Kendini tanımak istiyorsan kendi sözlerine bak…
.
Yalandan en çok yalancılar, günahtan en çok günahkarlar, ihanetten en çok hainler korkuyor…
Ben böyle olduğuna neredeyse eminim.
İnsan, başkasına baktığında önce en iyi tanıdığı zaafları görüyor, kendindeki zaafları. Eğer insanlarda eksikler, yanlışlar, günahlar görüyorsak sanırım bu her defasında herkeste kendimize çarpmamızdan…
O yüzden başkasından istiyoruz dürüstlüğü, sadakati, iyi kalpliliği…
O yüzden hep dürüstlükten, ahlaktan, sadakatten konuşuyoruz.
Gerçekten dürüst bir insanın, dürüstlük diye aklını taktırdığını hiç görmedim ben… Gerçekten sadık olanın karşısındakinden anlamsız yere şüphelendiğine pek rastlamadım.
Ben sürekli olarak “doğru insan olalım, dürüst olalım, sadık olalım” diyen herkesten korktum o yüzden.
Şüphe duydum… Başkasının ahlaksız olduğunu söyleyen kadınlara hep biraz acıyarak, biraz üzülerek baktım.
Günahın varlığına bu denli güçlü inancımız, günahkar olduğumuzu düşündüğümüz için değil mi çünkü?
Freud, kendimizde varlığını kabul edemediğimiz zaafları, suçları, günahları başkalarına yansıttığımızı söyler ya...
Taşıyamadığımız, içimizde saklamakta zorlandığımız zaafları başkalarına yansıtır, başkalarını suçlarız.
Aslında sahip olduğumuzdan kuşkulandığımız, belki gizlice sahip olduğumuzu bildiğimiz ama yüzleşmek istemediğimiz bozukluklarımızı başkalarında görmek, onları suçlamak bizi rahatlatır her defasında.
Bir insanın başkalarını neyle suçladığına bakarsak, genellikle o insanın kendisiyle ilgili sorunu da görürüz.
Sanat da bu konuyla yakından ilgilidir, bu konuda çok sayıda eser var bir çırpıda aklıma gelen… 12 Öfkeli Adam’ı izlemiş miydiniz? Tek bir odada, jüri odasında geçen, siyah beyaz bir film.
Bir cinayet sanığının suçlu olup olmadığı konusunda bir jüri üyesinin diğer on bir jüri üyesini ikna etme çabalarını anlatıyor.
Amerikan yasalarına göre jüri kararı suçlu ya da suçsuz oybirliği ile almalı.
Oybirliği ile alınmamış her karar jürinin kendini feshetmesi ve davanın yeniden görülmesi anlamına geliyor.
Jürinin karara bağlaması gereken konu, şehrin fakir bölgesinde yaşayan bir çocuk zanlının babasını öldürüp öldürmediği.
Bir jüri üyesi “suçsuz” geri kalan on bir kişi “suçlu” der çocuk için… Tek bir kişinin çocuğunun masumiyetine inanması filmin en etkileyici kısmıdır belki ama beni asıl etkileyen, çocuğun kesinlikle suçlu olduğunu söyleyen o jüri üyesiydi.
O adamın öfkesi.
Zaten filmin içinde de ortaya çıkar ki, çocuğun babasını öldürdüğüne en fazla inanan kişi, kendi çocuğuyla büyük sorunlar yaşayan bir babadır aslında…
Hayat aslında her defasında apaçık ortada aslında değil mi?
Belki de bu yüzden onu kabul etmekte zorlanıyoruz işte…
Geçen gün hiç beklemediğim bir anda Tayyip Erdoğan’ın sesi duyuldu radyoda…
Sanırım haberler başlamış ama ben duymamışım… O yüzden başını kaçırdım ama BM’ye Suriye’ye savaş açmaya yanaşmadığı için kızıyordu sanırım başbakan ve diyordu ki ‘üç beş adamın ağzından çıkanla yönetilen bir dünya adil olamaz.’
İnsan sadece kendine çarpıyor dışarıda işte… Neye aklını taktırdıysa onlara rastlıyor ve onları yargılıyor.
Erdoğan, kendisine yöneltilen suçlamaları aynen BM’ye yansıtıyordu.
Tıpkı sizin gibi, tıpkı benim gibi...
Bu Tanrının kurduğu en iyi oyunlardan biri bence… Çoğunlukla başkalarını suçlarken aslında kendimizle ilgili itiraflarda bulunuyoruz. Kendini tanımak istiyorsan kendi sözlerine bak.
Saklı olduğun yer orası çünkü…