Kendi hayatımıza bile yabancı gibiyiz...
.
Acının her türü korkutur bizi.
Neredeyse hayatımızın önemli bir bölümünü acılardan sakınabilmek için bir şeylerden kaçmakla geçiririz...
Sonunda belki acı vardır endişesiyle bize sunulan birçok zevkten kendi isteğimizle vazgeçeriz...
Dileğimiz acının varolmamasıdır.
“Keşke acı hiç olmasa” deriz...
Acı kaybolduğunda dünyanın nasıl bir yer haline gelebileceğini düşünmeyiz pek...
Çok ender rastlanan bir hastalık vardır, bu hastalığa yakalananlar hiçbir fiziksel acı hissetmezler...
Parmakları kopsa hiçbir şey duymazlar ya da ateşle yanıp kavrulsalar bunu fark etmezler ya da bir yere çarpsalar irkilmezler.
Acı duymadığı için kendini tehlikelerden sakınamaz bu insanlar.
Vücutları parça parça olur o yüzden.
Bizler de bugün ‘acısını’ kaybetmiş insanlar gibiyiz...
O yüzden her yanımız parçalanıyor ama fark etmiyoruz.
Gençlerimiz ölüyor, işçilerimiz ölüyor...
Acılarını duymuyoruz.
Acı çekmekten bu kadar korkarken acı çekmediğimiz için insanlarımızı kaybediyoruz.
Biliyorsunuz, insanlar, yaşadıkları anın sonsuz olduğuna, o gün kendileri nasıl yaşıyorsa, nelere inanıyorsa dünya kurulduğundan beri bütün insanların da öyle yaşadığına ve bunun dünyanın sonuna kadar devam edeceğine farkına varmadan inanırlar...
Kadın erkek ilişkileri, evlilik, aşk, devlet, asker, vatan bugün onlar için ne ifade ediyorsa , ebediyen insanlara da aynı şeyleri ifade edeceğini sanırlar.
Bu yanılgı, sanırım yokoluşa, ölümü de içinde taşıyan değişime karşı insanın kendini savunmak istemesinden kaynaklanıyor...
Ama ne yaparsak yapalım değişim, yenilikler ve ölüm hep hayatın içinde...
Ne kadın erkek ilişkileri, ne vatan anlayışı bundan yüzyıl öncesine benziyor artık...
İşin garip yanı, değişimi inkar etmeye çalışırken her gün değişiyoruz ve duygularımız hep bir önceki evrede kalıyor, değişimin hızına yetişemiyor...
Duygularımız ve inançlarımız hep bir adım geride duruyor...
Bilgisayarları avucumuzun içi kadar küçültebiliyoruz ama onu kullananlar olarak bilgisayarsız dünyanın duygularını yaşıyoruz hala...
Vatan millet anlayışı, bilgisayarlar ne kadar küçülürse küçülsün hep aynı kalıyor...
Kötülük, şiddet, riya, alçaklık hep aynı kalıyor...
Hayat canımızı acıtarak geçiyor, kavramlar değişiyor, üretim biçimleri farklılaşıyor, ilişkiler eski ilişkilere benzemiyor ama acıdan korkumuz hep aynı kalıyor.
Yeni yıl geliyor...
Her yer ışıklı, her yer renkli, her yer hareketli şu günlerde...
Bir cafede oturup insanları izliyorum.....
Her birini durdurup, o klişeyi tekrarlamak , ‘bugün geri kalan hayatınızın ilk günü’ demek istiyorum...
Bu gerçek, onları irkiltir mi ya da irkilseler bile hayatlarında neyi değiştirirler acaba diye düşünüyorum...
Acıdan korktuğumuzu, hayatlarımız içinde kıpırdayamaz hale geldiğimizi, parça parça olurken canımızın yanmadığını düşünüyorum...
Bizi uyaracak, irkiltecek, kendimizi sakınmamızı sağlayacak acıyı duymuyor, kendimizi de insanlarımız da feda ediyoruz...
Duygularımız değişimin hızına yetişemediği için hayatın sürekli kımıltısını hissedemiyoruz...
Hayatımızın acısını fark edemediğimiz için hazzını da fark edemiyoruz, değişimi hissedemediğimiz için değişimin tadına da varamıyoruz.
Yaşıyor ama kendi hayatımızı kucaklayamıyoruz.
Kendi hayatımıza bile yabancı gibiyiz.
Yeni bir yıl gelirken bütün insanların acılarını fark edebilmelerini diliyorum.
Hayatın, değişimin tadını ancak bu acıyı duyduklarında yaşayabileceklerine inanıyorum çünkü.