Şampiy10
Magazin
Gündem

Hanefi Avcı bu dinlemeleri yapmış mı?

.

ABONE OL
Vatan Haber

Bugün Cuma…

Hafta başından beri her zaman olduğu gibi gazeteleri özenle okudum.

Severim gazete okumayı... Hatta abartılı bir şekilde severim.

Ama giderek canım sıkılıyor okurken… Zevk alamıyorum eskisi gibi. Sevmediğimiz filmin yarısında ‘kaçarak’ çıkmak gibi ‘alelacele’ atmak istiyorum elimden okuduğum gazeteyi.

Haberleri… Özellikle köşe yazılarını… Kavgaları okurken bunalıyorum.

Karşısındaki ne söylerse tersini söylemeyi, bir fikir söylemek zanneden anlayıştan sıkılıyorum.

Israrla okumaya devam ediyorum ama.

Bir gazete, iki gazete, üç gazete derken içim tozlanıyor önce.

Bir kum yığının altında kalmış gibi oluyorum.

Ağzıma kumlar doluyor.

Bir sıkıntı… Bir yalnızlık… Bir anlamsızlık kaplıyor içimi.

Nefes alamıyorum.

Atıyorum gazeteyi elimden.

Camın önüne geliyorum… Yaprakları sararmaya başlamış dallara, yoldan geçen arabalara bakıyorum.

Ve en eski, en klişe, en bildik soru geliyor aklıma: “Bu hayat neye yarıyor?”

Gazeteleri unutuyorum.

Gazete okumanın bende bıraktığı sıkıntıyla hayatı elime alıp evirip çevirmeye başlıyorum… Sağından solundan kurcalıyorum.

“Bu hayat hiçbir işe yaramıyor” diyorum kendi kendime.

Ama kaldırıp atamazsın da gazete gibi.

Belki bir işe yarıyordur diye hayatı biraz daha kurcalamaya devam ediyorum.

Her şeyi anlamsız bulmak da anlamsız geliyor sonra.

“Anlamsızdan bir yere varamam” diyorum. Anlamlı olanı da bulamam.

Hayata böyle bakarsam canım daha fazla sıkılır.

Politika çekimsiz gelir…

Aşk yorucu…

Kavga heyecansız…

Dostlarınla konuşacak halin kalmaz…

Çiçekleri bile koklamazsın…

İnsanların dertlerini bilirsin de tozlar arasında onlar da yabancı gözükür.

Dertlere, öfkelere, aşklara, sevinçlere, dostlara, düşmanlara hatta kendime yabancı olurum.

Hayatı elime alır “Küçük bir şey bu” derim. Ölsem ölemem, yaşasam yaşayamamam.

Bu sıkıntılı düşünceleri sevmiyorum. Gazeteleri okurum daha iyi… Haksızlık etmeyeyim bolca güldüğüm de oluyor okurken…
Kahvemden bir yudum alıyorum.

Masama dönüyorum.

Uzanıp yerdeki gazeteyi alıyorum.

Üzerindeki tozu üflüyorum.

Kaldığım yerden devam ediyorum:

“Hanefi Avcı bu dinlemeleri yapmış mı gerçekten?”

*****


Mutsuzluğun dayanılmaz çekiciliği

Çarşamba günü yayınlanan “Ne kadar az gülüyoruz?” yazısı için o kadar çok mail geldi ki, sevinsem mi düşünsem mi, bilemedim...

Okuyuculardan gelen mailler her zaman insanı gülümsetip mutlu eder.

Ama etkilenip seçtikleri konu ve uzun uzun anlattıkları hikayeleri… Bana aslında mutlu olabilmekle ilgili sorunlarımız olduğunu gösterdi.

Çoğunlukla, “Gülmek için mutlu olmak gerek, biz de mutlu değiliz” diyorlardı maillerinde.

