Hep aynı günü yaşıyoruz sanki…
.
Ne zaman canım yazıyla ilmek ilmek uğraşmak istemese, hızlı yazı yazmak istesem, hızlı bir yazının konusu politikacılardan bahsetmek olur diye aklımdan geçiyor...
Oysa politikadan çok uzaklara kaçmak istediğim bir dönemdeyim...
Ama dün sabah öyle şeyler başıma geldi ki kaçtığım yere sığınmak zorunda kaldım.
Teknolojiyle bağlarım koptu...
Evdeki ve elimdeki her şey aynı anda bozuldu.
İnternet çalışmadı, vınn bilgisayarı açmadı, telefon nedense telefon etmez oldu ve uğraşıp yazdığım yazım da ben bunları tamir etmeye çalışırken ortadan kayboldu.
Uzunca bir zamandır ilgilendiğim epigenetikle ilgili “biz neden böyleyiz” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Hayatın kodlarının çoğunun bize atalarımızdan miras kalan davranışlarda olup, genetik olmayanda saklı olduğunu söyleyen bir yazı...
Yani DNA yoluyla bize aktarılmamış ama kuşaktan kuşağa geçerek yerleşmiş olan davranış kalıplarımız.
Bizde neden var olduğunu bilmediğimiz ama varlığını hissettiğimiz her duygunun neden olduğunu söyleyen bir dal epigenetik.
Anlayacağınız size tam hayatın ‘sırrını” verecekken yazı ortadan kayboldu, teknolojiyle bağlarım kesildi.
Umarım bir süre daha hayatın sırrını öğrenmemeye dayanabilirsiniz.
Bu maceralı sabahın ardından vakit iyice daralıp da,hiç oyalanmadan bir yazı yazmak zorunda kalınca tabii ki aklıma sadece politikacılar geldi.
Kahramanlarının hep “aynı günü” yaşadığı çok ünlü bir film vardır ya…
Aynı günün içine hapsolurlar ve tekrar tekrar aynı günü yaşarlar hani…
Burada da hayat ona benzediği için,biz de onlar gibi olduğumuz için kolay yazı politik yazıdır diye düşünmek beni şaşırtmadı doğrusu.
Hayat hiç değişmiyor çünkü burada …
Bu ülkede hep aynı günü yaşıyoruz sanki.
Yıllar önce şunu yazmıştım...
“Bazı tuhaf renkler vardır. Ne renk olduğunu tam anlayamazsınız. Bilinen bir renge benzer ama aslında o renk değildir. Başka bir renk de değildir.
Ne olduğu tam belli olmayan bir renktir o.
Ve o renklere isimler takarız... Sarımtrak deriz mesela ya da mavimsi...
Sarı değildir, tam bir sarı olamamıştır ama sarıya benzer.
Ya da mavi değildir, başka renk de değildir... Ama maviye benzer.
Böyle renkler kendilerine özel bir isim verilecek kadar kişilikli değildir.
Ancak bir başka renkten çağrışım yapan bir isimle anılırlar.
Ara renklerdir işte.
Hayatta da, mesleklerde de insanlarda da vardır böyle ‘ara’lar.
Adam hayatı boyunca politikayla ilgilenmiştir.
Hep iktidardan bir pay alabilmek için uğraşmıştır. Ama politikacı değildir.
Politikadan uzak da değildir.
Politikacımsıdır...
Ya da adam yazı yazıyordur.
Yıllardır yazıyordur belki. Ama yazar değildir.
Yaratıcılığı yoktur. Yeni bir fikir üretmez. Kendine özgü bir biçim geliştirememiştir. Yazı yazar yalnızca!
Yazar olmadan yazı yazmak gibi garip bir iş peşindedir...
Yazarımtraktır...
Bunlar çok da kurnaz oldukları için yaptıkları işlerde tepeye kadar çıkarlar bazen ama mesleklerinin tehlikelerinden uzak dururlar.
Başlarına pek bir şey gelmez onların...
O çok istedikleri gücü elde etmek için harcayacak ne enerjileri, ne de yetenekleri vardır ama ‘ara’ yollardan oraya varırlar işte...
Ara yolların meşru olduğunu anlatırlar sonra yıllarca.
Ne politikacı, ne yazar, ne asker, ne dindar olmadan iktidar sahibi olmak isterler...
Olurlar da bazen...
Ama tek başlarına istedikleri gücü temsil edemedikleri için hep bir başka gücün çatısı altına girerler.
Bu bazen bir parti olur, bazen bir ordu.
Ama böyleleri hiçbir zaman iktidar olamaz.
Olmuş gibi gözükebilirler bazen ama gerçekte olamazlar.
İktidarımtrak bir hayâl peşinde ömürlerini geçirip sonunda yok olup giderler.
Hiçbir şeyi ‘tam’ olamamış bir ömrü, ‘tam’ olarak elde ettikleri tek şeyle, tam bir ‘yok’lukla kapatırlar.
Tanırsınız böylelerini...”
Ne diyorsunuz epigenetik bize atalarımızdan değişmeden gelenleri söylerken, Türkiye deepigenetik’in iddialarını kanıtlamak için uğraşıyor sanki.
Öyle değil mi?
Hayatımızı, geçmişten miras aldığımız davranış kalıpları belirliyor.
O kalıplar hiç değişmiyor.
Türkiye’nin “sırrı” da bu herhalde.