iPad 2 gelirken Kaddafi’nin gitmesi tesadüf olabilir mi? Olamaz...
.
Ben de herkes gibi dünyada neler olup bittiğini gazetelerden ve televizyonlardan izliyorum.
Tunus’ta, Mısır’da, İran’da, Libya’da neler olduğunu merak ediyorum.
İnsanlık tarihinin en hareketli dönemlerinden birini yaşıyoruz.
Bütün acılara rağmen şanslı bir kuşak olduğumuzu düşünüyorum, yüzlerce yıllık inançların, alışkanlıkların, tabuların yıkıldığı; yeni bir dünyanın oluştuğu çağa tanıklık ediyoruz.
Petrole sahip ülkelerin artık silah depoları, terörist yuvaları olmaktan çıkıp dünyaya ve bilgiye açık toplumlar haline geleceği bir dönemden geçiyoruz.
Artık savaşın bittiği, barışın ve bilginin tartışmaya açık olmayacak kadar net bir biçimde kazandığı yeni bir yüzyıl bu.
İnsanlığın bilinen tarihi 5000 yıl öncesine dayanıyor, bu tarih, insanların birbirini nasıl öldürdüğünü anlatan bir savaşlar dizisi aslında...
Savaşın insanlık tarihinin bu kadar temel unsuru olması tesadüf değil elbet.
Savaş, insanların bugüne kadar keşfettiği en kârlı işti.
Ama bugün 5000 yıllık insanlık tarihinin altına kalın bir çizgi çekiliyor.
Savaş artık kârlı değil, savaşmamak daha
kârlı...
Eskiden dünyadaki herkes düşmanken, şimdi düşman sandığını öldürdüğünde aslında senin malını alabilecek bir müşteriyi öldürüyorsun.
Teknolojinin ve bilginin geldiği noktada artık dünyaya kapalı bir toplum olarak yaşamak neredeyse imkânsız.
Herkes bilgisayar, cep telefonu, iPad almalı ki...
Dünya ekonomisi canlansın, bütünleşsin ve yeni buluşların önü açılsın.
Teknolojideki gelişmeleri okudukça bana dünyadaki gelişmeler tesadüf gibi gelmiyor...
Ortadoğu’daki gelişmeler, halk ayaklanmaları durduk yerde başlamadı herhalde...
Teknoloji, bütün ülkelerin aynı gelişme çarkının içinde bulunmasını zorunlu kılıyor.
Teknolojik gelişmeden kopmak dünyadan kopmak anlamına geliyor. Ki, artık toplumların buna ne tahammülü, ne de ihtiyacı var.
Kalın sınırlarla bir toplumu dünyanın geri kalanından koparmak mümkün değil.
Kapalı toplumlardaki bürokratik sultalar, ancak yasaklar olduğu zaman varolabiliyor.
Ama teknoloji, yasaklar ve kutsallıklar arkasına saklanan güçleri parçalıyor.
Ve dünyadaki yeni gelişmeler, eski hainleri kahraman, eski kahramanları hain yapıyor.
Dünyanın bütün ürettiklerini satmak için ihtiyaç duyduğu pazar, dünyanın bütünü...
Bölge, ülke, toplum ayırt etmeden yeryüzünün her yeri...
Savaş çağı sona ererken, bilgi çağında teknolojik devrimler yaşıyoruz.
Teknolojinin gelişmesi doğuda ve batıda resmi ideolojilerin zincirlerini kırıyor.
Bütün tanımları değiştiriyor.
Düşünsenize, ılımlı İslam ne demek?
O alabildiğine katı “yasak” ve “günah” tanımı değişmiş demek...
Para kazanacak ve harcayacak Müslümanlar demek...
İslam aleminde üretim zincirine kadınların katılması demek...
Yaşam biçiminin, hemen değişmese de ciddi biçimde esnemesi demek...
Dinler ve kültürler arası ilişkilerin kabûlü demek...
Dine dayalı düşmanlıkların bitmesi demek.
İslam, çağa uygun bir yeni yorum aramasa; kendi içine kapalı, her şeyin, en başta da “tüketmenin” günah olduğunu düşünen Müslüman dünya, teknolojinin herkesin hayatını değiştiren ürünlerini alır mı?
Dünya değişiyor.
Bütün insanlık gelişen teknolojiden payını alacak.
Hatta alıyor.
Dünyadaki ve Türkiye’deki tüm gelişmeleri ekonomi üzerinden okusanız hangi gelişmeye şaşırırsınız ki?
Ordunun gücünün azalmasına mı, Tayyip Erdoğan’ın dünya lideri olma koşusuna mı, bunları hiç anlamayanların zavallı gibi gözükmesine mi?
Size birşey söyleyeyim mi, iPad 2 çıkıyormuş.
Kaddafi zaten gidiyor.
İran da fazla direnemeyecek bence...
Sarkozy ekonomi planlarını anlatacak
Bugün Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Türkiye’ye geliyor. Sadece beş saat kalacak ve Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşecek. 19 yıl aradan sonra bu ilk cumhurbaşkanlığı düzeyine ziyaretiymiş Fransa’nın. Aslında bu ziyareti Fransa Cumhurbaşkanı olarak değil,
G-20 Ülkeleri Grubu Dönem başkanı olarak yapıyor Sarkozy. Fransa’nın
G-20 başkanlığındaki önceliklerini anlatacakmış. Dünya ekonomi üzerine dönüyor.
