olsun... Çatılar, bahçe ve yeşillik haline getiriliyormuş.
Giderek betonlaşan şehirler güneşten gelen enerjiyi yutuyor, gece depoladıkları enerjiyi yansıtıyorlarmış.
Bunun sonucunda da su kaynakları azalıyor ve ısı farkları doğuyormuş.
-Yeşil çatılar, çatılara kurulan bahçeler, binanın enerji performansını, hava kalitesini ve kent ekolojisini iyileştiriyormuş.
-Ayrıca kışın binanın ısınma sorununu da azaltıyorlarmış.
-Su tasarrufu yaratıyormuş.
-Yeşil çatılar atmosferde olan toz zerrelerinin filtre edilmesine katkıda bulunuyormuş.
New York’taki Rockfeller İş Merkezi yan yana beş bina yeşil çatıymış.
Japonya’da Across binası, Kaliforniya’da Kiser İş Merkezi...
Bizde de Kanyon Alışveriş Merkezi, Meydan Alışveriş Merkezi (Ümraniye), Forum Alışveriş Merkezi ve özel bir telekomünikasyon şirketi Ar-Ge çatısı yeşil çatıymış.
Sonra döndüm tekrar il il Türkiye’ye çatılardan baktım.
Ne mi düşündüm?
Üzüldüm...
Konuşan araba ile yarışan yeşillik!
Ford Focus otomobilinin test sürüşü için Şile’ye gittim.
Test sürüşü için seçtikleri güzergah Şile’nin köyleri arasından geçiyordu.
Sessizliğe ve yeşilliğe hayran kaldım.
Daha önce oraları görmemiştim.
Mudarlı’da caminin yanındaki kütüphaneye bayıldım.
Mudarlı Kütüphanesi diye kocaman bir levha vardı üzerinde.
Ulupelit Köyü... O çevrenin en pahalı ve tercih edilen köyüymüş.
En yüksek köy olduğu için, arsa fiyatları da oldukça yüksekmiş buralarda.
En rağbet gören, diğerlerine göre daha gelişmiş köy burası...
İstanbul’a bu kadar yakın, bu kadar yeşil, bu kadar temiz havası olan bir yer bulduğuma çok sevindim.
Bir saatte çok rahat o yeşilliğin içinde kendinizi bulabilirsiniz.
Ford Focus’u kullanırken ileri sürüş teknikleri dersi veren bir hoca bana eşlik ediyordu.
Ben yeşilliğe şaşırdıkça, o “Lütfen elleri dokuz on beş tutalım” diyordu.
Ben sessizliğe hayran oldukça, o “Lütfen ayağı debriyajdan çekelim” diyordu.
Sonunda dayanamadı hoca ve “Bu arada çok yakında Ford Focuslar konuşacak, mesela, araba birkaç defa yalpaladı ya da çok sık şerit değiştirdiniz, ‘Lütfen bir kahve molası verin’ diyecek. Siz şerit değiştirmek isteseniz bile o kontrolü devralacak sizi en sağ şerite alacak” dedi.
İşte o an “Tamam, kabul ediyorum, yeşillik kadar beni etkileyecek birşey buldunuz” dedim.
Ve düşündüm ağaçlar mı konuşan arabalar mı?
Hangisi sizsiniz?