Film boyunca düşündüm, Türk kimdir?
.
Çağdaş demokratik bir ülkeye gittiğinizde garip bir eksiklik hissedersiniz...
Bir süre sonra da o eksik şeyin ne olduğunu anlarsınız...
Alıştığınız bir duygu yok olmuştur içinizde.
Yasaklarla, baskılarla, hapishanelerle, darbelerle, işkencelerle, insanların insanlara ettiği zulümlerle dolu bir ülkede büyüyen çocukların çoğu gibi sizde de ‘tedirginlik duygusu’ yapınızın doğal parçası olmuştur.
Yasaksız, baskısız, insanların birbirlerini haksız yere yargılamadığı bir yere gittiğinizde bu alıştığınız tedirginlik duygusu birden kaybolur.
Çünkü o ülkelerde insanlar düşüncelerini rahatça söyleyebilmekte, istedikleri her şeyle rahatça dalga geçebilmektedirler.
Oralarda düşüncelerinizden, yaptıklarınızdan dolayı yargılanmazsınız...
Biz güya çağdaşlaşma yolunu neredeyse tamamlamış, hatta çağdaşlaşmış bir ülkeyiz ama her türlü baskı hala sürüyor.
Milliyetçilik adına sürüyor en başta...
Kürtsen ya da Kürtlerin haklarını almasını destekleyen bir Türksen bu baskı ağır biçimde hissediliyor...
Benim için anlaşılması her zaman zor bir meseledir milliyetçilik.
Milliyetçilik nedir gerçekten?
Bundan tam 222 yıl önce, 1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilaliyle doruğuna ulaşıp bütün dünyayı etkilediğinde, bu anlayış, toplumlar arası ekonomik çatışmaların politik bir ifadesiydi.
Birçok imparatorluk, milliyetçilik vurgunu yiyerek parçalanmıştı.
Yeni ulus devletler oluşmuştu.
Başta Avrupa haritası olmak üzere bütün dünyanın haritası değişmişti.
Küçük küçük parçalara ayrılmıştı.
Sonra 90’lı yıllara geldiğimizde küçük parçalara ayrılan milletlere bölünen Avrupa yeniden bütünleşmeye karar verdi.
Geçmiş 200 yılda birbirleriyle savaşa giren Avrupa ülkeleri, kendi istekleriyle tek bir Avrupa devleti kurmaya karar verdiler..
Avrupa’da 1789’da açılan milliyetçilik parantezi, 1990’larda gene Avrupa’da bitti aslında.
Bütünleşerek bitti.
Hatta bütünleşme arayışı sadece Avrupa’yla sınırlı kalmadı, dünyanın çeşitli kesimleri bu bütünleşmenin peşine takıldı o yıllarda.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle dünyada “ekonomik sistem” de ikili bir yapıdan çıktı.
Eski komünist ülkeler serbest piyasa ekonomisini benimsedi .
Ülkeler birleşti, sistemler bütünleşti 90lı yıllar içinde.
Fransız şair Eluard’ın mavi bir portakala benzettiği dünya 200 yıl dilim dilim ayrıldıktan sonra tekrar mavi bütün bir portakal oldu.
Milliyetçilik, bu değişime ayak uyduramayanlara kaldı.
Bu bütünleşmede, üretimleriyle, fikirleriyle, yaratıcılıklarıyla yer bulamayacaklarından korkanlar “milliyetçilik” mağaralarına sığındı.
Bütünleşmeyi lanetledi.
Ait oldukları “parçanın” herkesten ve her şeyden üstün olduğu iddiasıyla kendini avutmaya çalıştı.
Türkiye ise bir yandan hem serbest piyasa ekonomisine geçerek, hem AB’ye üyeliğe ağırlık vererek “bütünleşmenin” parçası olmaya çalıştı, bir yandan da bu bütünleşmenin çağdaş ölçülerinden korkup milliyetçiliğe sapmaya uğraştı.
O yüzden de ne olduğu anlaşılmaz bir şizofreninin içine düştük.
Hem çağdaşız hem çağdışıyız, hem kürselleşmenin parçasıyız hem Kürtlerin haklarını inkar ediyoruz, hem AB üyeliğine adayız hem en faşist yasalara sahibiz.
Bir gün oyuz, öbür gün öbürü.
Kararsızlığımız yarattığı sarsaklığı her alanda hissederek yaşıyoruz.
Çağan Irmak’ın son filmi Dedemin İnsanları’nı izledim...
1923 yılında yaşanan zorunlu göçü, mübadele yıllarını ve o yıllarda çocuk olan Mehmet Bey’in hikayesini anlatıyor.
Çetin Tekindor, Giritten göç eden bir Türk olan ama kendi topraklarında ‘gavur’ denilen Mehmet Bey’i olağanüstü oynuyor...
Hatta olağanüstü sıradan bir kelime olarak kalıyor o oyunculuğun yanında...
Çağan Irmak anlatmak istediği hikayeyi inanılmaz çekmiş, senaryoya, oyunculuklara, renklere, seslere bayıldım...
Hele Girit’ten göç sahneleri dünya sineması düzeyinde bence...
Filmi seyrederken “Türk olmak ne demek” diye düşünüp durdum...
2011 yılında “Türk” kimdir?
Avrupa’nın üyeliğine üye ülkenin vatandaşlığına aday olan, Dersim’den özür dileyen insan mı yoksa Kürtlerle “eşit” olmamak için her türlü belayı göze alan, Atatürk’ün hatalarını saklamak için kıvranan insan mı?
Sonunda Başbakan Erdoğan’ın, “Türk kimdir” sorusunun en iyi cevabı olduğuna karar verdim.
Kürt açılımını da yapar, Kürtleri de hapseder, hem uluslararası vicdanın sesidir hem en faşist yasaları sahiplenir, hem dünya liderliğine oynar hem hiç duraksamadan “affedersiniz, kadın mıdır kız mıdır bilmiyorum,” der.
Kararsızdır anlayacağınız, iki dünya arasında gider gelir, kendine bir yer bulamaz, kendini hiçbir yerde rahat hissedemez.
Gidip bu filmi seyredin.
Bakalım sizde de aynı soruları sorma ihtiyacı yaratacak mı?