Gelişmemişiz ama Mozart dinlerken pastırmalı yumurta yiyebiliyoruz...
.
Geçenlerde bir yazıda “Gelişmemiş
toplumuz” demiştim bir cümlenin
içinde... Annem aradı.
Hemen anladım aslında...
Size de olur değil mi? Anneniz sitem
edecekse, kızacaksa, bir şeye aklı takıldıysa
o telefon başka çalar. Anlarsınız...
Açtım.
Annem genellikle, aklındakini anlatmakla başlar telefon konuşmasına. Konuşmanın ortalarında bir yerde öylesine sorar sonra, “Müsaittin değil mi” diye... Size de oluyor
değil mi bu?
“Sevmiyorum negatif benzetme yapmanı, gelişmemişiz ama ne kadar da lezzetli bir yaşam sürmemize imkan verecek bir kültürümüz var. Hangi toplumda sabah kahvaltısında,
Mozart dinlerken pastırmalı yumurta yiyebilirsin? Ayrıca, derdini anlatmak için sadece negatifi değil pozitif bulduğunu da söylemen lazım ki, karşındaki seni dinlesin” dedi.
“Anne meşgulüm şu an” dedim.
Tabii ki böyle bir şey demedim ve
yaklaşık 48 dakika süren heyecanlı bir
konuşma yaptık.
Kapatırken “Anne anlattıklarını yazıp
göndersene” dedim, gülerek...
Ama annem söylemek istediğini
söyledikten sonra, başka bir konuya geçmişti, “Annem dolma istedi, alışverişe çıkıyorum” dedi ve beni duymadı bile...
Size de böyle oluyor değil mi?
Anneler...
Telefonu kapadıktan sonra bu yazıyı
yazmak için kafamda annemin anlattıklarını düşündüm, cümlelere sığdırdım ve anneme çok teşekkür ettim bana bir Pazar yazısı konusu verdiği için...
Gelişmemiş bir toplumuz biz. Ülke ekonomisinde olan hiçbir gelişme bizim yaşam biçimimizde bir gelişme ortaya
çıkarmıyor. Yaşamımız renklenmiyor. Kadınla erkek arasındaki uçurum, cebimize giren paralar artsa da kapanmıyor. Müzik zevkimiz kanatlanmıyor.
Konuşmalarımız konu darlığından paçasını kurtarıp geniş bir ufka doğru yayılmıyor.
Çiçeklere, hayvanlara, denize, ormana, uzaya karşı duvar gibi sağır duran ilgisizliğimiz yerinden milim kıpırdamıyor. Başbakan’la müdürümüze, ha bir de
bizim gibi düşünmeyene kızmanın ötesinde bir öfke çeşitliliği gösteremiyoruz. Yeni düşüncelere kapılarımızı kapatıyoruz. Dışarıdan hiçbir rüzgar almayan kendi
kültürümüz de, geçmişin değerleriyle geleceğe uzanacak bir enerji kazanamıyor...
Oysa ki annemin dediği gibi, ne kadar da zevk alınacak bir yaşam sürmemize imkan veren bir kültürümüz var.
Bir ucu Cezayir’e, bir ucu Viyana’ya uzanan bir imparatorluktan kalan büyük bir mirasa sahibiz.
Bizans var, Osmanlı var, Cumhuriyet var, Batı var, Doğu var, Türk var, Kürt var, Arap var, Acem var, Anadolu’dan geçen bütün dinler var, değişik değişik mezhepler, tarikatlar var.
Tam da annemin dediği gibi, düşünsenize, bizden başka hangi toplumun çocukları Mozart’ın ikinci keman konçertosunu dinlerken sabah kahvaltısında pastırmalı yumurta yiyebilir.
Dünyanın neresinde, en şuh ya da en feminist kadın, bir gece yarısı sevdiği bir erkeğe müthiş alaturka bir şefkatle yemek pişirmeye kalkışabilir. Hangi ülkede hangi erkek yolda yanyana yürüdüğü kadına Herman Hesse’nin
kitaplarından bahsederken, kadına baktığına inandığı sokak bitirimiyle amansız bir kavgaya tutuşabilir.
Dünyanın neresinde hem şampanyadan hem çiğ köfteden hoşlanan bir damak lezzeti yelpazesi görebilirsiniz?
Evet, bizler zamana ve mekana önem vermeyen ama insanı büyük bir sevecenlikle sarmalayan, sıcacık alaturka coşkulara sahip bir toplumuz...
Anneme telefonda söylemedim ama biz bunlara rağmen gelişmemiş bir toplumuz...
Neden mi?
Bu zenginliğe her defasında haksızlık ettiğimiz, bu muhteşem kültür definesini reddetmeye uğraştığımız için.
Elimizdekini çoğaltacağımıza, sürekli olarak her şeyi “tek”e indirmeye çalıştığımız için...
Sahip olduklarımızı bir “tehdit” olarak görüp, kendi zenginliğimizden korktuğumuz için...
Annemin istediği “pozitif mesajı” da vereyim, ben bütün bunlara rağmen ümitliyim. Bir gün elimizdekilerin değerini anlayıp, ona sahip çıkacağız, çok daha derinlikli ve
renkli bir hayat yaşayacağız. O gün ne zaman gelir bilmiyorum ama...
Ben şimdi bir pastırmalı yumurta yiyip
Mozart dinleyeceğim. “Ve her şeye rağmen bu toplumda yaşamak güzel” diyeceğim.
Cem Yılmaz komik ama sıradan mı?
Geçen gece Cem Yılmaz’ın yeni gösterisine gittim. Gitmeden önce yeni gösterinin hayâl kırıklığı yarattığını, hatta kötü olduğunu söyleyenlere rastlamıştım. Bazı durumlarda kötünün ne olduğunu anlamakta zorlanırsınız. Cem Yılmaz’ın kötü olmasının ne olduğunu anlayamamıştım ben de...
