İnsan, siyasetçilik yaptığı ülkede bunca insanın ölmesinden, hiç olmazsa utanır....
.
Gazeteleri okuyorum...
Türk basınının bir kısmı hala dirense de, bir kısmı cesurca, bir röntgen cihazı gibi Türk devletinin sakatlanmış yapısını tarıyor ve yapının içindeki tümörleri gösteriyor bize....
Türkiye’de olanları okumak, fırtınalı bir okyanusta sandalla dolaşmak gibi... İnsanın içini hoplatan bir heyecan ve korku veriyor...
Şimdi bir şeyi açıkça söyleyelim...
‘Güvende değiliz.’
Bu yazıyı okuyan okumayan... Büyük küçük... Yönetici yönetilen... Kürt Türk... Hiçbirimiz güvende değiliz...
Bu ülkede yaşayan ve güvende olan kimse yok...
Gazetelerde, Güneydoğu’da barışa giden sürecin ibresinin nasıl da el birliği ile bir iç savaşa döndürüldüğünün acılarını okurken, parmaklıkların dibinden yürüyen kediye takıldı gözüm...
Sabah güneşinin altında, acelesiz, esnek adımlarla hayatın tadını çıkararak gidiyordu...
Seçimler ve yaşanan acılar konusunda hiçbir fikri yoktu...
O kedi olmak istedim bir an...
Ölen gencecik insanların acıları gözlerimi yaktı, boğazımı düğümledi çünkü...
Utandım, öfkelendim barışı bombalayanların da insan sayılmasından...
Ama bu ülkede o kedinin bile güvende olmadığını biliyorum aslında.
Gençlere aldırmayanlar kedilere de aldırmıyor...
Gelişmiş ülkelerde toplumsal denge, bütün herkesin güvenlik içinde bulunması esasına dayanır.
O ülkelerde yaşayanlar durduk yere başlarına bela gelmeyeceğini bilir...
Bizde tam tersidir...
Bizde toplumsal denge hiç kimsenin güvende olmaması esasına dayalıdır... Kedilerin bile...
Yolun kenarında şişmancadan biraz daha şişman bir hanım ilerliyordu. Bir küçük oğlanın elimden tutmuştu...
Onlara takıldı gözüm bu sefer de...
Ülkede yaşananlara aldırmaz bir hali vardı.
Yaz geldiği için rejim yapmayı planlıyordur, şişmancadan daha şişman olması canını sıkıyordur bu mevsim diye düşündüm...
Baba önden yürüyordu... Şişman hanımın azar işitmeden beyine yetişme telaşını sezdim, o çok kısa göz göze geldiğimiz anda...
Onun da hiç güvende olmadığını bildiğim halde, o kadın olmak istedim...
Şırnak Uludere’de 12 PKK’lının öldürüldüğü operasyonu, AK Parti ve Gülen’i Bitirme Planı’nı hazırlayan ekipten Tümgeneral Mustafa Bakıcı‘nın yönettiğini okudum gazetede çünkü.
Devlet Apo ile görüşürken bu operasyona kim emir verdi acaba diye merak ettim...
Aklımdan geçenler içimi kararttı...
O şişman hanımın, küçük oğlanı çekiştire çekiştire yanımdan geçip gitmelerini izledim...
Süslü bir apartmanın önünde görevli yerleri süpürüyordu...
Üşengeç bir hali vardı.
Arada bir başını kaldırıp gökyüzüne bakıyordu. Gökyüzünde ne görmeyi umuyordu acaba...
Ne güzel bir merak diye gülümsedim...
O olmak istedim...
Hükümetin bu gürültüde sessiz...
BDP’nin ise bu gürültüde daha da gürültülü olmasına öfkelendim...
Seçime hazırlanan Ak Parti, CHP, MHP, BDP bu acıların ortasında nasıl kendileri olmaktan bu kadar memnunlar anlamıyorum...
İnsan, siyasetçilik yaptığı ülkede bunca insanın ölmesinden hiç olmazsa utanır...
İnsanı kediden ayıran utanma duygusudur.
Bak kediye utanıyor mu, hem utanmıyor hem de benden yemek istiyor...
Ama o bir kedi...
Ülkede neler olduğunu bilmiyor ki...
D&R’dan aradılar...
Mecmua Dergisi İstinye Park D&R’da satılmıyor, diye yazmıştım geçen hafta.
D&R Kurumsal İletişim müdürü Nalan Demircioğlu aradı.
‘D&R olarak çok üzüldük. Çünkü rafların sayısı belli, çok dergi var, satılmayan dergileri almaktan vazgeçiyoruz mecburen. Ama Mecmua bunlardan biri değil. O gün İstinye Park D&R’da, bu karar kendi insiyatiflerine göre yanlış verilmiş bir karardır. Siz de şansa oraya gitmişsiniz.’ dedi.
Raflar yetersiz olduğu için her kitabı alamadıklarını anlattı.
‘Neye göre, kitapları seçiyorsunuz peki?’ dedim...
Açıkcası bunun tam cevabını alamadım ama Mecmua dergisini sattıklarını anladım...
