Hepimizin aynı anda temiz olduğunu söylemek okuyucuyu kandırmaktır...
.
Çölde büyük kasırgalar patladığında, sığınacak yer bulamayan atlılar birbirine tutunurlarmış.
Tek bir atlıyı uçuracak kasırga, birbirine kitlenen bir topluluğu kolay kolay yerinden oynatamıyormuş.
Son zamanlarda hepimiz; düşüncemiz, inancımız ne olursa olsun, çölde sığınacak yer bulamayan atlılar gibiyiz...
Bir kasırganın içine düştük. Kasırga hepimizi zorluyor.
Ve kime tutunacağız, bilemiyoruz.
Neye inanacağız?
Kime güveneceğiz?
Nasıl dostluklar kuracağız?
Aklımızı mı kullanacağız, duygularımızı mı?
Yalan söyleyerek mi yeneceğiz karşıtlarımızı, dürüst davranarak mı?
Karar veremiyoruz.
Düştüğümüz bu kasırgadan çıkabiliriz aslında.
Ama önce kasırgada kaybolup gitme şehvetinden vazgeçmeliyiz.
“Ne kadar çok mahvolursak, düşmana o kadar zarar veririz” inancı taşıyanlar var sanki aramızda.
Çözümü sevmeyenler var.
Israrla yalan söyleyenler var.
Ne tuhaf ki, aklı başında konuşanları saçmalamakla suçlayanlar var...
Karşısındakini, kasırgadan daha büyük tehlike olarak görecek kadar kendi hırsıyla körleşmiş insanlar var.
Ben gazeteci kavgalarını okuyarak, seyrederek gündemi öğrenenleri çok merak ediyorum.
Onlar kim bilir nasıl bir fırtınaya tutulmuşlardır?
Neye inanıyorlardır? Kime güveniyorlardır?
Ne öğrenebiliyorlardır gazete okuyarak? Televizyon seyrederek...
Fizikte bir kural var. İki ışığın kesiştiği nokta karanlık olur.
Tuhaf bir çelişkiyle ışık, karanlığı yaratıyor.
Gazetecilik de böyle bu ülkede.
Her konunun üzerine ışık tutan medyanın kendisi daima karanlıkta kalıyor.
Medyada ne olup bittiğini, burada kimlerin çalıştığını, ne oyunlar oynandığını ne seyirci ne okuyucu biliyor.
Bu medyada MİT hesabına çalışanlar yok mudur?
Bu medyada darbeci generallerin hoparlörleri yok mudur?
Bu medyada hükümetin maşası olanlar yok mudur?
Bu medyada önemli olaylarda hedef saptıranlar yok mudur?
Bu medyada polisin karışık ilişkilerine bulaşanlar yok mudur?
Bu medyada darbeyi ilericilik olarak yutturanlar yok mudur?
Bu medyada işler kızışınca dincilere sövüp “Ben ilericiyim” diyenler yok mudur?
Bu medyada şarlatanlar yok mudur?
Bunların hepsi vardır. Her zaman da vardı.
Bizim meslekte çalışanların bir kısmı bu insanların kim olduğunu bilmiyor mudur?
Peki, niye kimse bunların kim olduğunu açıklamıyor?
Meslektaş dayanışması olduğu için mi?
Neden darbeciler, ajanlar, işbirlikçiler, hedef saptıranlar, şarlatanlar meslektaş oluyor?
Gazetecilik giderek inanılırlığını ve saygınlığını kaybeden bir meslek haline geldi.
Bunun nedeni gazeteci numarası yapan ama gazetecilikle ilşkisi olmayan bu karışık insanlar.
Haksızlıklara gerçekten karşı mı çıkmak istiyorsunuz?
Gerçekten Ahmet Şık ve Nedim Şener’e yardım mı etmek istiyorsunuz?
O halde içimizdeki kiri başkasına bırakmadan kendimiz temizleyelim.
Hepimizin aynı anda temiz olduğunu söylemek, okuyucuyu açıkça aldatmak oluyor çünkü...
Uranüs, Koç burcuna ilerliyor. Yani...
Astroloji sever misiniz?
Kadınla erkeğin tanıştığı ilk an sorulan “Burcun ne?” sorusundan bahsetmiyorum ama...
Gökyüzünün hareketlerinden... Yıldızlardan... Onların birbiriyle ilişkisinden... Bunu merak eden insanlardan bahsediyorum.
Ayın hareketlerinden... Doğum anımızdaki gökyüzü durumunun aslında hayatımızı belirleyen temel taşlardan biri olduğundan bahsediyorum.
Neyse, ben severim...
Geçen gün de astrolog Hakan Kırkoğlu’nun bir yazısını göndermiş bir arkadaşım bana.
Yazının başlığı “Kendine bakabilme cesareti.”
Bu aralar gökyüzündeki gezegenlerin durumu bizi kendimize bakmaya, buna cesaret etmeye zorlayacaklarmış.
Benim cesaretler içinde en ilgilendiğim cesaret biçimi...
Arkadaşım da zaten bu yüzden göndermiş yazıyı bana...
Hakan Kırkoğlu diyor ki:
“Karşımıza çıkan krizler büyük olaylar bize inşaatımızın nerelerinde yanlışlıklar, zayıflıklar olabileceğini bağırıyor. Cesarete teslim olmak zorundayız.
