Hepimiz aynı havayı soluyoruz ama artık içerde nasıl yanıyorsa…
.
Vatan Haber
Cem Yılmaz’ın harika bir esprisi vardı, hoyratlıklarına, vahşiliklerine, tuhaflıklarına, sapkınlıklarına, düşmanlıklarına, zekasızlıklarına şaşırdığı insanlar için:
“Hepimiz aynı havayı soluyoruz ama artık içerde nasıl yanıyorsa…”
Bazen aklıma gelir ve kendi kendime gülümserim bu söze:
“Artık içerde nasıl yanıyorsa…”
Bazen “Bizi ne çıldırttı?” diye düşünmeden duramıyorum.
Bizi ne çıldırttı gerçekten?
Yaralanmış, çıldırmış sürü gibi olduk…
Her biri ayrı ayrı yaralı, birbirine düşman bir sırtlan sürüsü gibiyiz.
Farkında mısınız, biz bir yanımızdakinin yaralarına dişlerimizi geçirirken, öbür yanımızdaki de bizim yaramızı dişliyor.
Aynı havayı soluyoruz ama bazılarımız ışıklar içinde, neşeli ve sevecen bir ruhla ömür geçirirken, çoğumuz çamurlar içinde birbirimizi kanatıp öldürerek, sersefil, perişan, karanlıklar aleminde sürünüyoruz.
Kaybolan hayallerimiz mi çıldırttı bizi acaba?
Bir ara o çok yakından gözüken o aydınlık gelecek ne zaman bizden o kadar uzaklara düştü?
Geçen gün bir kafede oturdum.
Oturduğum kafe hayal kurmamı kolaylaştıracak kadar güzeldi.
Bir garson yaklaştı masaya…
Genç, yüzü aydınlık, gülümseyen, her halinden yaptığı işe saygı duyan, işini sevdiği belli olan bir ses tonuyla ne içmek istediğimi sordu.
O sesi ve o yüzü gördüğüm anda o genç adamın bizim sürüden olmadığını anladım.
Gülümseyebilen biri…
Üstelik çalışırken…
Üstelik çoğu insanın tatilde olduğu bir zamanda çalışırken…
Yani kesinlikle bizim sürüden olmadığı belli.
Tek bir gülümsemeyle çevredeki insanlardan farklılaşan garson, bizim birbirimize hiç gülümsemeden yaşadığımızın kanıtı gibiydi benim için.
“Aynı çağı yaşadığımız, aynı havayı soluduğumuz dünyadaki pek çok insanla aramızdaki bu korkunç farklılık neden?” diye düşündüm sonra.
O kafede oturan birçok insan mutsuz, yanındakine ‘düşman’, hayatından sıkılmış, duyduğu her mutsuzlukta kendi mutsuzluğu iyileşen birileri gibi gözükürken nasıl oluyordu da bazıları, bazılarımız daha mutlu, daha gerçek, daha iyi olabiliyordu?
Ya da bazılarımız gülümseyen, gerçek, işini seven, karşısındakine dost olabiliyorken bizler nasıl bu kadar vahşi olabiliyorduk?
Sanırım bir sırtlan gibi birbirimize saldırmamızın, ne aşkın, ne dostluğun kıymetini bilmememizin, gülümseyemememizin, mutlu olamamamızın, mutlu olmak için başkalarının mutsuzluğuna muhtaç olmamızın bir sebebi var gerçekten…
Biz, kimsenin hakkını alamadığı, herkesin kendi hakkından fazlasını isteyerek ötekini ezdiği bir toplumun çocuklarıyız.
Bizler bitmeyen bir iç savaşın insanlarıyız.
Kaç yüzyıldır bu topraklarda bizler, bizleri vuruyoruz düşünsenize…
Bir sırtlan sürüsünden ne zaman tekrar birbirine gülümseyen insanlar haline dönüşeceğiz?
İçimizi katılaştıran, bizi herkese düşman eden bu gereksiz acı ve bu bitmez öfke ne zaman terk edecek bizi?
Kendi hakkımıza razı olup, başkasının hakkını da teslim ettiğimizde herhalde.
Hem kendi hakkından fazlasını isteyip, hem de başkalarının hakkını engellemeye çalışmak, bütün bir ömrü sonuçsuz bir kavgaya çeviriyor, ele geçirdiğimiz hiçbir şey bizi mutlu etmeye yetmezken, başkalarının haklarını engellemeye çalışmak da bizi hep bir düşmanlığın içinde tutuyor.
Kim gülümseyebilir ki bu duygularla boğuşurken? Mutlulukla bir türlü barışamayan bu korkunç karmaşayı izlerken de Cem Yılmaz’ı hatırlıyorsun ister istemez:
“Artık içerde nasıl yanıyorsa…”