Fakat D&R’cılara şunu söylemek istiyorum...
Nalan Hanım’a da söyledim...
Kitapçının çok bol bulunmadığı memleketimizde, kendinize göre nedenlerle okuyucunun kitap ve dergi alımını engellemeniz çok tuhaf...
Raf sayısını arttırmak çözüm olabilir mi bu soruna mesela...Eğer kendinize kitapçı diyorsanız...
Çünkü ölçülemez bir ölçüyle kitap ve dergileri raflarınıza koymazsanız gün gelir, adınız sansürcüye çıkar..
Ben bir okuyucu ve müşteri olarak diğer kitapçılarda bulduğum her kitabı sizde de bulmalıyım...
Yoksa, dağıtılmadı, bize gelmedi, raf yetmedi... Büyük kitapçı olduğunu iddia eden bir kitapçı için, bunlar fazla sıradan mazeretler gibi geliyor bana...
İşte çocukların gerçek dertleri
Sinema yazarı Alin Taşcıyan yazdı, bu sene Cannes Film Festivali’nde altı tane, çocukların acı çektiği hikayelerden yapılmış, istismar edilen, terk edilen, ihmal edilen çocukları anlatan film varmış... 20 film içinde 6 tane bu tarz film... Tesadüfü aşan bir benzerlik gibi geldi bana... Biz çocuklarımızı pornodan korurken, dünya ya da birileri çocukları gerçekten korumak istiyor galiba diye düşündüm...
Çocukların tüm dertleri internette porno seyrederlerse ortaya çıkacakmış gibi davranılması, çocuklara haksızlık olur sanırım...
O yüzden ısrarla internetteki yasaklara karşıyım...
Yasakları, yapana göre ayırmaya da karşıyım ama...
Daha önce de youtube Atatürk için kapatılmamış mıydı...Kimse yürümedi o zaman... O da özgürlük kısıtlaması değil miydi?
Bunları gördükçe bizim derdimiz ne çocuklar ne de özgürlükler...diye geçiyor içimden...
Sizce yanılıyor muyum?
Bu arada Cannes’da yarışan bu filmlerin biri bile bizim ülkemize getirilip gösterilebilir mi...meraktayım...
Bizler gerçekleri yok saymaya pek meraklıyız çünkü...
Seks komplosu kime yapılır?
IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn taciz suçlamasıyla tutuklandı...
Elleri arkadan kelepçelenmiş fotoğrafları dünyanın bütün gazetelerinde vardı dün.
Haberi okurken o fotoğrafın arkasında neler gizli acaba diye düşündüm ve okuduğum bazı bilgiler dikkatimi çekti..
* Kahn’a yedi ayrı suçtan 74 yıl 3 ay hapis cezası isteniyormuş.
* Kahn bir röportajında ‘seçimlerde en büyük zaafınız nedir’ sorusuna ‘kadınlar, para ve Musevi olmam’ demiş.
* Kahn, IMF görevi biter bitmez Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sarkozy’nin rakibi olacaktı.
* Fransızların ödüllerle ve durumlarla dalga geçen ödül kampanyasında, daha beş gün önce ‘Uçkur Düşkünü Hıyar’ ödülünü almış Kahn.
Kahn, o otelde temizlikçi kadını taciz etti mi etmedi mi bilemeyiz ama anladığım kadarıyla daha önce benzer maceralardan geçmiş biri. Bu da, gerçeği anlamamızda kafamızı karıştırıyor tabii.
Ama benim daha fazla ilgimi çeken ve düşündüren bir başka şey oldu...
Yaşları aynı olmasa da hayatın aynı çeyreğini paylaşan iki farklı yazarın bu konuya ilişkin görüşleri birbirinden çok farklıydı.
Milliyet Gazetesinde Güneri Civaoğlu bu konu hakkında dün, ‘Fransa’da Cinq a sept yani beşten yediye saatleri genellikle paralel ilişkilere açılmış parantez zamanıdır. Devlet büyüklerinin de sevgilileri vardır. Kahn böyle bir seks kültüründe demlenerek büyümüş. Niye o kadar gözü dönsün? Öyle olsa bile niye New York’un genç ve güzel eskortlarından çağırmasın? Ben Kahn’ın düşürüldüğü durum konusunda kuşkuluyum. Fransa’da başkanlık seçimleri çok yakın. Deniz Baykal’ın ve MHP kasetleri ortada.’ diye yazmıştı...
Hürriyet Gazetesinde Yalçın Doğan ise ‘Kahn’ın yaptığının affedilir yanı yok. Komplo teorileri gündemde. Daha önce benzer maceralardan geçmiş biri için komploya gerek yok. Otel Fransızların, komplocular seçimde kendisine rakip Sarkozy’nin parmağını arıyor.’
Şimdi ben de merak ediyorum...
Seks komploları, ‘sicili bozuk’ olana mı daha kolay yapılır yoksa hayatında hiç böyle ‘sabıkası’ olmayana mı?
Ne de olsa burası komplo cenneti...
Böyle soruların cevabı en iyi buralarda bilinir.