Esrarı ve gücü bakanı yanıltabilmesinde!
.
Ev arıyorum bu aralar.
İstanbul’un sevdiğim semtlerinde dolaşıyorum, evlere bakıyorum, önlerinden geçerken içlerinde insanlar gördüğüm evler daha çok ilgimi çekiyor.
Akşama doğru ışığı yanan evlerde kimlerin yaşadığını tahmin etmeye çalışıyorum ışıklarından…
Sarı ışıklı, ağaçların arasından gözüken evleri çok seviyorum...
Onlara daha uzun bakıyorum. Daha uzun hayaller kuruyorum haklarında...
Geçen gün Kandilli’de dolaştım.
Çok güzel köşkler gördüm…
Çok güzel bahçeli evlerin önünden geçtim.
Bana evleri gösteren emlakçı, ‘hikayeleri evlerden çok seviyorsunuz, size hikayesi olan bir ev nasıl bulacağız bilmiyorum, nasıl anlıyorsunuz ki evleri sevip sevmediğinizi, içine bile bakmıyorsunuz” dedi söylenerek.
Doğru söylüyordu, pek alışmadığı bir şekilde evlere bakıyordum…
Dışarıdan.
Dışarıdan sevmediğim hiçbir evin içini görmedim, merak bile etmedim, tüm sevdiğim evleri de böyle buldum.
Emlakçı benden hoşlanmadı haklı olarak.
O tam söylene söylene“içlerine bile girmiyorsunuz” dediğinde, ben ağaçların arasından gözüken bir salon duvarında bir Mona Lisa röprodüksiyonuna bakıyordum...
Kısacık, anlık bir bakıştı o ağaçlara doğru yaptığım aslında, o aradan gözüken sürpriz beklenmedik bir hediyeydi.
Orada bir ev olduğunu anlamamıştım bile ilk baktığımda.
“Burada oturmak isterim” diye içimden geçti, emlakçının cümlesi biter bitmez de ‘burada boş daire var mıdır’ dedim ‘varsa görmek isterim.’
O Mona Lisa röprodüksiyonu bana bir işaret gibi gelmişti.
Leonardo da Vinci, benim hakkında bulduğum hemen hemen her kitabı, her broşürü, her yazıyı okuduğum bir kahraman.
Hepimizin sebepsiz merakları, takıntıları vardır , benimki de Da Vinci.
Hayatını, annesini, eserlerini, ruh halini neredeyse onu yakından tanıyormuş gibi biliyorum diyebilirim.
Eserlerinin çoğunu gördüm.
Dünya üzerinde ne zaman bir sergisi açılsa o sergiye gitmek için hayaller kurarım...Ve gidebilirsem giderim.
Bunu bir iki sefer yapabildim...
Ama bütün sergilerini görme hayalini hiç bırakmadım.
Ağaçların arasından gördüğüm o Mona Lisa da, devamını görmeden o evi merak etmeme, sevmeme neden oldu bu yüzden.
O tanıdık duygu geçti içimden…
İnsan sevdiği şeylere rastladığında, o bildik güveni duyar ya, öyle oldu.
Emlakçı tuhaf biri olduğumu düşünüyordu, bu ani kararımla da sanırım bundan iyice emin oldu…
Ve sert bir şekilde ‘burada daire yok’ dedi.
Aklım takılmıştı o eve, içini, kimlerin yaşadığını merak ettim, bahçeye bile girememiş olmaktan dolayı emlakçıya sinirlendim.
Ve emlakçıyla orada, o sokakta ‘ayrıldık.’
Ben biraz daha durdum evin önünde…
Mona Lisa’nın o yüzyıldır süren esrarını düşündüm, ‘O esrarengiz gülümsemesinin’ sırrını.
Nerde rastlarsan rastla o gülümseme hep aynı şeyi düşündürüyor insana...
Kesin bir şekilde cevaplanamamış her soru gibi bu sorunun da birçok cevabı var aslında diye aklımdan geçti sonra.
O tebessümün etkileyiciliğinin, neşeli bir kahkahaya mı yoksa bir ağlamaya mı dönüşeceği kestirilemeyen bir anın yakalanmasında yattığını düşünüyorum ben, müstehzi mi, neşeli mi, kederli mi kestiremiyorsunuz.
Sanki siz o gün Mona Lisa’ya hangi duygularla bakarsanız, o duyguların yansımasını onun yüzünde de görüyorsunuz...
Onun esrarı ve gücü, bakanı yansıtabilmesinde…
İnsanlığın neredeyse bütün duygularını bir tebessüme sığdırabilmesinde.
Deha diye de bunu becerebilmeye diyorlar herhalde.
Bunu becerebildiğinde de insanların hayatlarına sızıyorsun, hiç beklenmedik zamanlarda karşılarına çıkabiliyorsun.
Ağaçların arasından görünen bir resim gibi birden bütün duyguları ve düşünceleri değiştirebiliyorsun.
Sanırım bir süre daha Kandilli’de ev aramaya devam edeceğim.
Emlakçılar arasında ‘tuhaf’ bir kadının ev aradığı yayılmadan ,o aradığım sarı ışıklı evi bulurum...