“Yani artık komik mi değil?” demiştim. “Hayır komik ama çok sıradan” demişlerdi. Nedense buna bir türlü ikna
olmadım ben? Onların tam tersine şovu bile görmeden çok iyi olacağına emin olanlardandım. Bu da belki tuhaf ama bu ülkede filmlere, şovlara gösterilen tepkilerden sonra şu sorunun cevabını aramaktan kurtaramıyorum kendimi:
“Ne bekliyorsunuz ki?” Bu yüzden de birşeye kötü dendi mi, önce bir duruyorum...
Çünkü toplumca yakalandığımız korkunç bir hastalık var, beğenmeme hastalığı...
Beğenmiyoruz. Seyirci bu ülkede birşeyin olmamış
olduğunu söylerken aslında o gösteriden ne bekliyor olabilir de beğenmez? Cem Yılmaz komik bir adamdır, Cem Yılmaz zeki ve yetenekli bir adamdır, Cem Yılmaz esprisi bilinmez değildir, tam tersine herkesin bildiği birşeyi herkesten daha komik söyleyebilmesidir. Bunları hepimiz biliyoruz. Gösteriye gidiyorsun, gülüyorsun,
komik buluyorsun ama beğenmiyorsun...
Peki bu nasıl oluyor?
Cem Yılmaz’ın ne yapması gerekiyor acaba? Bir gösterisinde, sihirbaz David Copperfield‘ın şovuna gittiğini, arkasında oturan seyircilerin David Copperfield sahnede uçarken “Kesin ip var canım” dediklerini anlatmıştı Cem Yılmaz ve şunu söylemişti:
“Ulan adam zaten ipsiz uçabilse
burada sana parayla gösteri mi yapar?”
Seyircinin durumu bu ne yazık ki...
Ben çok güldüm yeni gösteride.
Ve şöyle düşündüm: Benim
gittiğim 16. gösteriymiş daha...
Şov başladıktan kısa bir süre sonra da belinden ameliyatı olmuş Cem Yılmaz.
Anlaşılıyor ki önceki
şovlarda beli ağrıyordu.
Belki hem şovun yeni
olması, hem ağrıların çok fazla olması Cem Yılmaz’ın performansını düşürmüştür o gösterilerde.
Ben gidip de beğenmeyenlere gösteriyi bir kez daha izlemelerini öneriyorum.
Yine beğenmezseniz... Ne olur ki?
Hiç olmazsa bir daha gülmüş
olursunuz, bu hayatta...
10 yaşındaki Diyarbakırlı yazar: Helin Erdoğan...
Taraf gazetesinin “Her taraf” diye bir sayfası var. Oraya 750 sözcükten fazla olmamak üzere yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı gönderiyorsunuz, onlar da yayınlıyor. Geçen gün Diyarbakır’dan, 10 yaşındaki ilkokul 5. sınıf öğrencisi Helin Erdoğan‘ın yazısı yayınlandı o sayfada. Helin, kendisine söz verip köpek almayan ailesinden şikayet ediyor, “Büyüklere güvenim kalmadı” diyordu. “Hiçbir acı benimki kadar büyük ve uzun olamaz” diye de ekliyordu. Bir başlangıcı vardı mektubun: “Yine o dayanılmaz duygu sinmişti içime? Bu ne zaman başlamıştı? Hiç bilmiyordum ama emin olduğum birşey vardı, hiç bitmeyecekti.” Bu minik yazar günlerdir aklımda... Ve hayat ona bir şans verirse, çoğumuzun aklında kalacak büyük bir yazar olabilir...
40 gün 40 gece alışveriş festivali
40 gün 40 gece sürecek Shopping Fest yaklaşıyor.
18 Mart-26 Nisan tarihleri arasında olacak bu alışveriş festivali sırasında sayısız etkinlik ve eğlenceler olacakmış her yerde. Özellikle sokaklarda ve alışveriş merkezlerinde gün boyu devam edecekmiş bu eğlence.Bağdat Caddesi, Bakırköy, Nişantaşı, Bahariye Caddesi bunlardan birkaçı.“40 gün boyunca her yerde eğlence” sloganıyla adım adım yaklaşıyor festival.İstanbul’un üçayrı yerinde konserlerle açılacakmış. Fakat tüm bunlardan daha önemlisi, festival boyunca yaşanacak olan alışveriş çılgınlığı.
Merakla sonucu bekliyorum, acaba gerçekten kaç lira harcayacak tüketici bu 40 gün boyunca? Mesela uzun alışveriş geceleri olacakmış. 18 Mart’ta İstinye Park gece 02.00’ye kadar...
19 Mart’ta Bağdat Caddesi, İstiklal
Caddesi...
29 Mart’ta Akmerkez...
9 Nisan’da tüm mağaza ve AVM’ler 24.00’e kadar...
26 Nisan’da da tüm AVM ve tüm mağazalar 02.00’ye kadar açık olacakmış...
İndirimler olacakmış... Yüzde 30...
Belli saatlerde kampanyalar yapılacak
indirimler yüzde 50’lere çıkacakmış. Bu festivali yapan bir
İstanbul Shopping Fest Komitesi var. Üç aydır bu organizasyon için çalışıyorlarmış. Festival boyunca
gıda hariç cironun 1.8 milyar dolardan 3 milyara çıkmasını
bekliyorlarmış....
Ne diyeyim! Olur mu olur...
ISF etkinliklerini ww.istshopfest.com’dan takip edebilirsiniz. Ben mi ne yapacağım? Ben olaya mesafeli
durmaya çalışacağım. Tabii becerebilirsem...