Eğer Işık Koşaner’in çocuğu olsaydım babamdan ne isterdim?
.
Genelkurmay eski başkanı Işık Koşaner’in ses bandını dinledim.
Sarsıcı bir konuşmaydı.
Dinlediklerim, sesin kime ait olduğunu unutturacak kadar etkiledi beni...
“Cesur biri olmalı bu konuşmayı yapan” diye düşündüm.
Hatalarını bu dürüstlükle anlatabilen biri, mesleğini çok seven biri olmalıydı.
Kim ne diyecek, aldırmadan kendi kurumuyla ilgili bu denli yalansız bir özeleştiri yapabilen biri ancak bir asker olabilirdi.
Kolay değildir yıllardır süren terörle mücadeledeki zaaflarımızı bu kadar açık anlatmak...
“Mayınlar kontrolsüz döşendi. Emir-komuta birliğini sağlayamıyoruz. Çatışma anında tim komutanlarımız mevzide silahını bırakıp kaçıyor. Hantepe’de halimiz tam bir kepazelik. Eğer zamanında İHA’ları uygun şekilde kullanabilsek” demek kolay değildir.
Çok sağlam karakterli biri olmalıydı bunları söyleyen...
“Huduttakinin bile işareti yoktur. Adam gidiyor basıyor, haberimiz yoktu. Bunları kim döşemiş; biz. Şimdi ben desem ki yetkililere. Yahu bizimkiler mayın döşemişlerdi 10 sene evvel, 20 sene evvel, başı boş bırakıp gitmişler, ne derler? ‘Döşerken aklınız nerdeydi’ derler. Maalesef yine döşeyen biziz.”
İşte en etkilendiğim, sesin sahibinin büyük bir kumandan olduğunu düşündüğüm bölüm:
“Hantepe’de halimiz tam bir kepazelik. Neden? Lider yok ortalıkta. Çok zayıfız bu konuda.”
Bunu söyleyebilmesi için bir askerin, ancak çok iyi bir asker olması gerekir gerçekten...
Kendi hatalarını bu açıklıkla anlatabilen birine o hatalara rağmen güvenebilir insan.
Ama ne yazık ki bu güveni duyamadım konuşmanın sahibine.
Çünkü benim hayranlıkla dinlediğim bu konuşma, cesur bir açıklama değil, tam aksine gerçeklerin bizden gizlendiğinin belgesi.
Asker, sırlarına sır eklerken...
Işık Koşaner ancak kapalı kapılar ardında gerçekleri söylüyormuş.
- Kapalı kapılar ardında gerçek bir asker olabilen biri, iş halka bir şey söylemek gerektiğinde hamaset dışında neden tek bir şey söylemez?
- İşin doğrusunu neden halkına anlatmaz?
- Neden halkın Genelkurmay Başkanı olmaz?
- Neden halktan gizler gerçekleri?
- Neden halkını kandırır?
- Daha da beteri, bu gerçekleri halka anlatmış insanları, işin aslını bile bile nasıl suçlar, niye suçlar?
Gazeteciler, Koşaner’in bu konuşmasında itiraf ettiği gerçekleri halka ilk açıkladığında, generallerin gazeteciler hakkında neler dediğini hatırlasanıza...
“Ordu düşmanlığıyla, yalancılıkla, psikolojik savaş ajanı olmakla“ suçlamışlardı.
Bile bile iftira atmışlar, gerçekleri saklayabilmek için dürüst gazetecileri mahkemelere göndermekten hiç çekinmemişlerdi.
Yalan söylüyorlarmış.
Bizi kandırıyorlarmış.
Ordunun durumu “kepazelik”ken, bunu düzeltmeye uğraşacaklarına, bunu söyleyenleri susturmaya uğraşıyorlarmış.
Üstelik de kendi gerçeklerini görecek ve anlatabilecek donanıma sahipken...
Konuşmanın ikinci bölümü de yayınlandı sonra...
Zaten o bölümde birinci bölümde hissedilen akıl kaybolmuş gibiydi.
“Gerekirse ortalığı ayağa kaldırırız. Hukuka ne kadar saygılı olacağız, biz enayi miyiz? Çok dikkat edin herkesin gözü üzerimizde... Ufak bir hatamızda olay hemen basına taşınıyor, manşet oluyor. Artık yasalara uygun hareket etmek zorundayız. Bizim yasalarımız, kızsak da bize gerekli yetkiyi veriyor” diyor.
Dün, Işık Koşaner sesin kendisine ait olduğunu kabul etti.
“İtiraf değil, kurum içi arkadaşlarla hatalara dikkat çekmek için yapılmış bir konuşma” dedi...
Söylediklerinin her biri “bir suç” itirafı.
Kendi erini alnından vurmanın, askerini kendi mayınınla patlatmanın, karakol baskınlarına imkan vermenin hepsi suç.
Hepsinin de cezası var.
Ve Koşaner’in dediği gibi “Artık yasalara uymak” zorundalar.
Uyacaklar ve kendi askerlerini alnından vuramayacaklar bundan sonra.
Bir de ne geçti aklımdan:
Ben Işık Koşaner’in çocuğu olsaydım, babamın hukuk dışı işler yapan general arkadaşlarını ceza çekmekten kurtaramadığı için değil, hiç tanımadığı gencecik askerler yanlışlıkla öldüğünde istifa etmesini isterdim.
Işık Koşaner mesleğine saygı duymuyorsa da çocuklarına duysaydı keşke...
Belki herşey farklı olurdu.
İki sanatsal öneri
Önümüzde günlerde beni heyecanlandıran iki etkinlik var.
Birincisi 1 Eylül’de Çeşme Babylon’da Teoman konseri varmış.
Teoman’ı dinlemeyi severdim, şu müziği bırakma duyurusundan sonra izlemek de istiyorum doğrusu...
Bu konser organizasyonuna bayıldım.
Bir de 6 Eylül’de İstanbul’da başlayacak ve 28 Eylül’e kadar sürecek dünyanın en prestijli basın fotoğrafları sergisi var.
Hatta 6-7 Eylül’de fotoğraf atölyesi de varmış sergi kapsamında...
Eylül güzel başlıyor.
Bu hepimiz için geçerli olduğunda, hepimiz de daha mutlu olacağız.
Umarım o günler yakındır.