Hayat bir kader mi?
.
Vatan Haber
Günlerdir acının kavurduğu ruhlarımızla yaşıyoruz bu garip hayatı.
Hayat tabii ki Soma’yla beraber durmadı, akıyor... Üstelik de tüm güzelliğiyle.
Ama insanın içi acıyor, o güzelliği fark edemiyor.
Tüm güzel şeyler Soma’yla beraber gömülüyor sanki...
Canım acıyor benim de...
Anlatamadığım, tarifsiz bir sızıyla akıyor hayat...
Düşünüyorum... Düşüncelerimiz mi yoksa bilemediğimiz bir güç mü hayat?
Gerçekten onu kontrol etme gücümüz hiç mi yok?
O aksini istediği taktirde hiçbir şey bizim istediğimiz gibi olamaz mı?
Bu soruların cevabının hepsinin “evet” olma ihtimali insanı nasıl da ürkütüyor, değil mi?
Yaşıyoruz, yönetiyoruz, üzülüyoruz, seviniyoruz, her birimiz ötekini ondan daha ‘büyük’ olduğumuzu düşündüğümüz için eziyoruz, hırslanıyoruz, her defasında daha fazlası için kavga ediyoruz ama aslında hayatımızı biz yönetmiyoruz...
Hayat ne isterse öyle oluyor.
Öyle mi?
Bunları günlerdir Soma’yı ve acılarını soluk soluğa izlerken, sıralı kazılmış mezarların fotoğrafına bakarken düşünüyorum.
Hayat, bir kader mi?
Her şey baştan belirlenmiş mi?
Bizim söz hakkımız, olayları belirleyecek irademiz hiç mi yok?
Sadece sürüklenmek mi bizim dünyadaki rolümüz?
Bu böyle olamaz.
Eğer Tanrı varsa ve hayat “bir imtihansa” nasıl bizim irademize hiç yer tanımaz? Bizim irademiz olmadan hayat nasıl bir “imtihan” olur?
Tanrı bizim irademize geniş bir yer ayırmış olmalı yoksa kimin cennete kimin cehenneme gideceği belli olmazdı, hepimizin yaptıklarından, hepimizden daha büyük bir güç sorumlu olurdu.
Yaşadıklarımızı sadece Tanrı’yla ve kaderle açıklayamayız, bu Tanrı’ya karşı haksızlık olur.
Eğer Tanrı yoksa, o zaman zaten kaderden söz edemeyiz, her şey bizim irademize kalır.
Hangi yandan baksanız bizim bu hayatta bir sözümüz, bir gücümüz olduğu görülüyor.
Kendi sorumluluğumuzdan kaçmanın yolu yok.
Böyle baktığımızda, “başımıza geleninin sorumlusu” biziz.
Peki Soma’daki işçileri mi sorumlu tutacağız o korkunç akıbetlerinden dolayı.
Bu da ağır bir insafsızlık olur.
Ortak irademizin kurbanları onlar.
Aynı hataları sürekli yapıyor ve sürekli aramızdan birilerini kurban veriyoruz.
Ve hiç sormuyoruz, “hangi hatalarımızla kendi parçalarımızı ölüme ve acıya kaptırıyoruz” diye.
Bedelini ödeyeceğimizi, öleceğimizi, acı çekeceğimizi bile bile nasıl hep aynı hataları tekrarlıyoruz?
Nasıl böyle korkunç bir aldırmazlığımız var?
Bunun sorumlusu ne Tanrı, ne kader.
Bunun sorumlusu biziz, yanlış insanları seçtiğimiz, hayatı denetlemek için hiç bir çaba göstermediğimiz, yanlışları gördüğümüz halde onları düzeltmediğimiz, düzeltmek için kılımızı kıpırdatmadığımız, bütün hatalarımızın sorumluluğunu “kadere” yükleyerek içimizi rahatlattığımız için biziz.
Yüzlerce yıldır aynı hataları yapıp, aynı bedelleri ödüyoruz.
İnsanlarımızı kaybediyoruz.
“Biz nerede hata yapıyoruz” diye sormadığımız, o hataları düzeltmediğimiz sürece de kaybedeceğiz. Bir gün o soruyu soracağız elbet...
Ama ne zaman?
Ve o zamana dek daha ne
kadar kurban vereceğiz?