Size demiştim...
Öcalan beni nasıl güldürdü?
Birikmiş kitaplara daldım bu aralar. İyi geliyor bana...
“Öcalan’ın İmralı Günleri”ni okuyorum. Daha bitirmedim.
Bitirince uzun uzun yazmak isterim.
Okuduğum yere kadar olan, birkaç ‘eğlencelik’ şey var ama...
‘Eğlencelik’ diyorum, çünkü kaşlarımı çatmış okurken bile o satırlara gelince gülümsedim.
Mehmet Ali Ağca, 2000 yılında Türkiye’ye getirildikten sonra Öcalan‘a mektup yazmış.
Mektupta tam ne yazıyor bilmiyorum, kitapta bu yok ama Öcalan mektuba cevap olarak “Ağca milliyetçilikten uzak dursun” demiş ve polemiğe girmeyeceğini söylemiş.
Benim gülümsediğim şeyse, mektubu gören postacı ile ilgili.
Ağca zarfın üzerine Gelibolu-İmralı yazmış.
Mektup Gelibolu’ya gitmiş böylece... Postacı Ali Kahoğlu mektupları tasnif ederken, mektubun yanlış geldiğini anlayıp gönderenle alıcının isimlerine bakınca meslek hayatının en heyecanlı anını yaşamış.
Mektubu soluk soluğa PTT Başmüdürü‘ne götürmüş. Müdür daha da heyecanlanmış, mektubu savcıya iletmiş. Savcı da İstanbul’a göndermiş, açmadan.
Postacıyla o günlerde röportaj yapıldı mı acaba?
Bir diğer hikâye de...
Gazeteci Hasan Cemal 11 Eylül döneminde Apo‘nun avukatlarıyla görüştüğü bir sırada avukatlar aracılığı ile Apo‘ya bir not göndermiş,
“Roman yazsın” diye.
Apo, avukatları bu öneriyi kendisine ilettiğinde “Aslında bir roman yazmak istiyorum, kadın konusunda. Fırsat bulursam yazacağım. Onlarla en güçlü arkadaşlık yapacak gücüm de vardır” demiş.
Şimdi buna gülmez misiniz...
Haşmet keşke hep yazdığını yapsa..
Aktüel Dergisi’nde Haşmet Babaoğlu “Biutiful” filmi için küçük bir yazı yazmış.
Demiş ki:
“Yoksa iyi yaşamak, çevremizde olup bitene kör, sağır, dilsiz olmak mı? Öyle ya, dünya boğazına kadar pisliğe batmış, bitmez tükenmez acı iki adım ötemizde. İnsanın insana eziyeti kapalı kapıların hemen ardında ama kimse oraya kadar yürümüyor. Kimse o kapının ardına bakmıyor, baksa görecek. İşte Biutiful, bu gerçeği anlatıyor.”
Bir de eklemiş:
“Yönetmen senarist Inarritu gönül gözü olan seyirciyi metafizik bir damardan da yakalıyor. Medyada filmin bu yanının dile getirilmeyişine şaşırmadım tabii.”
Ben şaşırdım. Neye mi?
Hem Aktüel Dergisi’nde hem Sabah Gazetesi’nde yazan Haşmet Babaoğlu‘nun bunu niye yazmadığına...
Yazsaydı öğrenirdik.
Bana hep sanki yazdıklarını yapmıyormuş gibi gelen yazarlardan Haşmet...
Bir arkadaşım ben bunu yazarken, omzumun üzerinden yazdığıma bakıp şunu dedi:
“Haksızlık etme, bak ne yazmış: ‘Güzel olanın yalan, çirkin olanın gerçek olduğu dünyamız’...”
Hımmm... Metafizik buymuş demek ki!
Galip Tekin’in yalnızlığı...
Bunu hiç bilmiyordum.
Çizer Galip Tekin, kiralık katil tutup adam öldürmek iddiasıyla 7.5 ay hapis yatmış.
Gerçekler ortaya çıkmış, hakkındaki bütün suçlamalar düşmüş ama mahkemesi devam ediyormuş.
Önce Metris’te, sonra Silivri’deymiş.
“Keyifli geçti, bin tane falan figür çizdim” demiş.
Arda Uskan yapmış röportajı Aktüel’de.
Mutlaka okuyun, çok şaşıracaksınız, çok...
Mesela, Galip Tekin’in babası, Mustafa Altıoklar’ın amcasını öldürmüş yıllar önce... Babası onu vurduktan sonra intihar etmiş.
Beni en etkileyen cümlesi ise şu oldu: “Yalnız bir insan mısınız?” deyince Arda Uskan, “Fazla arkadaşım yoktur, hele şu olaydan sonra hiç arkadaşım kalmadı” demiş Tekin...
“Eşyalara canlı gözüyle bakıyorum, yalnızlıktan mı ne...” demiş bir başka yerde de...
Hapishane yalnızlığından geçmiş bir adamın, hayatın içindeki yalnızlıktan dertli olması hayatın acımasızlığı olsa gerek...