İlke yoksa çarşaf veya blok ne farkeder ki?
.
CHP, insanı her an çok şaşırtan bir şey yaparak, giderek daha az şaşırtan
bir parti oldu.
Bu cumartesi CHP’de kurultay var.
Kılıçdaroğlu ne kadar “Kurultayın şenlik havasında geçmesini istiyorum” dese de, ben‘şen’lik olacağından biraz kuşkuluyum.
Çünkü CHP’nin bünyesi şenliğe,
ortak akla, huzura karşı.
Kemal Kılıçdaroğlu, tek bir listeyle
blok halinde çıkmak istiyor.
Ona bunun nedenini sorarsanız “Tüzük öyle diyor” yanıtını veriyor.
Haklı da... Tüzük öyle diyor.
Deniz Baykal “Çarşaf liste olmalı” diyor.
Ona bunu nedenini sorarsanız “Daha demokratik, blok liste CHP’yi böler, kaos yaratır” diyor. Haklı da, çarşaf listede
delege Parti Meclisi üyesini daha fazla aday arasından seçebiliyor.
Fakat ne garip!
İkisin de haklı olmaları doğru söylediklerini göstermiyor benim için. İnanmıyorum.
Özellikle geçmişlerine baktığım zaman.
CHP’nin PM’nin blok liste ile seçilmesini söyleyen tüzüğünü, bugün “Çarşaf liste
olmalı” diyen Deniz Baykal yaptırmıştı.
O günden beri yapılan dört kurultayda da blok liste uygulandı.
Ama bugün farklı.
Sanırım tüzük maddesi şöyle olmalıydı:
“Deniz Baykal genel başkanken blok
liste, Deniz Baykal genel başkan değilse
çarşaf liste uygulanır.”
Kılıçdaroğlu ise “çarşaf listeyi”
savunuyordu...
Konuşmaları hâlâ kulağımızda.
Şartlar değişince, o da “blok listeci”
oldu.
Hani eski bir oyun vardır, müzik başlar herkes ayakta dönmeye başlar, müzik
bitince herkes bulduğu sandalyeye oturur.
Müzik başladığında Baykal “blokçu”,
Kılıçdaroğlu “çarşafçı”ydı, müzik
susunca bir baktık birbirlerinin sandalyesine
oturmuşlar.
İlke değil, “oyun” önemli onlar için.
Oturulacak sandalye önemli.
Dün Hasan Cemal acıyarak güldüğümüz bu karışıklık için “CHP bu, deyip geçebilirsiniz ama ben geçemiyorum” demiş.
Başka birçok insanın da geçemediğini biliyorum... Birçok insan, tutarlı, ilkeli, demokrat, AKP’nin yaptığı iyi işleri yapacak, AKP’nin yaptığı kötü işleri yapmayacak bir parti arıyor. Bunca şeye rağmen dönüp
dönüp CHP’ye bakıyorlar, “Acaba bu parti CHP olur mu?” diye.
Müzik çalıp herkes ayağa kalktığında
hepimizi bir ümit kaplıyor.
Müzik bitip herkesin nereye oturduğunu görünce o ümit yeniden kayboluyor.
Onlar “sandalye” oyununu oynuyor, biz “ümitlenme” oyununu.
Bu oyun ne onlar için bitiyor,
ne de bizim için.
İstanbul’u Ermeniler inşa etmiş meğer
İstanbul Modern’de şu günlerde 2 Ocak’a kadar sürecek ilgi çekici bir sergi var.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında İstanbul’da yaşayan 40 Ermeni mimar tarafından yapılan tarihi 100 binanın fotoğrafları... “Batılaşan İstanbul’un
Ermeni Mimarları’’ sergisi...
Adı bugünlerde unutulmuş 40 Ermeni mimarın 100’ü aşkın eseri var sergide. “İstanbul’u Ermeniler yapmış” diyebiliriz rahatlıkla...
Çırağan, Beylerbeyi ve Dolmabahçe Sarayları, Kuleli Askeri Lisesi, Selimiye Kışlası, Harbiye Askeri Müzesi, Ortaköy Camii, Büyükada İskelesi, Beyazıt Kulesi, Kadıköy Süreyya Tiyatrosu, Kadir Has Üniversitesi’ne dönüşmüş eski Tekel Tütün İşleme ve Sigara Fabrikası, İstiklal Caddesi’ndeki ünlü Mısır Apartmanı, Bankalar Caddesi’ndeki İş Bankası
binası... Bunların sadece birkaçı.
Sergiyle ilgili birçok yazı okumuşsunuzdur şimdiye kadar. Ama yazılmayan birkaç şey hâlâ var..
Hrant Dink Vakfı işbirliği ile hazırlanan bu
projenin kapsamında sadece sergi ve kitap yok...
Beni daha çok heyecanlandıran bir projeleri
daha var Hrant Dink Vakfı’nın...
Bu eserleri yakından görebileceğimiz,
gezebileceğimiz bir şehir turu düzenliyorlar.
Bu pazar (19 Aralık) saat 10’da Beşiktaş
Meydanı’ndaki anıtın önünden başlayacak tur, saat 2’ye kadar devam ediyor. Baylan ailesinin eserlerinden başlayıp İstanbul Modern’deki sergide bitiyor.
Ayrıca bu vakıf, 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında İstanbul’da yaşamış ve eserler vermiş Ermeni mimarların yaşam öyküleri hakkında anlatımlar, binaların tarihçeleri, mimari çizimleri, eski görüntülerine ait belgeler derlemeye devam ediyor. Bu çalışmaya katkıda bulunmak isteyenlere de kapıları açık...
