İlişki ne kadar kötüye giderse o kadar çok mu bağlanıyoruz?
.
Kimin anlattığını unuttum…
Babamdı büyük bir ihtimalle…
Soğuktan korunabilmek için altından sıcak buharların tüttüğü bir metro ızgarasının üzerinde uyuyan üstübaşı kir pas içinde yaşlıca bir ‘clochard’la yani hayatın içinde koşuşturmayı, başarılı olmak için çabalamayı reddetmiş bir fizolof serseriyle, o sokaktan geçen, geceleri köpeğini gezdiren genç bir adamın hikâyesi bu.
Genç adamın o sokaktan geçtiği bir gece, metro ızgarasının üzerinde uyuyan yaşlı adamın baş ucuna bir iki lira bırakmasıyla başlar her şey.
Parayı bırakırken, karşılığında farkında olmadan beklediği şey, yaşlı serserinin minnettarlığını ya da mutluluğunu, memnuniyetini gösteren bir gülümseme, bir bakış, belki “teşekkür ederim” diyen belli belirsiz bir mırıldanmadır…
Ama yaşlı serseri başını kaldırır, yıllardır sokakta yaşamanın tüm izlerini taşıyan gözlerinde minnettarlık yerine tam tersine aşağılayıcı bir ifade vardır.
Sadakayı alan, sadakayı vereni, sadaka verebilecek durumda olduğu için küçümser.
Ve genç adam şaşırır ama bu aşağılayıcı bakışların da esiri olur.
Her gece ama her gece aynı sokaktan geçip yaşlı serserinin baş ucuna para bırakır ve hep aynı küçümseyen bakışlarla karşılaşır.
Bazen “bu sefer para bırakmayacağım” der kendi kendine ama yine durup parayı bırakır.
Aldığı karşılık her seferinde aynı küçümseyici bakıştır.
Yaşlı serseri bir kere gülümseyip teşekkür etse, genç adam ondan kurtulacak, belki o sokaktan bir daha geçmeyecektir bile…
Ama o aşağılayıcı bakışlar genç adamın hayatının vazgeçilmez bir parçası, bir tür hastalığı olur.
Her gece aynı şekilde birbirlerine düşmanca bakan iki kişi haline gelirler.
Belki dostluklarda bile rastlanmayacak kadar güçlü bir ilişki, koparılması zor bir tutku haline gelir bu düşmanlık.
Bu hikâyeyi dinlediğimde aklıma gelen ilk şey, “Kadınlarla erkekleri de, bu hikâyede anlatılan o koparılması zor, tutku haline gelen düşmanlık mı yönetiyor acaba” sorusu oldu.
Kötü ilişkiler, derhal bitmesi gereken, dengesini kaybetmiş o garip ilişkiler, dikkat ettiniz mi hiç, asla hemen bitmez.
İlişki ne kadar kötüye giderse, bakışlar ne kadar küçümseyici olmaya başlarsa, o ilişki de sanki o kadar kuvvetlenir.
Her adımda bir kez daha kendine öfkelenerek, kendinden utanarak ama yine o adama ya da o kadına giderek bir ömür geçer.
Çok zordur hastalığa dönüşmüş tutkulardan kurtulmak.
Ve bizler çok az gerçek sevgi yaşarız.
Genellikle sevgi dediğimiz şey, hastalandığımız yerimizden karşımızdakine olan düşmanlığımızdır aslında.
Düşmanlık büyüdükçe karşımızdakine daha çok bağlanırız.
Biz kadınlar birini severiz… Onun bizi daha çok sevmesini bekleriz.
Erkeklerde zavallılık gibi gözüken kendini karşısındakine bırakabilme teslimiyet, kadınların kolaylıkla yapabildiği bir şeydir.
Erkekleri hayatlarımızın merkezine yerleştirir ve onlar için hayatımızdan vazgeçeriz.
Ve o adamın buna karşılık bizi çok sevmesini isteriz…
İsteğimiz kadar sevilmediğimizi düşündüğümüzde de o sevgiyi ele geçirene kadar uğraşırız…
Erkeklerin davranışları ve beklentileri ise biraz daha farklıdır.
Bir kadını severler ve o kadının onlara sonsuza kadar bağlanmasını isterler.
Erkekleri korku yönetir çünkü…
Kaybedilen her şey güçlerinden kaybettikleri bir şeydir onlar için.
İşte eğer ilişkilerde iki kişiden biri beklenildiği gibi davranmazsa, önceden belirlenmiş rolünü oynamayı reddederse, sevilme isteğinden ya da karşısındakinin kendisine sonsuza kadar bağlanmasını talep etmekten vazgeçerse ilişki hastalanmaya başlar.
Rolünü reddedeni giderek daha az seversiniz belki ama ondan alacağınıza inandığınız ama alamadığınız şey tüm hayatınızın dümeni olur.
Bizi, beğenmediğimiz takıntıların, tutkuların esiri hâline getirir.
O sizi sevmedikçe siz onun için öldüğünüzü sanırsınız…
O size hayran olmadıkça kendinize olan güveninizi kaybedersiniz…
O sizi istemedikçe dünyadaki tek istediğinizin o olduğunu zannedersiniz.
Hastalandığınızı bilir ama hastalıktan kurtulamazsınız.
Kötü ilişkiler çok zor biter.
Öyle bir ilişkiden geçenin yakalandığı hastalık, tedavisi zor, nekahati uzun bir hastalıktır çünkü…