Gösterebileceğimiz kişisel cesaret hayatımızı yeniden kurgulayabileceğimiz yeni bir savaş başlatmak üzere.
Kendinizle hesaplaşmaktan korkmayın.”
Astroloji dilinde de bu anlattığı şöyle anlatılabiliyormuş:
“Uranüs, Koç burcuna doğru ilerliyormuş.”
Bu şu demekmiş, önümüzdeki 7 yıl boyunca kendimizi yeniden var etmenin savaşını verecekmişiz.
Bana kalırsa Uranüs’e ihtiyacımız bile yok bunu bilmek, hissetmek ve yapmak için...
İnsanın önce kendi içindeki engelleri aşması gerektiğinin, kendimizle hesaplaşmaktan korktuğumuzun, kendimize karşı bu kadar zayıfken karşımızdakilere ne kadar acımasız olduğumuzun hepimiz farkındayız aslında...
Ama yapamıyoruz.
Hakan Kırkoğlu’nun tabiriyle kendi fabrika ayarlarımızı kendimiz düzeltemiyoruz.
O yüzden de Uranüs, Koç burcuna giriyor ve her birimize aslında ondan çok faydalanabileceğimiz krizler yaratıyor. Kimimize kariyer alanında, kimimize ilişkilerinde, kimimize kişisel açıdan önemsediği konularda...
Tolstoy’un bir sözünü de eklemiş Kırkoğlu yazısında:
“Dünyayı değiştirmek isteyen çok ama kendini değiştiren yok.”
Hadi, kendimiz değiştirelim. Alalım kendimizi karşımıza, söyleyelim ona yanlışlarını, zayıf yanlarını, eksiklerini...
Kendine bakabilme cesaretini gösterelim.
Bunu yapabilenler bu dünyanın geleceği olacaklar.
Cesaretleri yetmeyenler ise krizlerin altında kaybolup gidecekler.
6 yıl kapalı kalan müze...
Radikal gazetesinde Cem Erciyes köşesinde yazdı bunu.
“İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin anlaşılmaz hikayesi” diye...
Türk resim tarihinin tümüne sahip bu müze yıllardır kapalıymış.
Gerçekten daha fazla birşey bilmeden bile insan hikayenin anlaşılmazlığını hissedebiliyor.
Neredeyse ülkemizde müze yarışlarının, sergi açılışlarının en entelektüel faaliyet sayıldığı şu dönemde Türk resim tarihinin tümünü içinde barındıran Resim Heykel Müzesi 4 yıldır kapalı...
Şimdi bir restorasyon çalışması varmış,
2 yıl da o sürecekmiş. O da ayrı karışık bir hikaye aslında...
6 yıl kapalı kalan bir müze...
Neden?
Müzenin sahibi Mimar Sinan Üniversitesi’ymiş...
Üniversite, “Milli Saraylar restorasyonu geciktiriyor” diyormuş.
Bir kavga da orada var galiba...
Peki nasıl çözülecek bu iş?
İstanbul Resim Heykel Müzesi‘nin binası yenilenene kadar, içindekilerin aktarılabileceği ve sergilenebileceği yeni bir bina yok mudur?
Müzeseverler, özel müze sahipleri, hadi bu işe yardım edin...
Türk resim tarihini kurtarın...
Beyoğlu Belediye Başkanı Tophane’den haberdar mı?
Tophane’de galeriler açılmıştı hatırlarsanız...
Orada yaşayanlar, bu galeriler yüzünden mazbut hayatlarının bozulacağına inanarak galeri açılışına gelenlere saldırmış, camları kırıp ortalığı dağıtmışlardı.
“Kentsel dönüşümün olabilecek sıkıntıları bunlar” deyip bıraktık konuyu.
6 ay geçti...
Öğrendim ki, Outlets ve Pi Artworks galerileri Tophane’den taşınıyorlarmış.
O baskından sonra Tophane halkı bir türlü rahat vermemiş bu galerilere.
Outlets Sıraselviler’e, Pi Artworks Mısır Apartmanı’na taşıyormuş.
Beyoğlu Belediye Başkanı, Tophane’de neler olduğunu biliyor mu?
Merak ettim...
Böyle seçim startı olmaz
Seçimlere üç ay kaldı.
“Partiler seçim startı verdi” diyorlar.
Yani ne yapıyorlar, anlamak mümkün değil.
Yeni bir anayasa yapılacaktı güya...
Ne AK Parti ne de muhalefet yeni bir anayasayla ilgili bir şey söyledi.
12 Haziran’daki seçim 12 Eylül Anayasası yürürlüğe girdiğinden beri olacak sekizinci seçimmiş.
Bu ülke hala Kenan Evren Anayasası ile yönetiliyor.
Birçok değişiklik yapıldı şu ana kadar anayasa üzerinde ama bu meseleyi hukuk gözüyle iyi bilenler hala anayasanın 12 Eylül Anayasası’nı yapanların ruhunu taşıdığını söylüyorlar.
Seçim startı verilmiş.
Yeni Anayasa hakkında tek kelime etmeden bu partiler seçime girip oylarımızı nasıl isteyecekler, aklım almıyor.
Ben çok kararlıyım.
Yeni anayasadan bahsetmeyen hiçbir partiye oy vermeyeceğim.