“Bu ülkede mutlu olunabilir mi?” diye de soruyorlardı bana…

Birkaçı da gülmenin, mutlu olmanın zenginsen mümkün olabileceğini anlatıyordu. Hepsine teker teker cevap yazdım.

Dertlerimiz var. Altından kalkmakta zorlandığımız acılarımız var. Bu ülkenin bir insanı çok mutsuz edebilecek gerçekleri var. Biliyorum... Ama mutlu olmanın parayla zannedildiği kadar bir bağlantısı olmadığını düşünüyorum.

Ben neşeli, mutlu, esprili olabilmek için öncelikle iki şey gerektiğine inanıyorum. Enerji ve biraz da zeka…

Zekanız ve enerjiniz yoksa, cepleriniz kasalarınız parayla da dolu olsa mutlu ve neşeli olamıyorsunuz.

Zekanız ama daha da önemlisi enerjiniz yoksa kendinizi mutsuzluğun, asık suratlılığın, şikayetçiliğin karanlığına bırakıyorsunuz.

Hiçbir çaba sarfetmeden mutsuz oluyorsunuz. Toplumumuzda mutsuzluk, neşesizlik ve espri yoksunluğu çok yaygın. Bunun tek nedeni fakirliğimiz mi? Yoksa zeka ve enerji eksikliğinin de bu her gün biraz daha karanlıklaşan günlük hayatımızın oluşmasında pay var mı, kestirmek çok zor…
Dünyanın en ünlü mizah yazarları, dünyanın en büyük zenginleri değillerdi.

Birçoğu en başarılı esprilerini sefalet içinde yazdı. Paraları yoktu ama enerjileri ve zekaları vardı. Mutluluğu ve neşeyi yeşertebilersek enerji ve zekaya sahip oldukları için de zengin oldular..

Buna karşılık Suudi Arabistan, Libya, İran gibi inanılmaz petrol geliri sağlayarak zenginleşen ülkeler mutluluk ve neşe yaratamadılar toplumlarında...

Türkiye de bugün on yıl, yirmi yıl öncesinden çok daha zengin bir ülke oldu ama on yıl önce ne kadar asık suratlıysak hala öyle asık suratlıyız, mutsuzuz.

Aslında, cüretimi bağışlarsanız size şunu söylemek isterim.

Mutluluğu yaratmak insanların ve toplumların dinamizmine bağlı… Mutluluğu yaratacak enerji olmayınca, mutsuzluğa bahane aramaktan başka çare kalmıyor.

Mutsuz olmak, hiçbir çaba gerekmiyor, her zaman bir bahane bulunabiliyor.

Bir de galiba biz “mutsuz olmayı” biraz daha etkileyici buluyoruz, mutluluk bir çeşit hafiflik gibi gözüküyor bize.
Yanılıyor muyum?

*****


Arda niye ağladı biliyorum

Televizyonda Arda’nın küçük bir çocuğu andıran mahzun ifadesini, kırgınlıktan titreyen sesini ve gözlerinden süzülen yaşları görünce, içimi bir öfke kapladı.

Ben bugüne kadar Arda’nın eleştirildiğini, sinirlendiğini, kırıldığını çok gördüm. Sonuçta Türkiye’nin son jenerasyonundan çıkmış en yetenekli yıldız Arda...

Türkiye’de başarı hiçbir zaman cezasız kalmadığına göre Arda’nın acımasızca eleştirilmesini kabullenememekle beraber, anlamakta zorlanmıyorum.

Ama bu seferki diğerlerine hiç benzemiyor.

Çünkü bir delikanlı, genç bir erkek olarak incindi Arda.

Arda ve sevgilisi Sinem ile ilgili çok hoşuma giden bir detayı hatırladım Arda’yı ağlarken görünce…

Böbrek hastası çocuklar için düzenlenmiş bir etkinliğe katılmışlardı geçenlerde…

Çocukların arasında kameralarla etrafları çevrilmiş bir haldeyken, Sinem küçük bir kızı öpmek için eğilince, Arda gayrıihtiyari Sinem’in bluzunun ucundan çekerek belini kapattı.

