Karşınızdakini en gizlisine kadar anlamak vahşiliktir
.
Bunu söylediğimde çoğu arkadaşım direnir, kabul etmez.
Beni aldırmaz olmakla suçlarlar hatta...
“Karşınızda duranı en gizlisine kadar anlamak vahşiliktir” derim.
“Kimse o kadar anlaşılmak istemez aslında” diye düşünürüm.
Onlar sevgililerinin kendilerini anlamadığını söyleyip yakındıklarında, ağladıklarında, canları çok yandığında, onları teselli etmek için bunları söylerim ama kızarlar bana...
“Anlamak ve anlaşılmak önemlidir” derler.
Bense bir türlü anlamam bu tuhaf isteği...
Ben ne o kadar anlaşılmak, ne de o kadar anlamak isterim.
Hayatın çekiciliğinin sırlarına borçlu olduğunu düşünürüm.
Merak ederim tabii karşımdakini.
Ama onu, ruhunu çırılçıplak bırakarak en saklısına kadar anlamak istemem.
Sırların sır olarak kalması oyunu güçlendirir çünkü...
Herkes küçük ya da büyük, önemli ya da önemsiz bir sırdır başkası için...
Sonuna kadar anlaşılmak ya da anlamak ise oyunu bozar.
“Beni anlamıyor” sitemi bana her zaman biraz yapay bir sitem gibi gelir.
Bizi anlamasını istemeyiz aslında.
Bize anlayış göstermesini isteriz.
Kabalıklarımızı, küçük yalanlarımızı, tembelliğimizi, oyunlarımızı, sahtekârlıklarımızı anlayışla karşılasın.
“Beni anlasın” derken gerçekten bütün kusurlarımızı görüp anlamasını mı istiyoruz?
Hiç sanmıyorum.
Hiç birimiz o kadar da anlaşılmak istemeyiz.
Ben de sevmem o kadar anlaşılmayı...
Hatta bir ilişkide biri bana “Seni anlıyorum” derse korkarım.
Neyi anlıyor ya da neyi anladığını sanıyor diye.
Sorarım arkadaşlarıma:
“Göstermek istediğinizden daha fazla görülmek, anlatmak istediğinizden daha fazla anlaşılmak istediğinizden emin misiniz?”
Dürüst olanlar kahkaha atarlar:
“Tabii ki hayır, beni benim istediğim kadar anlasın.”
Her yerinizi saklarken birbirinizden, hiçbir şey gizlemiyormuş gibi davranmak, anlaşılmak istemek ikiyüzlülük gibi gelir bazen bana.
Bunu söylediğimde de kızar arkadaşlarım.
Ben de onlarla dalga geçerim, “Bak, anlıyorum seni, niye kızıyorsun ki” derim.
Gülmeye başlarız ve o önemli soru gelir kahkahaların ardından...
Gerçekten her şeyi saklarken birbirimizden niye bir de anlaşılamıyoruz diye yakınıyoruz?
Çünkü asıl yakındığımız şeyi açıkça söyleyemiyoruz.
“Benim kusurlarımı, eksikliklerimi anlayışla karşıla, onları görmezden gel” diyemiyoruz.
Görmesini değil, görmezden gelmesini isteriz.
“Beni anlamıyor” derken, “Benim kusurlarımı görmezden gelmiyor” demek isteriz.
Sırlarımızdan vazgeçmek değil niyetimiz.
Bütün o sırların ve onların nedenlerinin anlaşılması değil.
Tam aksine...
Onların görülmemesi, görülenlerin anlayışla karşılanması, sorgulanmaması.
Belki de ilişkileri en mahveden nokta burası, dürüstlüğü kutsarken hiçbirimizin gerçekten dürüst olamaması...
Oysa o kadar doğal, o kadar içten, o kadar dürüst olmadığımızı söylesek birbirimize, belki de çok daha fazla “anlayış gösteririz” birbirimize...
Öyle değil mi?
Birini en saklısına kadar anlamak, bilmek sarsar insanı...
En sonuna kadar bilinmek ürkütür...
İstemeyiz onu hiçbirimiz.
Bizi öyle anlayan biri olsa belki kaçarız.
Zaten onun için “Beni anla” derken aslında “Beni sakın anlama ama anlayış göster” demeye uğraşırız.