Bu arada İstanbul Modern’den birkaç adım
ötedeki Mimar Sinan Üniversitesi’nde de “Batılılaşan İstanbul’un Rum Mimarları” sergisi var.
O da İstanbul 2010 Ajansı ve Zoğrafyon Lisesi Mezunları Der-neği‘nin katkılarıyla hayata geçirilmiş.
Her iki sergi de mimar Hasan Kuruyazıcı’nın çalışması. Etkilenmemek ve her gün önünden geçtiğimiz binalara hiç aldırmadığımızı farkedip üzülmemek elde değil.
Ama iyi ki bizim dışımızda birileri yaşadığı şehri merak ediyor. Onlar sayesinde açığı kapatabiliriz belki..
Yıldıza tahammülü olmayan ülke
Bizim gibi toplumlarda başarılı
olmak tehlikeli bir şey mi? Başarısız insanların ortak bir anlayışla
kenetlendiği bir ortamda başarılı olmak bütün başarısızların hedefi haline mi getiriyor insanı? Çevrenize baktığınızda bu kuşku kaçınılmaz bir şekilde içinize yerleşiyor, değil mi?
Neredeyse gördüğümüz her başarılı insanın yakın geleceği hakkında kehanette bulunabiliriz. Diğerlerinden biraz farklı, biraz güvenli, biraz dikkat çekici olan herkes bunun bedelini öder!
Futbolda da buna çok sık rastlanıyor, biliyor musunuz?
Pazar gecesi, MARATON’a göz atarken, gördüğü iki sarı karttan sonra Beşiktaşlı Guti’nin yüz ifadesi ilgimi çekti.
Bakışlarında “Neden bana karşısınız? Ben kötü bir şey yapmadım” der gibi bir ifade vardı. Büyüklere göre yanlış olan bir şey yaptığında azar işiten küçük bir çocuk gibiydi yüzü.
Guti’nin hissettiklerine hak vermemek mümkün değil.
Çünkü biz futbol sahasında yaratıcılık sergilemesini beklediğimiz insanların,
aslında sevilmek, beğenilmek isteyen, içinde küçük bir çocuk taşıyan erkekler olduğunu anlamak istemiyoruz.
Ve kararlıyız...
Sergen Yalçın’ı, Hakan Şükür’ü, Tugay Kerimoğlu’nu, Fatih Terim’i, Anelka’yı, Ortega’yı, 7 yıl İtalya’da oynamış Can Bartu’yu anlamadığımız gibi; Guti’yi, Emre Belözoğlu’nu, Alex’i, Elano’yu, Misimoviç’i, Arda’yı da anlamayacağız...
Hayattaki en büyük gücümüz, hatta zaman zaman kozumuz bu ‘anlamayışımız.’ Beşiktaş’ın Eskişehir deplasmanına kadar Guti ile ilgili birçok aşağılayıcı yorum gördüm medyada.
Eskişehir maçında Lig TV spikeri, “Guti Noel tatiline gitmek için bu kartı
bilerek gördü” imasını bile yaptı. Güya Lig TV futbolda kavgaya, negatif bakış açısına karşı...
Guti’yi överken bir İspanyol’u bile şaşırtacak kadar bonkör ama Guti’yi cezalandırırken de İspanyollar’ın bizim şizofren olduğumuzu düşünecekleri kadar abartılı davranıyoruz.
Standart doğrularımız, akılcı duygularımız yok gibi nedense. Ne yapacağımız belirsiz, genellikle duygulara bağlı, rasyonel olandan çok uzak kararlarımız var. Disiplin sevmiyoruz. İstikrarlı değiliz.
Ayrıca bize yön verecek yaratıcı
insanlara övgü ve eleştiri dozunu
ayarlayamıyoruz. Gücü biraz eline
geçiren, kendisini padişah zannediyor bu ülkede gerçekten. Bu durum pek değişecek gibi de gözükmüyor...
Guti demişken, geçenlerde VATAN Gazetesi’nin spor sayfasında gazeteciliğin eğlenceli ve zekâ dolu yapılabileceğini gösteren bir manşet vardı.
Beşiktaş-Eskişehir maçında Guti’nin kırmızı kart görmesi ve maçı Beşiktaş’ın kaybetmesi üzerine “Eskişehir Guti’yle Güldü” başlığını atmışlar. Son zamanlarda gördüğüm en “muzip” eğlenceli manşet...
Hepsini kutluyorum.
AK PARTİ YAŞAMAMIZA KARŞI MI?
Benzine gelen zam, canımı gerçekten sıkıyor. Gazetelerdeki ekonomi yazarlarının hepsini okuyorum ve anlıyorum ki bu zam hükümetin kendi tercihi, dünyadaki petrol hareketleriyle ilgili değil.
28 Avrupa ülkesi arasında en pahalı benzin bizdeymiş. Çünkü ödediğimiz vergi çok fazlaymış.
Maliye, topladığı vergilerin çoğunu içki, sigara ve benzinle topluyormuş. Hadi Ak Parti sigara ve içkiye karşı, o yüzden vergiyi de yüksek tutuyor.
Peki benzine neden karşı, anlamadım....
Çünkü benzin, “hayat” demektir.
Toplu taşımadan, yediğimiz domatese kadar zam gelir onun peşinden. Her sektörü etkiler.
Ak Parti yaşamamıza da karşı galiba...