Kadınlar kendilerini seven bir erkeğin bu hareketinin ne anlama geldiğini iyi bilir. Çok seven bir erkek bazen böyle korumacı ve “kıskanç” davranabilir ve bu kötü bir şey değildir, anlayabilirsen bu bir sevgi göstergesidir.

Sevdiği kadını koruma içgüdüsü bu kadar yüksek olan bir erkeğin çığlığıydı işte o gözyaşları...

Bir futbolcu olarak kendisine dönük daha ağır ve haksız ithamları bile görmezden gelebilme alışkanlığına sahip bir erkeğin, sevdiği kadına karşı yapılmış bir saygısızlığa karşı isyanıydı. “Bunu Sinem’e nasıl yaparsınız?” diyordu adeta.

Arda’yı anlıyorum…

Ama bir ‘anlamlı’ bakış yüzünden bile çok kolay namus cinayetlerinin işlendiği hassas bir coğrafyada, ağızdan çıkan bir sözün nereye gidebileceğinin hiç hesap edilmemesini anlamıyorum.

Arda’yı ve Sinem’i bu sebeple üzen herkesi kötü niyetli olmakla suçluyorum.

Bilmem, katılır mısınız?

*****


Başörtüsü iş bulabilir mi?

Newsweek dergisi bu hafta yine çok ilgiyle okuduğum bir dosya hazırlamıştı. Türban diasporası…

Geçen hafta türban konusunda YÖK, İstanbul Üniversitesi’ne bir yazı gönderdi: “Bundan sonra şapka takan hiçbir öğrenci kıyafeti nedeniyle dersten çıkarılmayacak.”

Türban konusunda neredeyse her üniversitenin, fakültenin, hatta öğretim üyesinin tavrının farklı olduğu ülkemizde, bu yazı başörtüsü konusunda bir çözüm mü yarattı, yoksa işleri biraz daha mı karıştırdı karar veremedim doğrusu…

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan kararlı. “2547 sayılı kanun ek 17. maddesi meseleyi gayet açık ve seçik olarak ‘Herkesin çok ahlaka karşı olmadığı sürece istediği kıyafet ile gelebileceğini’ söylüyor. Bence bu yeterli. anayasal düzenlemeye bile gerek yok” diyor ve ekliyor:

“Başörtülü olduğu gerekçesiyle dersten çıkarılan öğrenci bize başvursun.”

“Galiba bu sefer üniversitelerde başörtüsü sorunu gerçekten çözülüyor” diye düşünürken, gazetelerde okuduğuma göre YÖK’e şikayet yağmış. “Uyarılarınıza rağmen türbanlı olduğumuz için okula alınmıyoruz” diye.

Tarhan Erdem’in yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’de başını örtenlerin sayısı 14.6 milyondan 17.9 milyona çıkmış.
Tüm bu karışıklığın ortasında Newsweek Dergisi “Başörtüsü mezun oldu şimdi iş arıyor” başlığı altında çok önemsediğim, can alıcı bir soru soruyor:

“Üniversitede başörtü sorunu çözülse bile bu konudaki tartışma bitecek mi?

Ardından kamudaki türban yasağı gündeme gelecek, çünkü bunca okuyan öğrenci mesleğini yapmak istediğinde neden yapamasın?”

Peki sizce, şimdi ne olacak?

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Olanı sevmek...
  2. “Akrep gibisin kardeşim”
  3. Yazarımız rahatsızlığı nedeniyle bugünkü yazısını yazamamıştır.
  4. Acılar usta, bizler çırağız...
  5. “Bırakın doğa size dadılık etsin”
  6. Bu kış hayat ağır geldi...
  7. Yalan söylüyoruz!
  8. Bu hayat, siz böylesiniz diye böyle!
  9. Biz herşeyin iyi olmasını istemiştik...
  10. Kim öldürüyor bizi?

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.